Название: Eski Mektuplar
Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-87-7
isbn:
“Ne oldunuz babacığım, bir şeye mi hiddet ettiniz?”
“Senin amcana sıkıldım. Cebir ile seni oğluna almak istiyor.”
Meliha sapsarı oldu. Az kaldı bayılacaktı. Titrek bir seda ile cevap verdi.
“Muvafakat etmediniz ya babacığım?”
“Hiç mümkün mü evladım? Hiç kabil mi Meliha? Sadık iyi bir çocuk olsa bile, bu hareketimle ben ahdime vefasızlık etmiş olmaz mıyım?”
Meliha’nın yüreğine sular serpildi. Büyük bir minnetle:
“Teşekkür ederim babacığım.” dedi.
Daim Bey yalıdan çıkıp hanesine geldiği, vuku-ı hâli zevcesine anlattığı zaman, her ikisi de fevkalade müteessir olmuş, kabil olsa Kenan’ı boğmak derecelerine kadar varmışlardı. Fıtratın şeytanette ve melanette nadiren yarattığı bu iki vücut için onları öyle ümitsizliğe düşürüp, teessürle fikirlerinden vazgeçirmek, azimlerinden döndürmek ihtimali yoktu. Dolayısıyla Daim Bey’le zevcesi baş başa vererek hakikat-ı hâli de Sadık’tan gizli tutarak konuyu halletmek için derin düşüncelere daldılar. Tertip eylediği hile ve desiselerle… Daim Bey’in bir kat daha kurnazlığını arttıran zevcesi, evvela şöyle bir düşünce ortaya attı. Bir yolunu bularak zavallı Kenan’ı ortadan kaldırmak… Bu olmazsa sihir kuvvetiyle Meliha’nın kalbinde Sadık’a karşı bir hususi meyil uyandırmak. Ancak Daim Bey, Kenan’ın ortadan kaldırılması ve sihir kuvvetiyle bir şeyler yapılmasına pek de taraftar olmadı. O daha başka yolların denenmesini arzuluyordu.
İleri sürdüğü bu lanetli fikirlerini kocası benimsemeyince hanımefendi bir müddet sağ eliyle şakaklarını sıkıp dişleriyle, âdeta kan akıtırcasına dudaklarını ısırdıktan sonra, siyah gözlerinde parlayan şeytani kıvılcımlar Daim Bey’in nazarıdikkatini celp etmiş ve ettiği suale başka bir cevap almıştı:
“Şimdi buldum… Bey, biraderiniz zaten hastalıklı bir adam değil midir? Allah bilir ama çok çok daha bir sene kadar yaşayabilsin. Hâlbuki Kenan İstanbul’da beş sene kalacak. Bu kadar müddet zarfında neler olur, neler! Şimdi biz sükût eder, netice-i hâli bekleriz. İyi tedbir değil mi?”
“Bak bu tedbire bir diyeceğim yok. Ben burasını düşünememiştim. O hastalıklı, miskin herif dediğin gibi bir seneden ziyade yaşayamaz. O öldükten sonra…”
“O öldükten sonra Meliha’nın emanetçisi sen olacaksın. O zaman canı isterse Sadık’a varmasın. Geçer, o güzelim yalıda büyük bir sefayla otururuz. Kenan’ın hakkından gelmek o vakit işten bile değildir.”
Daim Bey’in dudaklarında şeytani bir tebessüm parladı. Bu teminattan, bu şeytani mülahazadan pek memnun oldu. Zevcesi tekrar söze müdahil olarak dedi ki:
“Sizin için bundan sonra yapılacak bir şey varsa o da biraderinizle hoş geçinmek, onun hiddet ve nefretine sebep olacak hareketlerde bulunmamaktır. Zira o herifin ne kadar hiddetli ve inatçı olduğunu pekâlâ bilirsiniz. Kızmaz, kızmaz ama bir defa da hiddet edecek olursa âlem başına zindan olur, onu teskin etmek, ihtimalin haricinde kalır. Sonra planlarımız da zevkusefamız da mahvolur. Anlıyor musunuz?”
Daim Bey zevcesinden aldığı bu fikir üzerine gelmiş, biraderiyle oturup hiçbir şey olmamış gibi iyi davranmıştı. Artık Meliha’ya gelinim demiyordu. Saim Bey zahiren müsterih, mütebessim görünüyordu. Fakat bu işin altında müthiş entrikaların mevcut olduğunu da hissediyordu.
Beşinci Kısım
Ay, o Şark’ın bütün aşklarının ilham kaynağı olan ay yavaş yavaş batıyordu. Cana can katıp esen hafif bir rüzgâr da ağaçlara dokunarak insana bir ayrılık hüznü veriyordu. Batmak üzere olan Ay’ın vermiş olduğu aydınlıktan faydalanan bir kuşcağız ağaçların birinden çırpınarak daldan dala uçuyordu. Konduğu dallarda da hüzün veren nağmelerle ötüyordu. Denizden kopan acı bir feryat o kuşcağızın garip ötüşüne karışıyor, aks ede ede uzaklardaki ormanların içinden kaybolup gidiyordu.
Deniz, o parlayan ayna ise asumana âdeta ışıklar saçıyordu. Esen hafif rüzgârla cezbeye gelen dalgacıklar da sanki âşıklar gibi sarmaş dolaş olarak sahile vurarak kaybolup gidiyorlardı.
Başkalarının gizli sırlarını açığa çıkarmak için değil; hemen hemen Ay’ın aydınlığını bile gölgede bırakacak surette, tavanı yabani güllerle örtülmüş bir kameriye içinde sakin, berrak bir havuz kenarında oturan ve sevdayla birbirine sokulmuş iki âşık, tabiatın hem bu güzelliklerini temaşa ediyor, hem de yavaş yavaş konuşuyorlardı. Biri diğerinin sinesine iltica eylemiş, diğeri de yârinin cemalini Ay’dan bile kıskanıyormuş gibi, sırma saçlarını sevdiğinin gül yüzüne dökmüştü. Biri bazen havuz içinde bir mehtabın, bir de Ay yüzlü sevgilisinin güzelliğini temaşa ediyor, ona nispeten mehtabı pek de parlak görmüyordu.
Biraz sonra kalktılar. Güllerden, yaseminlerden teşekkül etmiş olan kameriyenin küçücük kapısı önüne geldiler. Oradan deryayı temaşaya başladılar. Kız uzakta, denizin ortasında bir şey görüyordu. Birdenbire gözleri karardı. İçeriye girdi. Hazin hazin ağlamaya başladı.
Ümitleri gibi, denizde tufana doğru akıp giden ve siyah dumanları püsküren bir vapur, güzergâhında parlak izler bırakarak ve de başından nurlar yağdırarak ilerliyordu. O vapurun güvertesinde ayrılığa, hicrana mahkûm olmuş da yavaş yavaş sönmeye, nazardan kaybolmaya başlayan noktaya hasretle bakan bir biçare, bu umutsuz levha içinde kim bilir neler düşünür, neleri tefekkür eder, içinden ne tesirli sahifeler ve kalbi derinden etkileyen ne hazin satırlar geçer.
Ufkun son noktasında, o ışık saçan büyük Ay’a karşı iştiyakla kucağını açan deryaya binlerce rengi yağdıran, pembe, şeffaf bulutlar arasında nazarı okşayan dağlar, bu letafet bahşeden manzarayı temaşa için insana, renkli libaslarla bezenmiş birer deniz perisi hissini veriyordu.
Ay batmaya yaklaşıp da ayrılmaya hazırlandığı anlarda âdeta her dakika ona nazar edenlere hüzün veriyordu. O anlardaki sevgililerin hüznünü hiçbir şey gideremiyordu. Ay’ın zaman zaman bulutların arkasına saklanması bir taraftan sevgililerin hüznünü arttırırken, diğer taraftan tabiat da onlarla birlikte âdeta bir yarı zulmete boğuluyordu. Bazen matemlilerin yüzleri gibi sönük ve nursuz görünüyordu, bazen de henüz yeni inkişafa başlayan saadet ümitleri gibi etrafına ışıklar saçıyordu; kısa bir müddet sonra ise yine kayboluyordu.
Öyle bir zaman geldi ki âlem bütünüyle zulmet içinde kaldı. İşte o esnada dünyadan bütünüyle alakalarını kesmiş zannolunan iki sevdalıyı gayrın nazarından koruyan kameriye üzerinde bulunan ve en katı kalpleri bile rikkate getiren kuşcağız son terennümlerini tamamlıyordu. Kuşun bu son sedası o mutlak sükûnet içinde duran ve sevda peşinde koşan iki ruh üzerinde büyük tesir uyandırmıştı. Bu seda onları ayrılık acısı ile titretmiş, yekdiğerinin cemalini seyretmekle meşgul olan ve tam bir aşk sarhoşluğuyla kendilerinden geçmiş kalan ruhlarını bir anda aslına çevirmişti.
СКАЧАТЬ