Название: Divan Şiirinden Seçmeler
Автор: Bilge Ekinci
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6865-13-6
isbn:
İnci ve yakutla işlenmiş bir düğün ağacı sandım: Erguvan üzerine yağmur damlaları dökülmüş. Bak, göğün vazosunda incilerle işlenmiş bunca düğün ağaçlarını gör, gene kudretli Tanrı’nın sanatı onları nasıl bezemiş! Çiçek yapraklarını hava öyle göğe çıkardı ki bu dönen çarkın kubbesi yıldızlarla dolu görünüyor.
Buhur-ı Meryem çiçeğinin kokusu İsa’nın nefesi geçiniyor, zambak Musa gibi beyaz elini açtı. Güzel gül, sabahleyin, mahmurluğunu gidermek için zerrinin kadehini gül rengi şarap dolusu etmiş.
Dehen-i gonce-i ter türlü letâif söyler
Gülüp açılsa acep mi gül-i rengîn-ruhsâr
Güher-i fırsatı aldırma sakın devr-i felek
Sim ü zerle gözünü boyamasın nergis-vâr
Câm-ı mey katraları sübha-i mercân olsun
Geliniz zerk ü riyâdan edelim istiğfar
Lâle sahrayı bugün kân-ı Bedahşan etti
Jâle gülzâra nisâr eyledi dürr-i şehvâr
Dâmenin dürr ü cevâhirle pür etti gül-i ter
Ki ede hâk-i der-i Hazret-i Paşa’ya nisâr
Taze goncanın ağzı türlü türlü latifeler söylüyor: Yanağı renkli gül gülüp açılsa şaşılır mı?
Fırsat incisini sakın elden kaçırma; feleğin devri nergis gibi altın ve gümüşle gözünü boyamasın. Şarap kadehi damlaları tespih taneleri olsun, gelin, gösterişçilikten ve ikiyüzlülükten tövbe edelim. Lale bugün kırları Bedahşan maden ocağına çevirdi; çiy, gül bahçesine büyük inciler saçtı. Taze gül, Paşa Hazretleri’nin kapısının toprağına saçmak üzere, eteğini inci ve elmaslarla doldurdu.
Ey pâybend-i dâmgeh-i kayd-i nâm ü nenk
Tâ key havâ-yı meşgâle-i dehr-i bî-direnk
An ol günü ki âhîr olup nevbahâr-ı ömr
Berg-i hazâna dönse gerek rûy-i lâlerenk
Âhir mekânın olsa gerek cür’a gibi hâk
Devrân elinden erse gerek câm-ı ayşa senk
İnsân odur ki âyine-veş kalbi sâf ola
Sînende n’eyler âdem isen kîne-i pelenk
İbret gözünde niceye dek gaflet uykusu
Yetmez mi sana vâkıa-i şâh-ı şîr-i cenk
Ol şehsüvâr-ı mülk-i saâdet ki rahşına
Cevlân deminde arsa-i âlem gelirdi tenk
Baş eğdi âb-ı tîğına küffâr-ı Engürûs
Şemşîr-i âb-ı gevherini pesend eyledi Firenk
Yüz yere koydu lûtf ile gülberg-i ter gibi
Sandûka saldı hâzin-i devrân güher gibi
Hakkâ ki zîb ü zînet-i ikbâl ü câh idi
Şâh-ı Sikender – efser ü Dârâ – sipâh idi
Gerdûn ayağı tozuna eylerdi serfürû
Dünyâya hâk-i bâr-gehi secdegâh idi
Kemter gedâyı az atâsı kılardı bay
Bir lûtfu çok mürüvveti çok pâdişâh idi
Hâk-i cenâb-ı hazret-i dergâh-ı devleti
Fazl u belâgat ehline ümmîdgâh idi
Hükm-i kazâya verdi rızâyı eğerçi kim
Şâh-ı kazâ – tüvan u kader destgâh idi
Gerdûn-ı dûna zâr u zebûn oldu sanmanız
Maksûdu terk-i câh ile kurb-ı İlâh idi
Ey şan alma arzusu ve kötülenme korkusu ile ayağı bu âlemin tuzağına tutulmuş olan insan! Bu kararsız dünya ile uğraşma hevesi daha ne zamana kadar sürecek? Unutma ki bir gün gelecek, ömür baharı sona ererek lale renkli yüzün güz yaprağına dönecektir. En nihayet, devran elinden içki kadehine bir taş dokunacak ve o kadehin içindeki son yudum gibi senin de son yerin toprak olacaktır. İnsan odur ki kalbi ayna gibi saf olur, eğer insan isen kalbinde kaplan kininin ne işi var? İbretle bakması gereken gözünde daha ne zamana kadar gaflet uykusu olacak? O savaş aslanı padişahın başına gelen sana yetmez mi? O büyük saadet ülkesi süvarisi ki sürdüğü zaman atına dünya meydanı dar gelirdi. Onun kılıcının suyuna Macar kâfirleri baş eğmiş, palasının cevherini Frenkler takdir etmişti…
Taze bir gül yaprağı gibi tatlı tatlı yüzünü yere koydu; dünya hazinedarı onu bir elmas gibi sandığa saldı.
Allah için, gerçekten yüksek makamın süsü ve güzelliği idi; İskender taçlı ve Dara askerli bir padişahtı. Gök, ayağının tozuna baş eğerdi; makamının toprağı âleme secde yeri idi. Azıcık bahşişi en aşağılık dilenciyi bey ederdi; lütfu çok, mertliği ve cömertliği çok bir padişahtı. O yüksek şahsiyetin devlet makamının kapısındaki toprak değer ve sanat sahipleri için bir ümit yeri idi. Gerçi kazanın hükmüne razı oldu ama kaza kuvvetli ve kader kudretli bir hükümdardı. Alçak feleğe âciz kalarak baş eğdi sanmayınız; maksadı, mevkiini terkederek Allah’ın yakınına gitmekti…
Mülk-i cihanı gözlerimiz görmese n’ola
Rûşen cemâli âleme hurşîd ü mâh idi
Hurşîde baksa gözleri halkın dolagelir
Zirâ görünce hâtıra ol mehlikâ gelir
Döksün sehâb kaddin anıp katre katre kan
Etsin nihâl-i nârveni nahl-i ervugân
Bu acılarla çeşm-i nücûm olsun eşk-bâr
Âfâkı tutsun âteş-i dilden çıkan duhân
Kılsın kebûd câmelerin âsmân siyâh
Giysin libâs-ı mâtem-i şahı bütün cihân
Yaksın derûn-ı sîne-i üns ü perîde dâğ
Nâr-ı firâk-ı Şah Süleymân-ı kâmrân
Kıldı firâz-ı küngüre-i arşı cilvegâh
Lâyık değildi şânına hakkâ bu hâkdân
Mürg-i revânı göklere erdi Hümâ gibi
Kaldı hazîz-i hâkte bir iki üstühân
Çâpüksüvâr-ı arsa-i kevn ü mekân idi
İkbâl ü izzet olmuş idi yâr ü hem-inân
Serkeşlik etti tevsen-i baht-ı sitîze-kâr
Düştü zemîne sâye-i eltâf-ı Kirdigâr
Olsun gamında bencileyin zâr ü bi-karar
Âfâkı gezsin ağlayarak ebr-i nevbahâr
Tutsun cihânı nâle-i mürgân-ı subh-dem
Güller yolunsun âh СКАЧАТЬ