Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür. Hüseyin Rahmi Gürpınar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür - Hüseyin Rahmi Gürpınar страница 6

Название: Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür

Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-80-8

isbn:

СКАЧАТЬ onarılması mümkün değil.

      Karım, utancımı hafifletmek için dedi ki:

      “George Sand’in hıyanetlerini söylemek istiyordunuz. Yanıldınız. Bu romancının en büyük hıyaneti, en çok söylenmiş olanı, Alfred de Musset İtalya’da hasta, hem de pek ağır hasta yatarken şairin üstüne doktoru ile işlediği suçtur.”

      “Evet, evet… George Sand’in bu ünlü şaire hıyanetlerinden söz edecektim. Nasılsa ters söyledim.”

      George Sand hakkındaki bilgimden sıfırı aldım. Artık sussam ya… Ne gezer… Öyle uyanık, kültürlü bir kadının kocalığına layık olduğumu ispatlamak için benim de edebiyat konularında birkaç şey bilmem gerekti. Flaubert adını çok işitiyordum. Bu adam sakallı mıdır bıyıklı mıdır? Hayatta mıdır değil midir? Ne resmini gördüm ne biyografisini okudum. Ne de eserlerinden tek bir satır… Yalnız kuvvetle bildiğim bir şey, çok ünlü bir edip olmasıydı. Şimdi bu esas üzerine bazı bilgileri gümletecektim.

      Bir yazar nasıl ünlü olur? Şüphesiz çok eser yazmakla… Bu sağlam nokta üzerine artık George Sand’i erkek sanmak gibi bir faka basmak tehlikesi görmüyordum. Bunun için bütün hayranlığımı gözlerimde toplayan bir takdirle:

      “Hanımcığım, bu ne yaratıcı bir dimağ? Bu adam o kadar çok eseri nasıl yazdı? Millet Kütüphanesine dağ gibi roman yığdı. Hayret… Hayret… Doğrusu çok şaşılacak şey değil mi?”

      Bu defa karım kahkaha kopardı. Bilgisizliğimin derinliğine acınır gibi yüzüne çöken bir hüzünle:

      “Flaubert’in eserlerindeki üstünlük sayılarının çokluğunda değil, niteliğindedir.”

      Sabiha, “Madame Bovary”den başladı. Yazarın yediyi sekizi geçmeyen eserlerini birer birer saydıktan sonra:

      “Genellikle yanlış bir kanı vardır. Büyük yazarların değer ve dehâlarını eserlerinin çokluğu ile tartarlar. Fransa’da Victor Hugo, Balzac, Alexandre Duma, Emile Zola gibi çok yazan büyük muharrirler yaşamıştır. Ama bunlar bir sıraya hep şaheserler yaratmamışlardır. Hugo’nun eserleri içinde değersizleri de vardır. İnsanlık Komedyası külliyatında cılızları çoktur. Çok veren ağacın bütün meyveleri besli ve gıdalı olmaz. Bu yazarlar zamanlarını ünleriyle doldurmuşlardı. Bugün hemen hemen okunmuyorlar.

      Ama ‘Romeo ve Juliet’, ‘Tartuffe’, ‘Faust’ gibi hayat suyu ile yazılmış ölümsüz, olağanüstü eserler var. Bunların değerlerini yazarlarının yaratıcı güçleriyle ölçmeyip çok eser yazma nitelikleriyle ölçmeye kalkışmak kimin aklına gelir.

      Sonra ‘Paul et Virginie’, ‘La Dame aux Camélias’ ayarında şaheserler her kuşağın dimağından geçmek sihriyle, zamana dayanma, yüzyıllar boyunca yaşama nitelikleriyle seçkin eserlerdir. Birer defa okumakla bu hikâyelere doyulmaz. İnsan tekrar tekrar okur ve her okuyuşunda ağlar.

      ‘La Dame aux Camélias’ daha kim bilir ne kadar bir zaman yaşayacak? Okunacak? Operasının acıklı müziği dinleyenleri teessürlere düşürecek? Dramının sahnesi önünde daha kaç kuşak hıçkıracaktır?

      Bir yıl içinde devamlı olarak birkaç defa oynanan, üstün başarılar kazanan yeni eserler görüldü. Bunlar talaş alevi gibi birden parlıyordu. Çevrelerinde bir hayhuy bir gürültüdür gidiyor. Takdir naralarıyla ortalık inliyor. Sonra bu pırıltıyı, bu velveleyi yoğun bir karanlık, derin bir sessizlik izliyor. Artık hep ani heyecanların arkasından koşuluyor. İnsanlık ölmez eserleri selamlamak zevk ve şerefine erdi sanılıyor. Oysa büyük eserler geç ve güç anlaşılıyor. Ama bu kevserden tadanlar artık tadını unutmuyorlar, unutamıyorlar. Dimağlarımıza tatlı bir sanat sarhoşluğu vererek ruhumuzu aydınlatan, kafalarımıza ışık tutan şaheserler artık sinemanın icadıyla bir hayal oldu, seraba döndü…”

      6

      Hangi taşı kaldırırsanız karım altından çıkar. Saatlerce söyler. Bilmem ki bütün söyledikleri sağlam bir bilgiye mi dayanmaktadır? Ama bilgi bakımından her hâlde ben ona layık bir koca değilim.

      Devamlı olarak okur. Gazetelere makaleler gönderir. İmzası tanınmıştır. Gazeteler, mecmualar yazılarını paylaşamazlar. Bu devamlı okumalardan onun zihni her gün dolan bir bilgi hazinesine döner. Bunun taşan fazlasını ikimiz yalnız kaldığımız zamanlarda hep ben dinlerim. Daha doğrusu dinlemem. İçimden tünel geçerim. Ama dinler gibi görünürüm. Her günün okunan şeyleri o akşam benim kafamda patlar. Her ne kadar dinlemesem de kurgulu bir saat gibi durmadan işleyen bir ağzın dinleyicisi olmak insana sıkıntı veriyor. Bir edebiyatçı kadına koca olmak kendi deneyişime göre çekilir dertlerden değil.

      Bir akşam Hippolyte Taine’nin hüzünle neşe hakkındaki derin teorisini dinlerim. Neşe veya tasa ne şartlarla sanatçının kafasında doğar ve oradan nasıl sanata geçermiş? İşte kesinlikle beni ilgilendirmeyen bir soru. Öbür akşam Wietsche’den insan ruhu, sınırı ve bu konuda şimdiye kadar döndürülen deneme küresi üzerine ucu bucağı gelmez eski bir felsefe konuşması… İşte her gece böyle… Filozof değişir, konu değişir ama dırıltı hep dırıltıdır.

      Bir gün dayanamadım, karımdan sordum:

      “Hanımcığım, bana bir şey çok merak oluyor.”

      “Nedir?”

      “Siz benimle modern bir biçimde evlenmediniz.”

      “Ne gibi?”

      “Yalnız fotoğrafımı gördünüz. Yüz yüze görüşmeye, tanışmaya lüzum görmediniz.”

      “Ben geleneklere bağlı bir kadınım. Görüşüp tanışarak evlenenlerin mutlu olmadıkları meydanda. Atalarımız birbirini görmeden, genellikle ananın babanın seçtikleriyle evlenirlermiş. Elbette bunda bir hikmet var. İşte ben de bunu denemek istedim.”

      “Denemenizde mutlu bir sonuca ermenizi bütün kalbimle dilemekle beraber ikinci bir merakımın çözümünü de rica ederim.”

      “Buyurunuz.”

      “Bilgi bakımından hemen hemen şehrimizde bir tek hanımsınız. Niçin öğrenimce kendinize denk olabilecek bir koca aramadınız?”

      Karım tuhaf bir gülümseme ile yüzüme baktıktan ve elbisesinin kırmalarıyla oynadıktan sonra:

      “Bilir misiniz, iki bilgin birbiriyle iyi geçinemezler. İki güzel, iki çirkin, iki zeki, iki ahmak daima uygun birer çift olamazlar. Bu aynılıkta bir affinité nasıl söyleyeyim, bir kaynaşma olmaz. Bilgin bir koca, karşısındaki kadının zihnindeki türlü bilgileri zayıf görür. Dinlemek istemez. Devamlı olarak kendisini dinletmeye bakar.”

      Sonra karım sosyal sanat ve sanat için sanat konusuna girerek uzun bir konuşma tutturdu. Onun bu açıklaması karşısında benim içimden bir öfke damarı koptu. Ne demek? Bana bir koca diye değil, âdeta edebiyat üzerine dırdır dinletmek için varmış.

      İnsan herhangi bir konuyu anlamak isterse kitaplara başvurarak merakını giderebilir. Ama böyle öğrenmek istemediğiniz birtakım karmakarışık bilgiyi zihninize zorla doldurmaya kalkarlarsa sıkılırsınız.

      Ben СКАЧАТЬ