İki paragrafın daha özel açıklamalar gerektirdiği görülür. İlk olarak, görüş analizi ile ilgisi olan. Bu kısımdaki güçlük diğer birçoğu gibi eski ve modern düşünürlerin arasında yaygın olan düşünce biçimleri arasındaki farklarla açıklanabilir. Bize göre duyu algıları, onlara eşlik eden zihin eylemlerinden ayrılamaz. Şekil, renk, mesafe bilinci, onlara aracı olan basit algılamadan ayırt edilemez. Oysaki Platon’a göre algı, Heraklitosçu algı akışıdır; nesnelerin görüntüsü kendilerini deneyimlenen görüşe sundukları düzende değil, bir yenidoğanın yarı uyanık gözüne karışık ve bulanık görünmeleridir. Zihnin ilk hareketi bu kaosu düzene sokma denemesinden çıkar ve algının etkilerinin düzenlenebileceği farklı fikirleri şekillendirmek için mantık gereklidir. Böylece şu soru ortaya çıkar: “Büyük olan nedir? Küçük olan nedir?” ve görünen ile anlaşılır olanın ayrımı başlar.
İkinci zorluk Platon’un harmonik ile ilgili düşüncesiyle alakalıdır. Harmonistlerin üç sınıfı onun tarafından şöyle ayrılır: İlk önce, bir önceki müzik tartışmasında Damon’a yaptığı gibi danışmayı teklif ettiği Pisagorcular. Sanatın uzmanları olarak kabul edilirler fakat hep birlikte onun daha ileri öneminin ve iyiyle ilişkisinin bilgisinde eksiktirler. İkinci olarak, Glaukon’un kafası karışmış görünen ve hem onun hem Sokrates’in sesler arasındaki boşluklarla sadece oskültasyonla deney yaptıklarını söylediği salt empirikler. Bu iki grup da Platon’un, tamamen soyut bir şekilde çalışılması gereken ahenk ideasını açıklamakta, önce problemler yöntemiyle, ikinci olarak da evrensel bilginin iyi ideasıyla ilişkisinin bir parçası olarak açıklayarak çeşitli derecelerde yetersiz kalırlar.
Alegorinin felsefi olduğu kadar siyasi bir anlamı da vardır. Mağara, siyaset veya hukukun dar bir kısmını temsil eder (Theaitetos’taki filozof ve avukat tanımıyla kıyaslayın.) ve sonsuz fikirlerin ışığının, alt dünyaya dönenlerin zihinlerinde rahatsız edici bir etki bırakması gerekmektedir. Diğer bir deyişle, onların prensipleri pratikte uygulamak için çok geniştir. İşleri bugünleyken geçmişte ve gelecekte çok uzağa bakmaktalardır. İdeal olan, gerçek hayatın koşullarına indirgenemez ve genellikle onlarla uyumsuzdur. Ve ilk olarak geri dönenler, gölgelerin ölçüsünde mağaradakilerle rekabet edemezler ve onlar tarafından alaya alınıp eziyet edilirler. Fakat bir süre sonra mağaradaki şeyleri hiç yukarı çıkmamış olanlardan daha gerçek oranlarda görürler. Filozof olmuş siyasetçi ile siyasetçi olmuş filozof arasındaki fark, iki tür bozuk görüşle sembolize edilir; biri karanlıktan aydınlığa geçmiş bir tutsak iken diğeri mağaraya inen ahbaplarının iyiliği için kendi isteğiyle ilahi elçidir. Parlak ışığın aşağıdaki dünyanın sakinlerine ne şekilde doğduğu veya iyi ideasının siyasetin nasıl yol gösterici ilkesi olduğunu Platon açıklamamıştır. Glaukon’un ısrarla bilgilenmek istediği diyalektiğin özellikleri ve bölümleri gibi, belki açıklamanın önceki bilimlerden bir öğrenci hariç kimseye verilemeyeceğidir. (Sempozyum)
Devlet’in bu kısmındaki pek çok örnek, günlük hayatta ve çağdaş siyasatte de görülebilir. Çünkü bizim aramızda da görüşü iki farklı şekilde bozulmuş iki tür siyasetçi veya devlet adamları olmuştur. İlk olarak, Burke’ün deyişiyle “genel ilkelerin atfedildiği” büyük adamlar olmuştur. Bunlardan bazıları, J. S. Mill veya Burke’ün kendisi, siyasetçi olmadan önce kuramcı veya filozof olmuşlardır. Ya da tarih öğrencileri olup 1688’deki İngiliz Devrimi gibi büyük tarihi benzerliklere yol açmışlardır. Ya da muhtemelen Atina demokrasisi veya Roma Emperyalizmi’nin, modern olaylara baktıkları araç olmasına yol açmışlardır. Ya da belki bazı var olan kurumların uzun, çıkıntılı gölgeleri onların görüşlerini bulandırmıştır. Geleceğin Kilisesi, geleceğin Milletler Topluluğu, geleceğin “Toplum”u onların zihinlerini o kadar aldı ki o günün siyasetinin gerçek büyüklüğünü göremez oldular. Özgürlük, eşitlik, büyük kitlelerin büyük mutluluğu ya da bütün insanlığın kardeşliği gibi büyük fikirlerle kendilerinden geçtiler ve artık fikirlerin uygulamada sınırlandırılması ya da insan hayatının koşullarıyla uyumlu olması gerektiğini düşünmeye önem vermediler. Işıkla doludurlar fakat ışık onlar için yalnızca parlak bir sis veya körlüktür. Neredeyse herkes, her şeyi yanlış mesafede ve yanlış büyüklükte gören yarı eğitimli ve coşkulu bir insan tanımıştır.
Bu göz bozukluğu bir diğeriyle zıt olabilir: Çok uzak mesafeyi göremeyen ama yakını görebilen biri; bütün hayatını bir işe veya mesleğe adamış biri; kendi grupları veya cemaatleriyle sınırlı olan biri. Bu tür insanlar için kendilerinin veya sınıflarının çıkarından başka evrensel bir olgu, kendi gibilerinin fikirleri dışında ilkeleri ya da sokaklarda veya derneklerinde öğrendiklerinden öte bilgi yoktur. Yüksek bir görev üstlenmek için, esnaflıktan generallere ya da siyasetçilere dönüşmek, öğretmenlikten filozofa dönüşecekleri daha büyük bir dünyaya gönderildiklerini varsayalım. Ya da bir anda hayatlarında ilk kez onlara daha üst bir Tanrı fikri ve manevi bir dünyanın varlığını gösteren içsel bir ışık aldıklarını hayal edin, bu ani dönüşüm veya değişim ile onların günlük hayatları bozulmaz ve öte yandan, insani konulara daha kapsamlı bir görüş benimsemelerine rağmen onların pek çok eski ön yargıları ve darlıkları hâlâ onlara yapışık kalır mı? Bunlara benzeyen örneklerden Platon’un iki tür bozukluğa maruz kalan görüş ile neyi kastettiğini öğrenebiliriz.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.
1
Latince; Şeytan. (ç.n.)