Can Pazarı. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Can Pazarı - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 24

Название: Can Pazarı

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-99-0

isbn:

СКАЧАТЬ paketler buldu. Bir tanesini açtı. Uzun bir mukavva kutu çıktı. Her birinde birer düzine fişek vardı. Bunlardan da yeteri kadar ceplerine yerleştirdi. Yine, yalnız yaşla gözleri parlayarak yerde kalıp gibi yatan çocuğa döndü:

      “Ustan Perfilt Strunger’e selam söyle. ‘Yavuzlar Çetesi’nden parasız silah satın aldılar.’ de. Hırsızın büyüğü kendisidir. Kim bilir kaç senedir gümrükten yasak mal kaçırarak devleti zarara sokuyor. Böyle, günde birer marka ile gelen dost düşman kimselerin ellerine silah veriyor. Arkamızdan bir patırtı çıkarırsa onun hâli bizden berbat olur. Hâlin biraz rahatsız ama ne yapalım çorbacın gelinceye kadar bu hâlde kalmaya dayanacaksın. Adiyö.”

      Muhsin, merdivenlerden yukarı fırladı. Mağazanın gezinti mahalline olan kapısını açtı. İki tarafına bakındı, kimse yok. Koltuğunun altındaki revolverleri güzelce bir paket yaptı, sicimle bağladı. Etrafa bir göz attı. Köşedeki ufak kasanın kapısını yokladı. Kilitli değilmiş, açıldı. Bütün bölmeleri, gözleri aradı. Yetmiş iki lira kadar para buldu, cebine indirdi. Kapıdan çıktı. Bütün bu işler on sekiz, yirmi dakika içinde bir sinema vakası hızı ile olmuştu.

      Hanın merdiveninden indi. Karanlık köşede ihtiyar kahveciyi sessiz ve ağır hareketlerle yine işiyle uğraşır buldu. İçeriye birkaç kişi girdi. Muhsin, mağazadan alışverişte bulunmuş bir müşteri tavrıyla koltuğunda irice paketini taşıyarak sokağa çıktı, kalabalığa karıştı.

      Muhsin, şimdi yolda giderken ne harcayıp ne kazanmış olduğunu hesaplıyordu. Elli lira vermiş yetmiş iki lira almış; fişekle bir paket revolver de caba… Kârlı dalavere ama soğukkanlılık, akılları durduracak atılganlık, âleme parmak ısırtacak cesaret, çeviklik, nazik anlarda hemen karar vermek gibi zihin işlemesi lazımdı.

      13

      Akşam yaklaşıyor, Muhsin koltuğunda paketiyle gidiyor. Pakette ne olduğunu bilseler en büyük cezaya uğrayacak. Fakat akşamüzeri Karaköy’de kaynayan siyah insan anaforu içinde koltukları yüklü geçenler hesapsız. Kim ne taşıyor, ne malum? Bunların hangisinden şüphelenip de paketine, bohçasına, çantasına, torbasına bakmalı? Bu işi görmek için hemen o kalabalığın üçte biri kadar polis memuru lazım. Bu olacak şey mi? Kim bilir o anda, cepte, pakette, bavulda, balyada, sandıkta oradan oraya ne yasak, ne zararlı, ne öldürücü, ne yıkıcı şeyler taşınıp götülüyor? İş, kendinden şüphe ettirmemekte.

      Muhsin, tavanına kadar adi cigara ve puro dumanı bürümüş birahaneden içeri girdi. Arkadaşlarını bir köşede muhabbet etmekte buldu. Yanlarına gitti. İyice neşelenmişlerdi. Paketini peykenin üzerine, aralarına koyarak oturdu.

      Veysel hemen sordu:

      “O ne?”

      “Revolver.”

      “Kaç tane?”

      “Ne kadar taşıyabilirsem o kadar aldım.”

      “Ucuz mu buldun?”

      Muhsin dudağını kıvırarak alaylı bir yan bakışla: “Para mı verdim sanıyorsun?”

      “Satılması yasak koca bir paket revolver gündüz ortasında parasız nasıl alınır?”

      “Para ile mal alanlar sıradan müşterilerdir. Biz, esnafın, tüccarın, sarrafın, sermaye sahibinin filanın filanın sırtından yaşamaya karar vermedik mi ya?”

      “Canım, nasıl aldın?”

      “Bir kolposuna getirdim aldım. İnsanın kumarda olduğu gibi hırsızlıktan da talihi açık olursa bu öyle tatlı, kârlı bir iş ki bugüne kadar nasıl olup da aç oturduğuma, aç oturduğumuza şaşıyorum.”

      Masanın üzerine karidesinden, midye pilakisinden kızarmış sucuğuna kadar meyhane mezelerinin çeşitleri dizilmişti. Hemen Muhsin’in bir şişe düzü, kadehi, bardağı geldi.

      Aziz, içkiden süzülmüş gözleriyle dikkatle, şaşkınlıkla Muhsin’e bakıyordu. Gündüz ortasında tutulmadan, görülmeden, dayak yemeden bir koltuk dolusu revolver aşırıp gelmek; bu ne büyük bir hıza, ustalığa, ataklığa bağlı bir şeydi!

      Genç dolandırıcı, derin bir beğenme duygusuyla titreyerek bu sanat pirinin elini öpmeye atıldı.

      Muhsin şaşırarak: “Ne yapıyorsun?”

      Aziz, sarhoşça bir muhabbetle: “Ustamın elini öpüyorum.”

      “Ben ne ustayım ne hocayım.”

      “Dudaklarım mübarek eline değsin de ben de faydalanayım.”

      Muhsin güle güle sağ elini çekip solunu uzatarak: “Berhudar ol, dert görme, kemik yala et görme, oğlum. Bunu da öp… İstersen istersen ayaklarımı da çıkarayım…”

      Maşuk: “Yeter… Burası çırak mektebi değil meyhane…”

      Aziz, hazin bir neşe ile gözleri sulanarak kadehini doldurup:

      “Ah, ilk hırsızlıklarımda ne kadar dayak yediğimi bilmiyorsunuz. Harp yıllarının açlıktan sokaklarda düşüp düşüp adamlar öldüğü bir zamanı oldu. İşte o vakit ben iki yumurta aşırırken yakalandım, arkama beş yumruk yedim. Ağzımdan kan geldi. O günden beri hâlâ betimi benzimi toplayamadım. İnsanlara, toklara, zemininden tavanına kadar tıklım tıklım zahire dolu mağaza sahiplerine, lokantalarda kartlardan istedikleri yemekleri seçmek hakkı olanlara derin bir kin bağladım. Böyle tımtıkız yiyeceklerle donanmış dükkânların, nefis kebaplar, balıklar tüten lokantaların önlerinden geçerken midem göbeğimden doğru çekilir, büzülür, açılır, sızlar, bir şeyler olur. Bütün ömrümde ona böyle lezzetli yiyecekler veremediğim için sanki bana lanetler eder. Bazı da masaların önünde domuz gibi kalın enseli, kırmızı pancar suratlı, ayı yapılı müşteriler görürüm. Fesi çıkarmış, başını tabağına eğmiş, her lokmayı yutuşunda hazzından gözlerini yumup açarak gövdeye atıştırıyor. ‘Artık yeme be herif, çatlayacaksın!’ narasıyla sokakları çınlatacağım gelir. Bazı da masa başında armut sapı boyunlu sıska, sarartma kimselerin önlerindeki tavuğu iştahsızlık tereddütleri içinde on defa evire çevire istemeye istemeye yediklerini görür de fena hâlde sinirlenirim. Bu, yemeğe karşı tokgözlü adamın ince ense köküne bir yumruk indirerek ‘Kalk be miskin, o tabağın başına ben geçeyim de tavuk nasıl yenirmiş gör. O nimetin kadrini bilmek için niyetsiz olarak aylarla döngel orucu tutmalısın.’ demeli. Pek sofu, namazcı kimseler üç ayları tutarlar. Biz evce altı ayları, seneleri tuttuk. Bu kadar mide işkencesi çektik. Hiç şüphesiz bu açlığımız sahici oruç gibi ahirete de sevap yazılmadı.”

      Aziz hepsine karşı yaltaklanmakla boyun kırarak dedi ki:

      “Ah ağabeylerim, velinimetlerim, sayenizde midem yemek, cebim para görecek. Şimdiye kadar çaldığım şeylerden karnımdan çok sırtıma yumruk yedim.”

      Veysi: “İlerisi belli olmayan bir iş için bize öyle peşin teşekkür etme. Bizimle beraber yumruk, belki de bıçak, kurşun yemeyeceğin ne malum. Oğlum bu iş götürü can pazarlığıdır.”

      Aziz: “Razıyım ağabey; miskin, СКАЧАТЬ