Название: Savoy Cinayeti
Автор: Пер Валё
Издательство: Ayrıksı Kitap
Серия: Martin Beck
isbn: 978-625-99187-0-9
isbn:
Ne yaz ama, diye düşündü Månsson. Her on yılda bir yaşanır böylesi. Sen de burada kravat, gömlek ve ceketle tam bir kalın kafalı gibi dikiliyorsun, hem de Falsterbro’da plajda uzanmak ya da evde şortla, içkin elinde takılmak dururken!
Sonra başka bir şey geçti aklından. Malikâne eskiydi, muhtemelen yüzyılın başından kalmaydı, kesinlikle bir iki milyona yeniden düzenlenip modern bir görünüme kavuşmuştu. Bu evlerin genellikle arka girişi olurdu; bahçıvan, aşçı, hizmetçiler, uşaklar ve bebek bakıcıları arkadan girip çıkarlardı. Böylelikle evin bey ve hanımının gözüne takılmamış olurlardı.
Månsson çit boyunca yürüyerek yandaki sokağa saptı. Evin bulunduğu arazi, koca bir blok uzanıyordu sanki çünkü çit hiç değişmiyordu, bozulmadan, geçit vermez hâliyle devam ediyordu. Månsson tekrar sağa saptı, arkaya doğru dolandığında aradığı şeyi buldu. Dökme demirden iki giriş kapısı vardı. Buradan bakınca ev görünmüyordu, uzun ağaçlar ve sık çalılarla örtülüydü. Ancak Månsson’un gözüne yeni yapılmış, kocaman bir garaj takıldı. Hemen yanında daha eski, daha küçük bir bina vardı. Buraya bahçe malzemelerini koyuyor olmalıydılar. Arka kapıda isim levhası yoktu.
Månsson ellerini giriş kapısının iki yanına koyup bastırdı. Kapılar kenara kayıp açıldı. Kapının kilitli olup olmadığını anlamasına gerek kalmadı yani. Ağaçların gölgesi altına girince, havanın ne kadar sıcak olduğunu anladı; yakasının altında ter damlacıkları birikti, kürek kemiklerinin arasından sırtına süzüldü. Månsson kapıları kapattı.
Garaja giden çakıl taşlı yolda tekerlek izleri göze çarpıyordu; bahçeye doğru kıvrılan patikalar granit karolarla kaplıydı.
Månsson ağaçların altından, evden tarafa doğru çimlerde yürüdü. Sarısalkımların ve yaseminlerin arasından geçti, tam tahmin ettiği gibi evin arka tarafına çıktı, burası sessiz ve ıssızdı. Pencereler, mutfak ve kiler merdivenleri kapalıydı ve bir sürü tuhaf ek bina vardı. Månsson bakışlarını eve doğru kaldırdı fakat çok yakın olduğundan pek bir şey göremedi. Sağa giden patikayı takip etti, çiçek tarhından yukarı devam etti, köşeden gizlice baktığında gösterişli şakayıkların arasında heykel gibi donakaldı.
Karşısındaki manzara birçok açıdan nefes kesiciydi. Çimenlik çok geniş ve yeşildi, İngiliz golf sahaları gibiydi. Ortada fasulye şeklinde bir havuz vardı, yanları açık mavi fayanslarla kaplıydı ve içi pırıl pırıl yeşil suyla doluydu. En uzak ucunda bir sauna, paralel barlar ve can simitleri vardı. Saunanın yanında bir egzersiz bisikleti duruyordu. Tahminen burası Viktor Palmgren’in o dillere destan mükemmel fiziğini koruduğu yerdi. Havuzun kenarında Bruno Mathsson koltuğuna benzeyen bir şeyde Charlotte Palmgren oturuyor, daha doğrusu gözleri kapalı, çıplak, sere serpe uzanıyordu. Çok iyi bronzlaşmıştı, bütün vücudu eşit şekilde bronzdu. Sarı saçlıydı. Eğer kadının doğal sarışın olmadığına dair bir şüphe varsa, bronz teninin üstünde neredeyse beyaz görünen, bacak arasında bir üçgen oluşturan ince tüyler bu teoriyi rahatlıkla çürütebilirdi. Yüzü incecik, duygusuz hatlara sahipti, profili belirgin, ağzı dümdüzdü. Çok zayıftı, kalçaları neredeyse doğal olamayacak kadar dardı ve beli küçücüktü. Genç kızlara yakışır göğüsleri vardı. Meme uçları küçük ve uçuk kahveydi, etrafları da cildin diğer kısmından daha açık tondaydı. Kadında, Månsson’u çeken hiçbir özellik yoktu. Bir mağaza vitrinindeki cansız mankenden farkı yok denebilirdi.
Şuna baksanıza, çıplak bir dul!
Hem neden olmasın ki? Dul kadınlar da bazen çıplak olabilir. Månsson şakayıkların arasında dururken kendini bir röntgenci gibi hissetti, ki aynen de öyleydi.
Ancak onu orada kalmaya iten sebep gördükleri değil de duyduklarıydı. Yakın civarda, fakat gözle görünemeyecek bir yerde hareket eden ve bir şeyler yapan birisinden şıngır şıngır sesler geliyordu.
Arkasından Månsson ayak sesleri duydu ve bir adam evin oluşturduğu gölgeliğin içinden çıktı. Charlotte Palmgren kadar olmasa da o da bronzlaşmıştı. Üstünde çiçekli bermuda şort vardı ve içinde açık kırmızı bir sıvı bulunan, iki uzun bardak taşıyordu. Pipet ve buz. Fena fikir değil.
Månsson adamı hemen fotoğraflardan tanıdı. Mats Linder’di bu, daha öleli kırk sekiz saat bile olmamış Viktor Palmgren’in en yakın iş ortağı ve sağ koluydu.
Adam çimenlerden havuza doğru yürüdü. Şezlongda arkasına yaslanmış kadın sol bacağını kaldırıp bileğini kaşıdı. Gözlerini bile açmadan sağ kolunu uzattı ve adamın elindeki bardaklardan birini aldı.
Månsson evin köşesine doğru geri çekildi. Dinledi. Önce Linder konuştu, “Çok mu keskin olmuş?”
“Yok, iyi,” dedi kadın.
Månsson kadının bardağı fayansa koyduğunu duydu.
“Ne fenayız değil mi?” dedi Charlotte Palmgren duygusuzca.
“Aman neyse, yine de güzel.”
“Evet, doğru.”
Kadının sesi hâlâ aynı kayıtsız tondaydı.
Bir süre ortalık sessizdi. Arkasından dul kadın davetkâr ve etkileyici bir ses tonuyla, “Mats, şu aptal şortu çıkarsana?” dedi.
Linder cevap verdiyse de Månsson asla öğrenemeyecekti çünkü şakayıkların arasındaki yerinden hemen ayrıldı.
Hızlı ve sessiz adımlarla gerisin geri yürüdü, kapıyı arkasından kapattı ve çitleri takip ederek iki sokak köşesini de dönüp bakır ön kapının önünde durdu. Bir saniye bile tereddüt etmeden zili çaldı.
Uzaklarda zil sesi yankılandı. Bir dakika geçmeden ayak sesleri yaklaştı. Dikiz deliği açıldı, açık mavi-yeşil bir göz ona baktı. Månsson bir tutam sarı saç ve abartılı uzun, teknik açıdan kusursuz kirpikler gördü.
Månsson kimliğini çıkarmış, aralığa doğru uzatmıştı.
“Rahatsız ettiğim için özür dilerim,” dedi. “Adım Månsson. Komiser.”
“Ah,” dedi kadın çocuk gibi. “Tabii ki. Polis. Birkaç dakika bekleyebilir misiniz?”
“Tabii ki. Bölmüyorum ya?”
“Ne? Yok, yok canım. Sadece iki dakika benim…” Anlaşılan sözünü uygun bir şekilde tamamlayamadı. Deliğin kapağı kapandı, hızla kapıdan uzaklaştı.
Månsson kol saatine baktı.
Kadının geri dönüp kapıyı açması sadece üç buçuk dakika sürdü. Gümüş rengi sandalet ve tiril tiril, gri bir elbise vardı üzerinde.
Altına bir şey giymeye vakti olmamıştır, diye düşündü Månsson, hem zaten gerekli de değildi. Kadının СКАЧАТЬ