“Tabii ki Månsson görev başında ama ben senin de gidip ona yardım etmeni istiyorum. Ya da hatta vakayı tamamen sen üstlen. En kısa zamanda yola çıkmanı istiyorum.”
Çok sağ ol, diye düşündü Martin Beck. Gece bire çeyrek kala Bromma’dan bir uçak kalkıyordu ama Martin Beck o uçakta olmayı planlamıyordu.
“Yarın sabah erkenden gitmeni istiyorum,” dedi Emniyet Genel Müdürü.
Anlaşılan, uçuş takvimini bilmiyordu.
“Bu son derece karmaşık, hassas bir mesele. Hiç gecikme olmadan çözmek istiyoruz.”
Bir an sessizlik oldu. Martin Beck içkisini yudumlayıp bekledi. Nihayet karşıdaki adam devam etti, “Bu vakayı senin üstlenmeni yukarılardan birileri istedi.”
Martin Beck kaşlarını çattı ve Kollberg’in meraklı bakışıyla karşılaştı. “Palmgren bu kadar önemli miydi?” dedi.
“Öyleymiş işte. Bazı işlerinde çıkarları olanlar varmış.”
Klişeleri geçip baklayı ağzından çıkarsan ya, diye düşündü Martin Beck. Ne çıkarı, ne işi?
Anlaşılan üstü kapalı konuşmak mühimdi.
“Maalesef ne tür işlerle haşır neşir olduğuna dair net bir bilgim yok,” dedi.
“Hepsi hakkında sonunda bilgilendirileceksin,” dedi Emniyet Genel Müdürü. “En önemli şey, en kısa zamanda Malmö’ye gitmen. Malm’la konuştum, seni bu olaya bırakıyor. Bu adamı ele geçirmek için varımızı yoğumuzu ortaya koymalıyız. Basınla konuşurken çok dikkatli ol. Anlayabileceğin üzere, bu konu hakkında çok fazla yazılıp çizilecek. Eee, ne zaman yola çıkarsın?”
“Sabah dokuz ellide bir uçak var galiba,” dedi Martin Beck tereddütle.
“Tamam. Uçakta ol,” dedi Emniyet Genel Müdürü ve telefonu kapattı.
5
Viktor Palmgren, perşembe akşamı saat yedi otuz üçte ölmüştü. Ölümüne dair yapılan resmî açıklamadan yarım saat önce, durumuyla ilgilenen doktorlar, bünyesinin sağlam olduğunu ve sağlık durumunun da ciddi bir tehlikesi olmadığını söylemişti.
Adamın tek sorunu, kafasında bir kurşun olmasıydı.
Ölüm esnasında karısı, iki beyin cerrahı, iki hemşire ve Lund polis merkezinden dedektif komiser yanındaydı. Ameliyatın yüksek risk taşıdığına dair ortak bir karara varılmıştı ki sıradan bir insan bile bunun mantıklı olduğunu anlardı. Çünkü Palmgren’in ara sıra şuuru açılıyordu, hatta bir keresinde, onunla iletişim bile kurabilmişlerdi.
O esnada perişan hâldeki polis, ona iki soru sormuştu: “Sizi vuran adamı iyice görebildiniz mi?” ve “Adamı tanıyor muydunuz?”
Verdiği cevaplar muğlaktı, birinci sorunun cevabı olumluydu ve ikincinin cevabı olumsuzdu. Palmgren katili olacak kişiyi görmüştü ama hayatında ilk ve son kez.
Yani bu bilgilerle durum daha da açıklığa kavuşmuyordu. Malmö’de ise Månsson’un suratı ağır çizgilerle buruşmuştu ve yatağının ya da en azından temiz bir gömleğin özlemini çekiyordu.
Dayanılmaz derecede sıcak bir gündü ve polis merkezinde klima yoktu.
Elindeki tek ufacık ipucunu kaçırmışlardı. Ah şu Stockholm’lüler, diye düşündü Månsson.
Ancak Skacke’yi düşündüğü için dışından söylemedi bunu. Bu genç polis hassastı.
Ayrıca, bu ipucu çok da değerli miydi, onu da bilmiyordu.
Belki de koftu.
Yine de işte. Danimarka polisi, Springeren çalışanlarını sorguya çekmişti ve Malmö’den Kopenhag’a akşam dokuz seferindeki gemide, bir adam hosteslerden birinin dikkatini çekmişti çünkü adam otuz beş dakikalık yolculuğun ilk kısmı boyunca kıç güvertesinde kalmak istemişti. Dış görünüşü, en çok da giysileri verilen tarife uyuyordu.
Elde bir şeyler var gibiydi.
Gerçek şu ki bu deniz otobüslerinin güvertesinde ayakta durulmazdı çünkü bunlar gemiden çok uçağa benzerdi. Hatta yolculuk esnasında açık havada durmanıza bile izin verilmeyebilirdi. Adam sonunda aşağı yürümüş ve koltuklardan birine oturmuştu. Vergisiz çikolata, alkol ya da sigara satın almamış ve bu nedenle arkasında herhangi bir yazılı not bırakmamıştı. Bir şey satın almak için, basılı bir sipariş formu doldurmak gerekiyordu.
Bu kişi, neden olabildiğince uzun süre güvertede kalmaya çalışmıştı acaba?
Belki de suya bir şey atmak için.
Ama ne?
Silahı mı yoksa?
Eğer aynı kişiyse, bu durumda silahtan kurtulmak istemiş olabilirdi.
Eğer bahsi geçen adam deniz tutmasından korkuyorsa, bu yüzden temiz hava almak istemiş de olabilirdi.
“Eğer, eğer, eğer,” diye kendi kendine mırıldandı Månsson ve dişlerinin ortasındaki kürdanı kırdı.
Çok berbat bir gündü. İlk olarak, içeride oturmak mecburiyetindeysen, sıcaklık tahammül edilemez raddedeydi. Dahası, pencerelerin ardında, yakıcı ikindi güneşine tamamen maruz kalıyordunuz. İkincisi, eli kolu bağlı beklemek de dayanılacak gibi değildi. Bilgi beklemek, onlarla bir türlü temasa geçmeyen tanıkları beklemek zorundaydı.
Olay yeri incelemesi kötü gidiyordu. Yüzlerce parmak izi bulunmuştu fakat bunların Viktor Palmgren’i vuran adama ait olduklarını varsaymak için hiçbir neden yoktu. En büyük umutları penceredeydi fakat camda kalan birkaç iz de tespit edilemeyecek kadar bulanıktı.
Backlund, boş kovanı bulamadığı için çok sinir olmuştu.
Bu yüzden defalarca telefon etti.
“Nereye gitmiş olabilir, anlamıyorum,” dedi sinirle.
Månsson bu sorunun cevabı o kadar kolay ki Backlund bile çözebilmiş olmalıydı, diye düşündü. Bu yüzden inceden alayla şöyle dedi, “Bir teorin olursa haber ver.”
Hiçbir ayak izi de bulamadılar. Yemek salonunda o kadar insan dolaştığından ve duvardan duvara halıda ayak izi çıkarmak zor olduğundan bu sonuç da oldukça doğaldı. Pencere dışında, adam bir pervaza basmış, oradan kaldırıma atlamıştı. Çiçekleri bir güzel ezmişti fakat Adli Tıp uzmanlarına pek bilgi bırakmamıştı.
“Şu akşam yemeği,” dedi Skacke.
“Evet, ne olmuş?”
“Özel bir toplantıdan çok, sanki iş yemeğine benziyor.”
“Olabilir,” dedi Månsson. “Masada oturanların listesi elinde mi?”
“Hemen СКАЧАТЬ