Название: Gönülden Gönüle
Автор: M. Turhan Tan
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6862-45-6
isbn:
“Hele sen söyle!”
“Kar kurdu, bazı bilgiçlerin dediğine göre dut tırtılı (ipek böceği) gibi kırk ayaklıdır. Sırtında kırk benek vardır, her benek ayrı bir boyadadır. Böyle bir deri ne kaplanda ne yaban kedisinde ne de başka bir hayvanda görülmüştür. O çeşit çeşit beneklerin bu küçük cüssede parlaması akıllara şaşkınlık verir, gözleri kamaştırır.
Kurdun gözleri de acayiptir. Zümrüt taşı gibi yeşildir, pırıl pırıldır. Lakin bazen görülür, bazen görülmez. Var mıdır, yok mudur, fark edilmez. Ama vücudu gayet mevzundur.”
Akça Koca sordu:
“Bu hayvancık salt su mu soğutur?”
“Hayır! Onun hassaları çoktur. Suyu Kevser gibi soğutmasına gelinceye kadar daha neleri var neleri!”
“Söyleyin de biz dahi öğrenip şad olalım.”
“Bu kurdun en büyük hassası piri, civan etmesidir. Bir adam erkekliğini tüketse, amelden kalsa; bir hatun hayzü feyzden kesilip işe yaramaz olsa bu kurdu yemekle biemrillâh tazeleşirler, çiftleşmeye, döl alıp vermeye derman bulurlar. Gençler, kar kurdunu yeseler, pazıları çelik, bilekleri demir kesilir; kolları bükülmez, sırtları yere gelmez olur. Sizin anlayacağınız bu mübarek kurt değil, iksiri azamdır. Sönmüş yürekleri ateşlendirir, kurumuş kaynakları yeni baştan canlandırır. Onun gözleri keskinleştirdiği de rivayet olunur.”7
Abdal Murat gülümseyerek:
“Öyleyse.” dedi. “Pirin yardımcı, bahtın açık olsun. İnşallah bir değil, birkaç tane kar kurdu bulursun da birisini bizim Duğlu’ya verirsin. Aşağıda acı acı dert yanıyordu, akça pakça bir nesne görürse içine baygınlık geldiğini söylüyordu. Şu kurttan bir tane yutarsa civanlaşır, sürüsüne bakacak çobancıklar üretir!”
Geyikli:
“Sen eğlenegör.” dedi. “Ben bir kurt bulursam yapacağımı bilirim. Şimdi siz anlatın bakalım. Buraya niçin geldiniz?”
Bu suale Abdal Murat cevap verdi:
“Alçak gönüllülük edip bize yoldaş olursan Kırkpınar’a ineriz. Bir iki lokma alırız, sonra alpları dinleriz. Onlar tan yeri ağaralı taban tepip yürürler, bizimle dertleşmek isterler.”
Geyikli, yine Arapça bir muvafakat cümlesi savurdu:
“Allere’si vel’ayn!”
Duğlu da ayağa kalkarken mırıldandı:
“Âmin, âmin, âmin!”
ALPLARIN DERDİ
Ay, fezada dolaşmaktan yorulmuş da şânı âsümanisile mütenasip bir tevakkuf noktası arıyormuş gibi Uludağ’ın zirvesine yaklaşmış, o mualla noktada gümüş bir top gibi parlamaya başlamıştı. Şen ruhlu abdallar ve vakur alplar Dede Musa’nın misafiri sıfatıyla Kırkpınar’a inmişler, bir dere kenarına gelişigüzel oturmuşlardı. Çömezler, yeşil çimenler üstüne demet demet kül pidesi, bir çanak tereyağı ve bir külek taze bal koyarak mehtap altındaki kır sofrasını ikmal etmiş bulunuyorlardı. Geyikli Baba’nın sürüsündeki mevzun boyunlu, dilber bakışlı geyikler de uzandıkları yerde geviş getirerek o güzel sahneye tam bir dağ çeşnisi veriyorlardı.
Muhtasar lakin iştihaâver olan yemek yenilip buz gibi sular içildikten sonra o bezmin riyaset mevkisinde bulunan Geyikli Baba müzakereyi açtı:
“Dileğiniz nedir yiğitler? Kulağımız sizde.”
Akça Koca bir-iki öksürdü:
“Üçümüzün de tasası başka. Yaşça ben bunların büyüğüyüm. Önce kendi yüreğimdekini söyleyeyim: Ben yapılan işleri beğenmiyorum!”
Geyikli, Karlık’ta kar kurdu arayan ve bu muhayyel böcek hakkında yarı mizahi malumat veren latifeci adam vaziyetinden çıkmıştı. Gayet abus, bir hâkim gibi abus idi. Diğer abdallar da yüzlerine tunçtan bir örtü almış gibi ağır ve pür vekar bulunuyorlardı.
Akça Koca’nın sert ve müşteki bir sesle ortaya attığı mevzu üzerinde dört abdalın gözleri mütecessisane açıldı. Geyikli’nin ağzından mütehayyir bir sual fırladı:
“Neyi beğenmiyorsun ve niçin beğenmiyorsun?”
“Dili dilimize, dini dinimize uymayan ne idiği belirsiz çocuklardan çeri düzülmesini beğenmiyorum. Ha tavşandan tazı çıkarmak, ha Rum’dan çeri yapmak! Sonra ortada bir sürü ayrılışlar, büyüklükler, küçüklükler, karmakarışık işler var.”
“Peki bu işleri beğenmiyorsun. Ne yapmak diliyorsun?”
“İşin biçimsizliği işte orada ya! Hem beğenmiyorum hem ağız açamıyorum.”
“Neden açamıyorsun? Akça Koca’yı dinlemeyecek Türk yurdunda kulak mı var? Sen sesini çıkar, irili ufaklı herkes kulak kesilir.”
“Belki öyledir. Fakat benim görüşüm yanlışsa, bu çeri işi hayırlıysa o vakit ters söz söylemiş olmaz mıyım?”
“Demek ki Çandarlı’nın yaptıklarını hoş görmüyorsun.”
“Kendim için değil, bizden sonra gelecekler için hoş görmüyorum. Can çıkmadıkça huy değişmez derler. Ya kan değişir mi? Koca Çandarlı hiç oralarda değil. Her gün bir ‘yasa’ düzüyor. Başı büyüktür, bilgiçtir filan ama şu çeri işinde adımı ters attı sanıyorum. Aslan yuvasına böcek dolduruyorlar, yarın bizim çocuklarımız bunlarla nasıl bağdaşır?
Bu iş bana ağır geliyor. Sizin görüşünüz keskindir. Beni kandırın. İçimden şu üzüntü gitsin. Yarın öbür gün savaşa gideceğiz. Tanrı biliyor ya, şu çeri işini düşündükçe elim ayağım eksiliyor, isteğim azalıyor. Eğer benim görüşüm doğruysa söyleyin. Çandarlı’yla da Alettin’le de göğsümü gere gere karşılaşayım. Yaptıkları işi yine kendilerine bozdurayım. Ben yanlış görüyorsam yine söyleyin içim ferahlasın, güle güle savaşa gideyim.”
“Bu kadar mı?”
“Evet.”
Geyikli, Konur Alp’a döndü:
“Yiğit yoldaş, senin dileğin ne?”
“Benim sıkıntım da aşağı yukarı Akça Koca’nınkine benziyor. Ben de Rum kızlarının Türk erlerine, hem de alp oğlu alplara nikâhla avrat oluşuna içleniyorum. Kendi kavmine, kendi kabilesine yâr olmayan bu eksik eteklerden Türk’e ne hayır olacak sanki? Çok düşündüm, bu sırra aklım ermedi. Bir patavatsızlık etmemek için sesimi kısıyorum. Lakin yüreğim yanıp duruyor. Bir Türk’ün Rum kızı aldığını işitince içime ateş düşüyor. Bence yılanı gebe etmek, Rum kızlarından döl almaktan daha iyi. Hiç olmazsa onun rengi belli, zehiri belli. Bunların her şeyi karışık! Sizden akıl alırsam belki içim rahatlaşır. СКАЧАТЬ
7
Evliya Çelebi merhum, bütün efsaneler gibi bu masala da inanmış görünmektedir.