Название: Kahvehane hikayeleri
Автор: Allan Ramsay
Издательство: Maya Kitap
isbn: 978-625-8068-43-6
isbn:
BEDESTEN ESNAFI HACI’NIN BAŞINA GELENLER
Hacı evli bir adamdı, ama evli Türk erkekleri bile diğer kadınların albenilerine duyarsız değildir. Bir gün, muhtemelen gücü gittikçe artan resmi nikâhlı karısının etkisinin zayıf olduğu bir anda, çekici bir hanım dükkânına çeşitli baharatlar satın almaya geldi. Güzel ziyaretçisinin gitmesinin ardından Hacı onun görüntüsünü ve çekici gücünü aklından çıkaramamıştı. Besbelli ki dükkânına gelen Hanım’ın unuttuğu, içinde on iki buğday tanesi olan küçük siyah bir keseyi görünce daha da şaşırdı.
Hacı belki Hanım veya hizmetçilerinden bir tanesi kese için gelir ve bu ona Hanım’ı tekrar görme veya onun nerede yaşadığını öğrenme fırsatı verir diye o gece geç bir saate kadar dükkânında kaldı. Fakat hayal kırıklığına uğradı ve zihni iyice meşgul bir şekilde evine döndü. Karısının sorularını yanıtsız bırakarak, düşüncelere daldı ve karısı ile ziyaretçisi arasında birtakım karşılaştırmalar yaparak evinde oturdu.
Hacı günden güne kederlendi ve sonunda, karısının derdinin ne olduğunu öğrenme girişimlerine daha fazla kayıtsız kalamayarak, neler olduğunu samimi bir şekilde anlattı ve o günden beri ruhunun ziyaretçisinin kölesi olduğunu söyledi.
“Ah kocam benim” diye cevapladı karısı “Ve sen siyah kesenin içinde on iki tane buğday tanesi olmasının ne anlama geldiğini bilmiyorsun öyle mi?”
“Ne yazık ki hayır” diye cevapladı Hacı.
“Neden kocacığım, her şey gün gibi ortada. O kadın buğday pazarında, siyah kapısı olan, 12 numaralı evde yaşıyor.”
Çok heyecanlanan Hacı aceleyle fırladı, buğday pazarındaki 12 numaralı evi buldu ve hemen kapısını çaldı. Kapı açılınca bir de ne görsün: söz konusu hanımefendi ta karşısında! Fakat hanımefendi onunla konuşmak yerine, sokağa bir leğen suyu döktü ve kapıyı kapattı. Hacı onu bu kadar doğru şekilde yönlendirdiği için karısına duyduğu şükranla karışık garip duygularla, ama en çok da bu şekilde karşılanmasına şaşırmış biçimde, bir süre kapı yolunda oyalandı ve sonra evine döndü. Günlerdir karısını hiç selamlamadığı kadar hoş bir şekilde selamladı ve ona tuhaf karşılanmasını anlattı.
“Neden?” diye sordu karısı, “Sen kapıdan dışarıya atılan bir leğen suyun ne anlama geldiğini de mi bilmiyorsun yoksa?”
“Maalesef hayır” dedi Hacı.
“Vah! Vah! Bu, evin arka tarafında akan bir dere olduğunu ve senin de onunla orada buluşman gerektiği anlamına geliyor.”
Hacı yeniden dışarıya fırladı ve karısının haklı olduğunu gördü; kadının evinin arkasında akan bir dere vardı, böylcee Hacı arka kapıyı çaldı. Fakat Hanım kapıyı açmak yerine pencereye gelip bir ayna gösterdi, tersini çevirdi ve sonra gitti. Hacı evin arka kapısında bir süre oyalandı, ama başka hayat belirtisi göremeyince, daha kederli bir şekilde evine döndü. Eve girince, karısı onu şu şöyle karşıladı: “Eee, sana anlattığım gibi değil miymiş?”
“Evet” dedi Hacı. “Sen gerçekten muhteşem bir kadınsın. Maşallah! Fakat neden kapıyı açmak yerine, pencereye gelip bir aynanın önce ön yüzünü ve sonra da arka yüzünü gösterdi?”
“Hah!” derdi karısı, “Bu çok basit; kadın aynanın yüzünü tersine çevirdiğinde, yani saat on gibi gitmen gerektiğini anlatmaya çalışıyor.” Saat sonunda ona gelince Hacı aceleyle çıktı, ama karısı da peşinden çıktı; birisi sevdiğini görmeye, diğeri de polise haber vermeye gidiyordu.
Hacı ve onu baştan çıkaran kadın bahçede konuşurlarken polis onları yakaladı ve her ikisini de hapishaneye götürdüler. Hacı’nın eşi de görevini tamamlamış bir şekilde, eve döndü.
Hacı’nın karısı ertesi sabah birkaç lokum7 çöreği yaptı ve bunları hapishaneye götürdü. İçeri girmek ve ölmüşlerinin ruhuna yaptığı bu çörekleri mahkûmlara dağıtmak için izin istedi. Bu reddedilemeyecek bir istek olduğu için, kadının içeri girmesine izin verildi. Kadın kocasını baştan çıkaran kadının atıldığı hücreyi bulunca, ona, tüccar Hacı’ya bir daha kötü gözle bakmaması şartıyla, maruz kaldığı bu kara lekeyi temizleme teklifinde bulundu. Şartlar minnetle kabul edildi ve Hacı’nın eşi mahkûm kadınla yer değiştirdi.
Yargıcın önüne çıkarıldıklarında, Hacı karısını görünce şok oldu, ama akıllı bir adam olduğu için de sükûnetini korudu ve konuşma işini karısına bıraktı. Kadın hem kocasının hem de kendisinin aşağılanarak hapishaneye getirilmesini şiddetle protesto etti; çünkü onlar kanunen evliydi ve o gün bahçede sadece sohbet ediyorlardı. Şahit olarak bölgenin Bekçi’sini, İmam’ını ve birkaç da komşuyu çağırdı.
Zavallı Hacı’nın şaşkınlıktan dili tutulmuştu ve en azından bir ya da iki yıl kalacağını sandığı hapishaneden karısına “Sen gerçekten muhteşem bir kadınsın, maşallah! Maşallah!” diye diye çıktı.
HURDACI, BAHÇESİNDEKİ HAZİNEYİ NASIL BULDU?
Marmara Denizi’ne nazır ve tarihi İstanbul şehrine sınır olan kulelerin birinde, yaşlı bir hurdacı yaşar, cüruf ve işe yaramaz demir parçalarını toplayıp demircilere satarak kıt kanaat geçinirdi.
Sık sık da kendisini ekmek parası için bazen bir eşeğe nal yapmaya mecbur eden acıklı kaderine dert yanardı. Hiç şüphe yok ki, mümin bir Müslüman olarak, en azından eşeğe binebilme ayrıcalığına sahip olması gerekirdi oysa. İç dünyasındaki istekleri ise uyku saatlerinde gördüğü ve sıklıkla zenginlik ve lükse dair rüyalarla tatmin olmaktaydı. Fakat günün ilk ışıklarıyla birlikte gerçekle yüzleşmekteydi ve bu, isteklerini daha da artırıyordu.
Çoğu kez, meseleleri tersine çevirebilmek için uyku ruhunu çağırırdı, ama boşunaydı; güneşin doğmasıyla cüruf ve demir toplama işi başlardı.
Bir gece, rüyasına giren ziyaretçisine gecesini gündüze çevirmesi için yalvardı ve ruh da ona şöyle dedi: “Mısır’a git, bu isteğin sadece bu şekilde gerçekleşir.”
Bu umut verici söz gündüzleri aklından çıkmadı ve geceleri de rüyalarını süsledi. Bu düşünceyle kafasını o kadar bozmuştu ki karısı ona kapıda “Eve ekmek getirdin mi?” diye sorduğunda “Mısır’a gittin mi?” diye sorduğunu düşünerek, “Hayır, henüz gitmedim; yarın gideceğim” diye cevap veriyordu.
Sonunda, arkadaşları ve komşuları zavallı Ahmet’in, adamın adı buydu, durumundan endişe etmeye başlayınca, Allah’ın çetin bir sınava tabi tuttuğu ve aklını aldığı bir adam olduğunu düşünmeye başladıkları bir sabah, adam şöyle haykırarak evini terketti: “Gidiyorum! Gidiyorum! Bereketli topraklara gidiyorum!” Ve komşuları umutsuzluk içinde göğsünü döven karısını yatıştırmaya çalışırken, adam çekip gitti. Ahmet hemen kendisine İskenderiye’ye gittiğini söylenen bir gemiye bindi ve kaptanı oraya davet edildiği ve onu götürmeye mecbur olduğu СКАЧАТЬ
7
Yazarın burada kastettiği “lokma” olmalı. (ç.n.)