Savoy Cinayeti. Пер Валё
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Savoy Cinayeti - Пер Валё страница 12

Название: Savoy Cinayeti

Автор: Пер Валё

Издательство: Ayrıksı Kitap

Жанр:

Серия: Martin Beck

isbn: 978-625-99187-0-9

isbn:

СКАЧАТЬ dedi Martin Beck dürüstçe. “Palmgren hakkında ne biliyorsunuz?”

      “Fazla bir şey bilmem. Limhamn taraflarında, en büyük, eski üst sınıf malikânelerden birinde yaşar. Kamyon yüküyle para kazandı, karısı ve o eski ev harici başka bir sürü yere de kamyonla para harcardı.”

      Edvardsson bir süre sessiz durdu. Sonra o bir soru sordu: “Siz Palmgren hakkında ne biliyorsunuz?”

      “Bundan daha fazlasını değil.”

      “Polis, Viktor Palmgren gibiler hakkında benim kadar az bilgiye sahipse, Tanrıya emanetiz,” dedi Edvardsson ve birasından büyük bir yudum aldı.

      “Palmgren tam vurulduğu sırada bir konuşma yapıyordu, değil mi?”

      “Evet, hatırlıyorum, ayağa kalkıp bir şeyler gevelemeye başladı, zırvaladı işte. Onlara hoş geldiniz dedi, emekleri için teşekkür etti ve hanımlara nutuk çekip eğlendi. Bayağı yetenekliymiş bu konuda; gayet şen şakraktı. Otel personeli de onları rahatsız etmemek için uzaklaştı; hatta müzik bile durdu. Garsonlar ortadan kayboldu, bense orada oturmuş, buz küplerimi emiyordum. Palmgren’in ne yaptığını sahiden bilmiyor musunuz, yoksa bu bir polis sırrı mı?”

      Martin Beck bira bardağını süzdü. Aldı. Dikkatlice bir yudum içti.

      “Açıkçası benim pek bilgim yok,” dedi. “Ama muhtemelen daha fazla bilgi sahibi olanlar var. Stockholm’de bir sürü yabancı iş yeri ve bir emlak şirketi.”

      “Anladım,” dedi Edvardsson ve düşüncelerine gömüldü.

      Bir saniye sonra, tekrar konuştu, “Katili çok az gördüm, dünden önceki gün de onlara anlattım. Polisten iki kişi üstüme düştü. Birisi saatin kaç olduğunu sorup durdu ve biraz daha zeki, daha genç bir polis daha vardı.”

      “O sırada pek ayık değildiniz, değil mi?” dedi Martin Beck.

      “Hayır. Tanrı biliyor ya, hiç değildim. Sonra dün de bir daha kafayı çektim, o yüzden hâlâ akşamdan kalmayım. Şu bitmeyen sıcaktan herhâlde.”

      Şahane, diye düşündü Martin Beck. Akşamdan kalma başkomiser, akşamdan kalma tanığı sorguya çekiyor. Çok verimli.

      “Bilirsin işte,” dedi Edvardsson.

      “Evet, bilirim,” dedi Martin Beck. Arkasından bardağı alıp kafasına dikti. Ayağa kalkıp, “Teşekkürler. Sizinle tekrar iletişime geçebiliriz,” dedi.

      Durdu ve bir soru daha sordu:

      “Bu arada, katilin kullandığı silahı görebildiniz mi?”

      Edvardsson tereddüt etti.

      “Düşünüyorum da şimdi, galiba gözüme çarptı, adam tam cebine sokarken. Silahlardan pek anlamam ama uzun, bayağı ince bir şeydi. Silindirli ya da her ne deniyorsa, ondan olan bir şeydi.”

      “Altıpatlar,” dedi Martin Beck. “Hoşça kalın, bira için teşekkürler.”

      “Yine beklerim,” dedi Edvardsson. “Ben şimdi beni kendime getirecek bir şeyler içmeliyim, sonra da buraları toparlayayım.”

* * *

      Månsson hâlâ masasında, aynı pozisyonda oturuyordu.

      “Ne demeliyim?” dedi Martin Beck içeri girince. “Nasıl geçti? Eee, nasıl geçti?”

      “İyi bir soru. Bayağı kötüydü bence. Orada durum nasıl?”

      “İyi değil.”

      “Duldan ne haber?”

      “Yarın bakacağım. Dikkatli olmakta yarar var. Kadın yasta.”

      7

      Per Månsson, Malmö’nün Möllevång Meydanı civarında işçi mahallesinde doğup büyümüştü. Yirmi beş yıldan uzun süredir polisti. Ömrü boyunca Malmö’de yaşamış birisi olarak şehri herkesten daha iyi bilir ve severdi.

      Buna rağmen şehrin bir bölgesi vardı ki burayı tanıma şansı hiç olmamıştı ve bu bölge onu hep huzursuz ederdi. Burası Västra Förstaden’di, hep zengin ailelerin yaşadığı Fridhem, Västervång ve Bellevue gibi mahalleleri vardı. Yirmiler ve otuzlardaki kıtlık yıllarını iyi hatırlıyordu, küçük bir çocukken Limhamn yolundaki malikânelerin arasında tahta sabolarıyla yürürdü, bazen akşam yemeği için ringa bulabilirdi. Pahalı arabaları ve üniformalı şoförleri, siyah elbiseli, önlüklü, kolalı başlıklı hizmetlileri ve tül etekli, denizci giysileriyle zengin çocuklarını unutamazdı. Bunlar o kadar uzaktı ki ona tüm bu ortam akıl almaz gelirdi, sanki bir masal gibi. O şoförler ve hizmetçi kızlar gitmiş olmasına ve zengin çocuklar dışarıdan bakıldığında diğer çocuklardan çok farklı görünmemesine rağmen, bir şekilde burası hâlâ öyle bir his taşıyordu.

      Sonuçta patates ve ringa kötü bir beslenme türü değildi ki babasız ve fakir büyümüş olsa da Månsson iri ve büyük bir adam olmuş, ‘zor yolu’ seçmiş ve sonunda başarılı olmuştu. En azından, kendini öyle görüyordu.

      Viktor Palmgren de bu bölgede yaşamıştı; sonuç olarak dul eşi de hâlâ burada yaşıyordu.

      Månsson şimdiye kadar o talihsiz akşam yemeği sofrasındaki insanların sadece resimlerini görmüştü ve haklarında bilgi sahibi değildi. Charlotte Palmgren hakkında sadece olağanüstü güzel bulunduğunu ve bir zamanlar Miss Bilmem-ne tacını aldığını biliyordu. İsveç güzeli miydi, yoksa kâinat mı? Sonra da manken olarak şöhrete ulaşmıştı ve kariyerinin zirvesinde, yirmi yedi yaşındayken Bayan Palmgren olmuştu. Şu anda otuz iki yaşındaydı, dışarıdan bakıldığında pek değişmemişti, çocuk doğurmamıştı. Dış görünüşüne çok vakit ve sınırsız para harcayabilen kadınlar nasıl görünüyorsa öyleydi. Viktor Palmgren ondan yirmi dört yaş büyüktü, bu da evliliğin hangi çıkarlara dayandığının göstergesiydi. Adam muhtemelen iş arkadaşlarına sergilemek için güzel bir şey istiyordu, kadınsa bir daha asla iş namına bir şey yapmak zorunda kalmamasını sağlayacak kadar para. Evlilikleri böyle yürümüştü.

      Buna rağmen, Charlotte Palmgren duldu ve Månsson biraz da olsa görgü kuralına uyabilirdi. Dolayısıyla, hiç hoşuna gitmese de siyah bir takım elbise, beyaz gömlek giydi ve kravat taktı, arabasına binip Regements Caddesi’nden Bellevue’ye kısacık bir yolculuk yaptı.

      Palmgren malikânesi, Månsson’un çocukluk anılarıyla tamamen örtüşen cinstendi, belki de anıları yıllar içinde hafif bir abartı tozuyla şişmişti. Sokaktan bakınca evin küçük bir kısmı görülebiliyordu, yani çatının bir köşesi ve rüzgâr gülü. Çit niyetine ekilmiş çalılar hem çok iyi biçilmiş hem de çok uzun ve gürdü. Månsson yanılmıyorsa, arkalarında dökme demirden bir parmaklık da olmalıydı. Arsa çok büyüktü ve çimenliği parklara benziyordu. Garaj yoluna giren parmaklıklı kapı da çalılar kadar geçilmezdi; bakırdandı, zamanla yeşillenmişti, geniş, yüksek ve kıvrımlı desenlerle süslüydü. Kapının bir yarısında abartı büyüklükte harfler vardı, artık tanıdık gelen şu isim okunuyordu: Palmgren. СКАЧАТЬ