Piramit ve Diğer Wallander Maceraları. Хеннинг Манкелль
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Piramit ve Diğer Wallander Maceraları - Хеннинг Манкелль страница 20

Название: Piramit ve Diğer Wallander Maceraları

Автор: Хеннинг Манкелль

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Kurt Wallander

isbn: 978-625-99813-2-1

isbn:

СКАЧАТЬ style="font-size:15px;">      Wallander kıyafetlerini değiştirip elini yüzünü yıkarken biraz kahve koymasını istedi. Yüzünü uzun süre soğuk suyla yıkayıp mutfağa gittiğinde, gecenin tüm yorgunluğunu üzerinden atmıştı. Kristina ona gülümsedi.

      “Uzun saçlı olmayan tanıdığım birkaç erkekten birisin,” dedi.

      “Bana yakışmıyor,” diye yanıtladı Wallander. “Ama tabii denemedim değil. Sakal da bırakamıyorum, gülünç duruyor. Mona sakalımı görünce beni ayrılmakla tehdit etti.”

      “O nasıl?”

      “İyi.”

      Wallander bir an ara verdiklerini anlatmayı düşündü.

      Aynı evde yaşarlarken Kristina’yla yakın ve güvene dayalı bir ilişkileri vardı. Yine de Wallander hiçbir şey söylememeye karar verdi. Stockholm’e taşındıktan sonra aralarındaki ilişki belirsiz ve daha düzensiz bir hâl almıştı.

      Wallander masaya oturup hâl hatır sordu.

      “İyi.”

      “Babam böbreklerle ilgili bir şey üzerine çalışan biriyle tanıştığını söyledi.”

      “Mühendis, yeni bir tür diyaliz makinesi geliştiriyor.”

      “Pek anlamadığım şeyler,” dedi Wallander. “Ama kulağa çok havalı geliyor.”

      Sonra Kristina’nın dilinin altında bir bakla olduğunu anladı, bakışlarından görebiliyordu.

      “Nedenini bilmiyorum,” dedi, “ama özellikle bir şey söylemek için gelmiş gibisin.”

      “Babama niye bu şekilde davrandığını anlamıyorum.”

      Wallander şaşırmıştı.

      “Ne demek istiyorsun?”

      “Ne düşünüyorsun? Toplanmasına yardım etmiyorsun. Löderup’taki evini görmek bile istemiyorsun ve sokakta karşılaştığınızda onu tanımıyormuş gibi yapıyorsun.”

      Wallander başını salladı.

      “Bunları mı söyledi?”

      “Evet, ve çok üzgün.”

      “Bunların hiçbiri doğru değil.”

      “Geldiğimden beri seni görmedim. Bugün taşınıyor.”

      “Ona gittiğimi sana söylemedi mi? Sonra da beni bu işin dışında tuttuğunu?”

      “Böyle bir şey söylemedi.”

      “Söylediği her şeye inanmamalısın. En azından benim hakkımda söylediklerine.”

      “Yani bu doğru değil mi?”

      “Hiçbiri doğru değil. Evi satın aldığını bile söylemedi. Bana göstermek istemedi, fiyatını bile söylemedi. Toplamasına yardım ederken eski bir tabak düşürdüm diye kıyameti kopardı. Ve işin doğrusu deli gibi görünse bile onu sokakta gördüğümde durup konuşuyorum.”

      Wallander pek ikna olmadığını görebiliyordu. Sinirlenmişti ama daha da üzücü olan, burada oturup onu azarlamasıydı. Bu ona annesini hatırlatmıştı, belki de Mona’yı. Helena da böyleydi gerçi. Ona ne yapacağını söyleyip her şeye burnunu sokan kadınlara dayanamıyordu.

      “Bana inanmıyorsun,” dedi Wallander, “ama inanman gerek. Stockholm’de yaşadığını ve onunla burada yaşayanın ben olduğunu unutma. Bu çok fark eder.”

      Telefon çaldı. Saat yediyi yirmi geçiyordu. Wallander açtı, arayan Helena’ydı.

      “Dün gece seni aradım,” dedi.

      “Bütün gece çalıştım.”

      “Kimse cevap vermeyince yanlış numara olduğunu düşündüm, bu yüzden kontrol etmek için Mona’yı aradım.”

      Wallander neredeyse ahizeyi düşürüyordu.

      “Ne yaptın?”

      “Mona’yı aradım ve telefon numaranı istedim.”

      Wallander’in bunun sonuçlarının ne olacağı konusunda hiç şüphesi yoktu. Helena’nın araması, Mona’nın kıskançlığının tüm gücüyle alevlenmesi anlamına geliyordu. İlişkilerini daha da çıkmaza sokacaktı.

      “Orada mısın?” diye sordu.

      “Evet,” dedi Wallander, “ama şimdi kız kardeşim burada.”

      “İşteyim, beni arayabilirsin.”

      Wallander telefonu kapatıp mutfağa döndü. Kristina merakla ona bakıyordu.

      “Hasta mısın?”

      “Hayır,” dedi. “Ama galiba şimdi işe gitmem gerek.”

      Salonda vedalaştılar.

      “Bana inanmalısın,” dedi Wallander. “Sana her söylediğine inanmamalısın. Vaktim olur olmaz onu görmeye geleceğimi söyle. Tabii eğer bana bu evin nerede olduğunu söyleme zahmetine girerseniz.”

      “Löderup’un kenarında,” dedi Kristina. “Önce bir kasaba marketinin yanından geçiyorsun, sonra söğütlerle çevrili bir yoldan aşağı iniyorsun. Yol bitince ev solda kalıyor, taş duvarla çevrili. Siyah bir çatısı var ve çok hoş bir ev.”

      “Oraya ne zaman gittin?”

      “İlk eşyalar dün gitti.”

      “Ne kadara aldığını biliyor musun?”

      “Söylemez.”

      Kristina gitti. Wallander mutfak penceresinden ona el salladı. Babasının onun hakkında söylediklerine öfkelenmeyi başka zamana bıraktı. Helena’nın söylediği daha ciddiydi. Wallander onu aradı. Şu an başka biriyle görüştüğü söylenince ahizeyi çarparak yerine koydu. Kontrolünü nadiren kaybederdi ama şimdi o âna yakın olduğunu fark etti. Tekrar aradı, hâlâ meşguldü. Mona ilişkimizi bitirecek, diye düşündü. Helena’ya yeniden kur yapmaya başladığımı sanıyor. Ne söylediğimin bir önemi yok, nasıl olsa bana inanmayacak. Tekrar aradı, bu sefer ulaşabildi.

      “Neden aramıştın beni?”

      “Bu kadar tatsız konuşmak zorunda mısın? Aslında sana yardım etmeye çalışıyordum.”

      Cevap verirken sesi yine buz gibiydi.

      “Gerçekten Mona’yı araman gerekli miydi?”

      “Artık seninle ilgilenmediğimi biliyor.”

      “İnanır mı sence? Mona’yı tanımıyorsun.”

      “Telefon СКАЧАТЬ