Название: Eski Mektuplar
Автор: Ахмет Мидхат
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6485-87-7
isbn:
O sene mektepten mezun oldular. Kenan rüştiyeye devama başlamıştı. Meliha ise o zamanın hükmüne göre artık eğitimini tamamlamış olduğundan evde kalarak ev işlerinin tanzim ve tertibine memur edilmişti.
Şimdiye kadar yekdiğerinden ayrılmayan çocuklara bu geçici ayrılık bile pek güç geliyordu. Akşam olup da Kenan’ın dönüş zamanı yaklaşınca Meliha, ne kadar meşguliyeti olursa olsun cümlesini terk eder, doğruca selamlık dairesine koşarak Kenan’ın gelişini gözetlerdi. Vakit tamamen yaklaşınca da gözleri saatten ayrılamaz olurdu. Fakat saatin her dakikası, hatta her saniyesi uzadıkça uzardı.
Kenan da geldi mi hiçbir tarafa bakmayarak hemen selamlık dairesine yönelir, merdivenleri ikişer ikişer çıkarak Meliha’nın kendisini gözetlediği odaya girerdi. Birbirlerine kavuştukları zaman da -bilmem ne sebeptendir ama- gözleri dolar, sineleri de kabarırdı.
Bir müddet aralarında manalı bir sükût hükmünü icra eder. Sonrasında ise nazarlar aheste aheste birbirine yönelirdi. Bir günlük ayrılıktan kaynaklanan utanma bu suretle defedilince Kenan, Meliha’nın elinden tutarak yüzüne tatlı tatlı bakarak: “Melihacığım! Haydi, biraz gezelim, açılırsın.” der. El ele bahçeye inerler. Serin gölgeli çam ağaçları altındaki kanepelerden birinde otururlar. Kenan günlük olarak yaşadıklarını tafsilatıyla hikâye eder. Bazen de deniz kenarına giderek hem güneşin o güzel batışını temaşa ederler, hem de tatlı, serin bir rüzgârın şevkiyle gelip taşlara çarpan dalgaların ahenkli sedalarını dinlerlerdi.
İkinci Kısım
Meliha’nın pederi Saim Bey, takatsiz bir sevda ile sevdiği hareminin vefatı üzerine pek ziyade ağlamış sızlamış, bir yere çıkmamaya ve kimse ile ülfet etmemeye başlamıştı. Hatta bir aralık reddedemediği akrabalarının devam eden ziyaretlerinden kurtulmak için canından bile esirgediği Meliha’yı, bir dadı, bir iki cariye eline terk ederek uzunca bir seyahate çıkmış ve iki sene memleketi olan İzmir’e dönmemişti.
Bundan fazla Saim Bey, familyasının vefat gününden şimdiye kadar on dört, on beş senelik bir zaman geçmiş olmasına rağmen yaşantısını hiç değiştirmemişti. En birinci arzusu Meliha’yı Kenan’a vermekti. Zaten hâllerinden, gözlerinden belli olan bu iki şahsın muhabbetlerini meşru bir hâle bağlamaktı. Çünkü kendisinin artık evlilik zamanı geçmişti. Gerçi sureten samimi görünen akrabaları ve dostları Saim Bey’i evliliğe razı etmek için pek çok gayret sarf ediyorlardı. Lakin bir türlü iknaya muvaffak olamıyorlardı. Bu başarısızlığın sebebi araştırılacak olsa bile bir neticeye varılamazdı. Zira ekser zamanlarını sükût ile geçiren, fıtratına muvafık gelmeyen tekliflere -muhatabının kalbini rencide etmemek için- ufak bir tebessüm ile cevap veren Saim Bey, o sıralarda suskunluğunu bir kat daha ileriye vardırmıştı. Ziyade ısrar görecek olursa:
“Kaç oldu söylüyorum. Benim artık teehhül zamanım geçti. Cenabıhak’tan en birinci niyazım bana kerimemin mürüvvetini göstermesidir. Rica ederim bir daha bu mesele mevzubahis olmasın.” sözleriyle mukabele ediyordu. Gerçekten de Saim Bey sözünde sebat etmiş ve tam on altı sene mücerret yaşamıştır. Bu bekâr hayat içinde onun zevk ve neşe ile geçirdiği zamanlar, sevgili Meliha’sıyla Kenan’ın tahsil ve terbiyelerine hasrettiği saatler idi. Gerçi Saim Bey güzel bir tahsil görmemişti. Fakat zekâsı, tecrübesi sayesinde tahsili pek mükemmeldi.
Saim Bey’in güzel hasletlerinden biri de öyle olur olmaz şeylere hiddet göstermemesi, onları sükût ile geçiştirmesi idi. Fakat bir defa da hiddet edecek olursa onun teskin edilmesi bir hayli zor olurdu. Bu ciheti ispata medar olmak üzere şunu zikir ve ilaveye lüzum görüyoruz ki, çocukluğuna hamlederek kızının öyle ufak tefek kusurlarına ehemmiyet vermeyen Saim Bey, bir gün her nasılsa Meliha’ya fena hâlde hiddet ederek onu güzelce terbiye etmiş, bunun üzerine zavallı kızcağız dehşet ve korkusundan tam bir hafta hasta yattığı hâlde, bir defa olsun gelip kendisini sormamıştı. Bu derece metindi, hiddetliydi, şiddetliydi.
En garibi şurasıdır ki ne Meliha ne de Kenan, Saim Bey’in kendilerini sevdiğini ve öptüğünü görmemişlerdi. Gördükleri en büyük lütuf ve teveccüh yalnız “Berhudar ol evladım, teşekkür ederim yavrum.” sözlerinden ibaretti. Kısacası pederin çocuklara olan muamelatı pek ciddiydi.
Bir gün Saim Bey, pek ziyade sevdiği, çocukların ortadan kayboldukları esnada kendisine ek eğlence ittihaz eylediği bahçesinin çiçeklerini temaşa ede ede deniz cihetindeki kameriye hizasına geldiği zaman, Kenan ile Meliha’yı diz dize birbirlerini kucaklamış bir hâlde görmüştü. Bu manzara Saim Bey’i hem sevindirmiş, hem de korkutmuştu. Sevindirmişti: Zira kendisinin zaten en birinci emeli bu iki latif yadigârı bahtiyar etmekti. Bunun oluşması ise muhabbetlerinin artmasına bağlıydı. Korkutmuştu: Çünkü insan için bu âlemde her bir arzuya nail olmak müşküldü. Belki de edindiği tecrübelerden hareketle bu tür muhabbetlerin çoğunun sonunun pek de iyi olmadığını görmüştü. Eğer Cenabıhak bu imtizaç ve irtibatı takdir etmemiş ise, bu muhabbetin gelecek için vahim neticeler gösterme ihtimali vardı. Birdenbire zihnine hücum eden bu mülahazaların tesiri ve çocukların nazarında o ana kadar muhafaza ettiği ciddiyetin devam etmesi için hemen oradan savuşmuş ve artık bir şeyle meşgul olmayarak doğruca odasına çekilmişti. Düşünüyordu. Kenan’ın cüret ettiği bu hareketinden dolayı ona bir ceza vermek; yani gözünün önünden uzaklaştırmak için onu hanesinden kovmak kendi elindeydi. Fakat bunu icra için dünyada her şeyden mukaddes bildiği zevcesinin son vasiyetini ayakaltına almak lazım geliyordu. Çünkü Kenan’ın şu âlemde her türlü felaketine, kederine iştirak ile nihayetinde kendisi gibi feci bir surette hayata gözlerini yummuş bir vücudun, yani hareminin hemşiresinin muazzez bir yadigârı idi.
Bir de Saim Bey’in en has evladını Kenan’a vermesi meselesinde ise farklı düşünüyordu. Yani bu iki sevgilinin gayrimeşru tarzda buluşma ve görüşmelerini hoş karşılamadığı gibi pek arzu da etmiyordu. Böyle gayrimeşru bir cinayetin vukusu ihtimalinde ise sadece Kenan’ı değil, evladını bile tart etmek ona göre işten bile değildi. İşte böyle bir münasebetsizliğin önünü almak, Meliha’nın Kenan ile sürekli buluşma ve görüşmesini engellemek için bir an önce tedbir alması gerekiyordu.
Bir hayli müddet bunları düşünmekle meşgul oldu. Nihayet Kenan’a rüştiyeyi bitirinceye kadar selamlıkta bir daire tefriş etmek, sonra da tahsilini tamamlamak üzere İstanbul’a göndermekten başka bir çare bulamadı. Saim Bey bu teşebbüsünde muvaffak olacağında emin idi. Zira Kenan’ın tahsilini sürdürme konusundaki şiddetli arzusunu, her sene sınıfını birincilikle bitirip terfi etmesinden tahmin edebiliyordu. Hele İstanbul’a giderken Meliha’yı ona nişan eder, Kenan da kızın kendi malı olduğuna emin olursa, bu teklifinin tereddütsüz kabul olunacağında da şüphe yoktu.
Şimdi bu meselede zihnini meşgul eden, yalnız bir cihet kalmıştı ki, o da her şeyi Meliha’ya açıktan açığa beyan etmek, kendisinin bu fikrine muvafakat edip etmediğini anlamaktı. Saim Bey hayalini bu noktaya kadar sevk edince geniş bir nefes aldı. Sigarasını yakarak dumanlarını savurmaya başladı. Sonra kalktı. Çocukların akşam yemeğine gelmelerini hizmetçilerden birine tembih ederek çıktı. Sofrada kendisine ayrılan yere oturdu.
Akşam yemeği sükûnet içinde yendikten ve kahveler de içildikten sonra Saim Bey bu geceyi yalnızca ve okumayla geçirme fikrinde bulunduğunu beyan ile Meliha ve Kenan’a СКАЧАТЬ