Fülfül büyüsü. Ece İrem Dinç
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Fülfül büyüsü - Ece İrem Dinç страница 6

Название: Fülfül büyüsü

Автор: Ece İrem Dinç

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8068-55-9

isbn:

СКАЧАТЬ diye mırıldandı Mihran. Göz kapaklarının üzerinde bir ton yük varmışçasına kirpiklerini acı içinde birbirine vurdu. Uyku saati çoktan geçmişti ancak uyuya direnmekte kararlı görünüyordu. Azra Hanım, oğlunun hüzünle ekşittiği yüzüne gülümseyerek baktı ve “Hayır,” dedi. “Bu kadar değil, dahası da var.”

      İskender ve askerleri, cadıların şehrinden ayrılıp yola devam ederler ve haftalar süren zorlu bir yolculuğun ertesinde sadece kadınların yaşadığı Şâdkâm şehrine varırlar. Şehirde, yaz kış yapraklarını dökmeyen efsunlu bir ağaç vardır. Bu ağaç, onların mabududur. Ağacın dibinde ise büyülü olduğuna inanılan küçük bir su birikintisi bulunur. Çocuk isteyen kadınlar buraya gelerek kurbanlar keser, bedenlerini ağacın gövdesine sürter, büyülü sudan içer ve en nihayetinde de tam dokuz ay sonra dünyaya bir kız evlât daha getirirler. İskender, bu efsaneyi dinledikten sonra nicedir aradığı âb-ı hayat suyunu bulduğunu zanneder ve Zülkarneyn-i Evvel’in mezarındaki levhada yazanları bir kenara bırakarak, ağacın dibindeki sudan içmek ister. Ne var ki İskender, henüz sözü edilen ağacın yanına bile yaklaşamamışken ansızın şiddetli bir tufan kopar ve ortalığı saran toz duman arasında herkes bir başka tarafa savrulur. Bir süre sonra kendilerine yeni bir yol bularak, karanlığın içinde yavaş yavaş ilerlemeye başlarlar. Derken içi altın, lâl ve yakut dolu bir kuyunun dibine varırlar. İskender, âb-ı hayat suyuna iyice yaklaştıklarını düşünerek sevince boğulur. Lâkin ne kadar yol kat ederlerse etsinler, yine de ölümsüzlük suyuna erişemezler. Bu sırada Hızır ise aniden ortadan kaybolur.

      “Kahraman Hızır nereye gitmiş?” diye sordu Mihran.

      “Hızır, âb-ı hayat suyunu herkesten evvel bulup içmiş ve İskender’in arzuladığı ölümsüzlüğe kavuşarak yerle gök arasındaki berzahta yaşamaya devam etmiş” diye yanıt verdi Azra Hanım.

      Mihran, kahramanlıklarının devamını dinlemeyi umduğu Hızır’ın ansızın ortadan kayboluvermesinden memnun olmamıştı. Vakitsiz ve tıpkı bıçak kesiği gibi bitiveren masallardan nefret ederdi. Başını kaldırıp annesinin yüzüne baktı ve

      “Başka bir kahramanlık yapmamış mı?” diye sordu.

      “Yapmaz olur mu hiç!” diye mırıldandı Azra Hanım. Elini oğlunun göğsüne koyup hafifçe dokundu.

      “O hâlâ burada, bizimle beraber. Özellikle de çocukların yanında. Ne vakit yüreğimizde dağ kadar büyük bir gam birikir, işte o vakit Hızır da hemen yanı başımızda bitiverir. Bizi korur, kollar. Zulüm üstüne zulüm görmemize mani olur.”

      Kahraman Hızır’ın hâlâ buralarda bir yerde olması Mihran’ın içini rahatlatmıştı. Derin bir nefes alıp, “Anne!” diye seslendi, “Sen hiç ondan yardım istedin mi?”

      Bu beklenmedik soru karşısında Azra Hanım’ın gözleri bulutlandı, bakışlarına koyu bir keder indi. Mahir bir manevrayla oğlunun küçücük ellerini avuçlayarak öptü. Mihran, annesinin dudakları arasından sızan belli belirsiz nefesi, şefkatle içine çekti. Azra Hanım, oğlunun sorusunu yanıtsız bırakırken, şuurunu kaybetmiş bir demkeş edasıyla bakışlarını yerdeki kilimin üzerine doğru devirdi ve kırık dökük bir sesle, “O,” diye mırıldandı.

      “O, bana ne yapmam gerektiğini söyledi.”

      Mihran Azraf Alacan, 1949 yılı Mayıs ayının ikinci Perşembesi, saat sabahın üçünü otuz yedi dakika on bir saniye geçe, ölüm denen şeyi ilk defa annesinin çehresinde bu kadar yakından gördü ve Azra Hanım’ın paslı bir çengelin ucunda sallanan cansız bedenine bakarken, “Hızır!” diye seslendi içinden.

      “Ben büyüyünce ne yapacağım?”

      Hızır ise oradaydı, Mihran’ın tam yanında, bir şah damarı mesafesinde duruyordu. Usulca kulağına eğilip, “Ey çocuk!” diye fısıldadı.

      “Büyüyeceksin! Büyüdüğün vakit şu dünyadaki bazı insanlar için ölümün tek çare olduğunu ve hayatın mazur görmediği buhranları ancak ölümün dindirebildiğini anlayacaksın. Şüphesiz ki yaşadığın bu acı, seni pek çoklarından daha evvel büyütecek. Lâkin gün gelecek, ömrünün Sahrası’nda yeniden mutlu bir siyabüş gibi bitecek ve acı ile kavrulmuşların ezberden bin efsun okuyabildiklerini göreceksin!”

      Bu korkunç hadisenin ardından Mihran’ın büyükannesi, hiç değilse bundan böyle Rabbinin, torununun tecellisini aydınlık kılması umuduyla nice adaklar adayıp, onlarca besili kurbanın kanını akıttı. Kocasının deyişiyle o melunlar diyarı İstanbul’dan sonra İskenderun da onlara bir dem huzur bahşetmemiş, hayatlarına feverandan başka bir şey getirmemişti. Fakat Behnane Sultan kararını vermişti. Torunu Mihran, büyüdüğünde İskenderun’da kalıp da geçmişiyle rûberû olmayacak ve gerisingeri İstanbul’a dönecekti.

      Behnane Sultan’ın kararı kati idi.

      3. Bölüm

      HAYAT

      An gelir, önce bir insan durur.

      Sonra bir sokak, derken bir semt ve bir şehir…

      Bir bakmışsınız, paldır küldür yıkılır bütün bulutlar.

Attila İlhan

      1

      Bazen Deli Olmama Ramak Kaldı Diye Düşünüyorum

İstanbul 1967

      Eğer bu kadar taşralı ve saf bir adam olmasaydı, yanı başında uyuyan şu liman fahişesi kılıklı kadınla birkaç defa daha sevişebilir, tıpkı esmer bir çikolatayı andıran çıplak, narin vücudunu -hiç çekinmeden- doyasıya seyredebilirdi. Belki üzerine de bir keyif cigarası patlatır, ardından da morfin yemiş koca bir fil misali kendini yeniden yatağa bırakırdı. Hâlbuki Mihran gibiler için “taşralı” ve “saf” sözcükleri kuvvetli birer uyarıcı niteliğindeydi. Söyler söylemez insanı kendine getiren, dışarıdaki dünyadan koparıp da bütünüyle içe döndüren, ayıltıcı, tekmilci ve koruyucu bir özelliğe sahiplerdi. Mesela taşradan gelen adamlar, o büyük şehir zamparaları gibi kollarına aldıkları her kadını aç bir gaga gibi doya doya dişleyemezlerdi, erkekliklerinin olduğu kadar çapkınlıklarının da bir sınırı vardı. Mihran da zaman içinde nefsi ile ahbap olmayı öğrenmiş, saf fakat bir o kadar da sabit fikirli bir adamdı. Onun arzuları hiçbir zaman seyyahlık oyununa soyunmamış, o hayalden öbürüne doğru fütursuzca akmamıştı.

      Kalkıp kendine sert bir kahve hazırlamayı düşündü. Başucunda duran cep saatine uzanıp baktı, beşe on iki vardı. Akşamdan kalma bol briyantinli saçları, sokak lambasından içeri sızan ölü ışığın altında hafifçe parlıyor, ince bir kemiği andıran kısa kavisli kaşlarının üzerine dökülen bir tutam saç ise yüzüne çocuksu bir ifade veriyordu. Şişkin, inik gözkapaklarını güçlükle aralayıp, sol yanında uyuyan kadının çıplak vücuduna baktı. O an Mihran’ın yerinde başka bir adam olsaydı belki, yanı başında gördüğü bu güzellik karşısında kendini cennette zannedebilirdi. Oysa Mihran için o an, o yatakta olmak tam bir cehennem hissiydi. İçi bulanıyor, başı dönüyor ve bir an evvel içine düştüğü bu cehennem hissinden kurtulup olabildiğince СКАЧАТЬ