Название: Gönül Bir Yel Değirmenidir, Sevda Öğütür
Автор: Hüseyin Rahmi Gürpınar
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-80-8
isbn:
“Hos geldin Şadan Bey! Duyduk, duyduk, sen bize bırakıp başka karı alıyormuşsun. Ama âdet böyledir. Bıçak silmek için son defa buraya gelirler. Soram evlenirler.”
Ah, ahhh! O gece ben bıçağımı silmek değil, büsbütün pisleteceğimi biliyordum.
Kalyopi üzüntüsünden alnına bir mendil çatmıştı. Sözde hareketli bir sitem olarak beni dövdü, dövdü… Yumruklarının altında ezdi, öldürdü.
Sonra bütün öteki karıları kovdu. Kapıyı kapadı. Rakı çıkardı. Türlü türlü zararlı mezeler… Ben içmem direnişiyle çırpınıyordum. O içeceksin zorlamasıyla yumrukluyordu.
İki korkunç tehlike arasında idim: içki ile döşek… Karı kadehi zorla ağzıma döktü. Yarısı içeri yarısı dışarı gitti. İkinci döküşte biraz daha çokça yuttum. Rakı kokusu dayanma gücümü bitirdi. Sonunda perhizi tekme ile kapı dışarı kovduk. Kadehleri doldurduk. O bana, ben ona…
Dünyada erkeğin acaba kadından daha büyük şeytanı var mıdır? İçtik, içtik… Rakı beni sardı. Gözümden evlenme, hastalık, perhiz, korunma, her şey, her şey silindi. Yalnız o dakika, o içki ve eğlence anı kaldı.
Tepsi başından döşeğe, döşekten tepsi başına taşınıyorduk. Kalyopi boşandı. Aman Allah’ım, o ne gülünecek nağmeler, o ne yalancı gözyaşları… Evlendikten sonra haftada bir defa olsun kendisini ziyaret etmem için söz almaya uğraşıyordu. Rakıyı içtikten, döşeğe yattıktan sonra böyle bir ziyaret vaadini esirgemekte ne mana vardı? Onu da verdik. İş tamam oldu.
Sonra evin bütün yosmaları odaya doldular. Beni karga tulumba ile dışarıya çıkardılar. Başka bir odanın ortasına tüller çiçeklerle donatılmış bir cenaze döşeği yaymışlar. Çevresine mumlar yakmışlar. Beni üzerine yatırdılar. Ellerimi göğsüme koydular. Şarkılar okuyarak çevremde dolanmaya başladılar. Orospuların kimi okuyor kimi gülmekten kırılıyordu.
Daha sonra öpüşme ayini oldu. Hepsi gelip birer defa yüzümden öpüyorlardı. Aşüftelerin en utanmazları kulağıma ağza alınmaz edepsizlikler fısıldıyorlar, en sarhoşları yüzümden ısırarak beni bağırtıyor, sessiz durması gereken ölüyü diriltiyorlardı.
Ben kârhane ayini üzere böyle öldüm. Aklıma anam babam geldi. Kayınpederim olacak zat ve özellikle bir gece sonra nikâhlı kocası olacağım zavallı kız geldi. Hepsi gelip de bu kepazeliği görmeliydiler. Düğün dernek her şey geri kalırdı. Belki annemle babam bile kendi evlatları olduğumu inkâr ederlerdi…
Cenaze döşeğimin çevresinde rezalet taştı. Evin en ateşli sermayeleri şimdi birer birer koynuma giriyorlardı. Beni bitirdiler. Öpülmedik yerim kalmadı. Bende değil o hafta içinde, altı ay sonra bile güvey girecek takat bırakmadılar.
5
Eve döndüğüm zaman annem suratımı görünce benzimin bozukluğundan korktu:
“Şadan!” dedi. “Bu hâl ne? Ölü benzi bağlamışsın.”
Ben de içimden, Ah anacığım, falcı mısın? Benim ölüp dirildiğimi ermişler gibi nasıl da anladın? dedim.
Annem telaşla sözü sürdürdü:
“Söyle bana… Söyle, ne oldu sana? Üç ay hasta yatmış gibisin.”
“Üzüntüden böyle oldum? Evlenmesi öyle kolay bir iş değil…”
“Bu gece nerede idin?”
“Feridun Bey’e gittim.”
“Canım bir aralık evden ayrılmak olur mu? Baban seni kaç defa aradı. Bulamayınca da kızdı. Hakkı yok mu? Artık çocuk değilsin oğlum.”
“Anneciğim, evlenmenin şartları şurtları var. Ben birkaç defa güveyi girmedim. Acemi, toy bir çocuğum. Feridun Bey’den bazı şeyler öğrenmeye gittim. Sana söylenmez. Erkekçe şeyler…”
“Pekâlâ… Pekâlâ oğlum. Sakın gerdeğe girdiğin gece bir pot kırma. Güvey girmenin yolunu yordamını iyice güzelce öğrendin ya?”
“Merak etme anneciğim. Yüzünüzü kara çıkarmam.”
Annem: “Aha benim tosun evladım…” sözleriyle yüzümden öptü, arkamı okşadı. Ama ben o kadar hâlsizdim ki bu tosunluğuma içimden bir türlü inanmak gelmiyordu.
Annem bir akşam sonra oğlunun mürüvvetini görmeye hazırlanan bir ana gururu ile derin derin yüzüme bakarak:
“Yarın sabah erkenden amcan Hacı Münir Efendi gelecek. Baban, sen, üçünüz mezarlığa ölüleri ziyarete gideceksiniz. Büyükannenle teyzen seni ne kadar severlerdi. Mürüvvetini göremediler.”
Annem gözlerine toplanan acının sızıntılarıyla beraber burnunu da silerek:
“Sonra Hazreti Halit’e inip orada dua edeceksiniz. Ondan sonra da koltuğa gireceksin.”
Ah ben o kutsal yerlere nasıl gidecektim? Kaynar sularla kırk gün yıkasalar yine de temizlenmeyecek kadar kendimi ruhça, bedence mundar görüyordum.
Evliya ziyareti ve mezarlıktan önce ben bir, belki de birkaç doktorun vizitesine muhtaçtım. Ama ne cesaretle ne yüzle hangisinin karşısına çıkıp da derdime derman isteyebilecektim? Yıllanmış hastalığımın son kötü davranışımla azan yaraları birkaç saatin içinde nasıl şifa bulabilirdi? Böylece mucizeler gösterecek bir doktoru nerelerde bulabilirdim? Günahlarımı onlara bütünü ile açık seçik anlatsam, en ustasından en yenisine kadar hepsi beni yanlarından kovmaktan başka ne yapabilirlerdi? Ben işte böyle berbat bir hâlde gerdeğe girecek, her şeyden habersiz, bakir, masum bir kızın döşeğini, vücudunu, bütün ümitlerini, mutluluğunu kirletecektim…
Her şey oldu. Güvey girdim. Evet, dedikleri doğru, nikâhta başka, gerçekten başka keramet var. Sevdim. Galiba o da beni… Öyle bir ince diplomatlıkla işi idare ediyorum ki kendimden ummadığım bu ustalığa, bu becerikliliğe kendim de şaşıyorum.
Karım Sabiha Hanım öyle olağanüstü bir güzel değil. Ama sevimli. Kadınların deyimince yüreği yumuşak, terbiyeli, benzerlerine bakınca öğrenimi mükemmel, iyi piyano çalıyor, bülbül gibi Fransızca konuşuyor. Ünlü Fransız yazarlarını bütün eserleriyle, biyografileriyle tanıyor.
Bilgi bakımından ben yanında yayayım. Pek küçük düşmemek için bazen yarı atmasyon yolunu tutarak bilgiçlik taslamaya kalkışıyorum. Derhâl incelikle yanlışımı düzeltmeye ve beni incitmemeye bakıyor.
Bu düzeltmeler karşısında ben bir iki öksürük ve yutkunma ile hemen sözü değiştiriyorum.
Bu konuda size bir misal vereyim: Bir gece karım bana birçok şeyden söz etti. Ben o kaba hayvanın kaval dinlemesi gibi dinledim. Konuşma sırasında George Sand ile Gustave Flaubert’in adları geçti. Ben de bu alanda büsbütün kara cahil görünmemek için Yaradan’a sığınıp şöyle bir şey attım:
“George СКАЧАТЬ