Eski Mektuplar. Ахмет Мидхат
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Eski Mektuplar - Ахмет Мидхат страница 8

Название: Eski Mektuplar

Автор: Ахмет Мидхат

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6485-87-7

isbn:

СКАЧАТЬ son olduğu hissine kapılıyordu. Bu his ile gözlerini arkadan ayıramıyordu. Meliha aşklarını sanki ilk defa birbirlerine itiraf etmişler gibi, altında buluştukları kameriyeye nazarını çevirdikçe kirpiklerinden gayriiradi yaşlar parlıyordu. Selamlıkla harem dairesini ayıran alçak duvarın tam ortasından açılmış olan kapı önüne geldikleri zaman… Ah o zaman! Meliha bir türlü gözyaşlarına muvaffak olamayarak ağlamaya, Kenan’a hitaben “Muhabbetinin ciddi olduğuna itimat edeyim mi? Acaba bundan böyle görüşmek nasip olacak mı? Bana her zaman mektup yazacak mısın?” yollu sözler söylemeye başlayınca, zavallı Kenan onun ümitsiz bakışlarından şaşırmış, yalnız: “Mümkün mü, hiç mümkün mü Meliha? Benden böyle bir alçaklığa ihtimal veriyor musun?” cevabıyla, boğula boğula mukabelede bulunmuştu.

      Gecenin zulmeti tabiatın sükûnetiyle karışarak, ortalıkta derin bir sükûnet hüküm ferma olduğu sırada, yalının büyük salonuna asılı olan saat gece yarısını gösteriyordu. İşte o hazin sükûn ile o iki sevdalı ayrılmaya mecbur oldular. Meliha selamlığa doğru teveccüh ederek, gecenin karanlığı içinde hayal meyal görünmeye başlayan Kenan’ı nazardan kayboluncaya kadar temaşa etti. Sonra odasına çekilerek yatağına girdi. Orada sabahı bekledi.

      Kenan ise zihni gibi perişan olan selamlıktaki dairesine çekildiği vakit, tam bir ümitsizlik içinde donakaldı. Hemen masasının önünde duran koltuğa yaslanmıştı. Mazide yaşadıklarını bir rüya gibi tekrar görebilmek adına gözlerini kapadı. Ancak maziden ziyade gelecekte neler yaşayacağı gibi konular zihninden geçti ve onlarla meşgul olmaya başladı. Dolayısıyla geleceğe dair umutlarını kaybeden kalbi ateşler içinde yanıp kavruluyordu.

      Feleğin başına yüklediği ıstırapların ağırlığına artık tahammülü kalmayan dermansız vücudunu koltuğun içine bırakarak ilk hayatının ilk sahifelerini gözden geçirirken -kalbinde içtima ede ede gözlerine kadar geldiği hâlde bir türlü icrasına muvaffak olamadığı- o yaşlar ateşler saçar gibi bir anda gözlerinden boşanmaya başlamıştı. İnsan o teessürün o hüznün nasıl bir etkisinin olduğunu anlamak için yalnızca bir damlasını dahi anlamaya gayret sarf edip yaşamaya çalışsa, o derece esrarengiz vakalar ve hakikatler görür ki, hayretten kendini alamaz.

      İşte bu düşünceler ile meşgul olarak âdeta kendini kaybeden Kenan, ayrılık acısını bütün hissiyatıyla yaşarken fecir zamanının yaklaştığını anladı. O anda gayet kuvvetli bir elektrik bataryasına temas etmiş gibi şiddetli bir heyecanı yaşadı. Onu müteakiben kendine gelmiş, heyecanını teskine vesile olur mütalaasıyla bir sigara alevlendirerek geniş adımlarla oda içinde dolaşmaya başlamıştı. Fakat iki, üç geceden beri uyku ve istirahat görmeyen vücudu o akşamki hengâme ile büsbütün sarsılmış olduğundan, yürümeye değil bir tarafını kımıldatmaya bile mecali kalmamıştı. Dişleri arasında sıkışıp kalmış olan sigara şerareler saçarak bir, iki dakika zarfında mahvolduktan sonra Kenan kendini olduğu gibi yatağın içine atmış ve uyumuş kalmıştı.

      Sabah olmuştu. Tabiat henüz uykudan uyanıyordu. Semayı yavaş yavaş yaldızlayan güneş dağlar arkasından nurlar saçıyor, fakat daha görünmüyordu. Yeşil çimenler üzerinde parlayan jaleler henüz mahvolmamış. Bazı tarla kuşları o yeşil çimenler içindeki renklenen sulardan jaleleri içerek hem kendilerinden geçiyorlar, hem de güneşin doğuşunun verdiği neşe ile her biri birer gazelhan gibi farklı terennümlerle sesler çıkarıyorlardı.

      O esnada bir araba şehre doğru koşuyordu. İçinde bir delikanlı vardı. Baştanbaşa siyahlara gark olmuş, başını hazin bir surette sağ cihetine meyletmiş, simasını matemli bir renk bürümüştü. Sadece düşünüyordu. Kirpiklerinin üzerinde sanki birer gülle oturmuştu. Bir türlü açılamayan gözleri bin ıstırap ile dolmuş gibiydi. Bu delikanlı Kenan idi. Yalıdan çıkmış, rıhtımda buluşmak üzere eniştesinden ayrılmış, Meliha’nın yalnız hazin bir ahını işitmişti. Şimdi ise validesinin mezarını ziyarete gidiyordu.

      Araba o güzel caddeyi bir müddet takip ettikten sonra durdu. Kenan kabristana girip yaldızlı harflerle bezenmiş bir taş dibinde oturmuş, titrek ellerini dergâh-ı izzete doğru kaldırmıştı. Gözlerinden yuvarlanan yaşlar öyle bir derecede idi ki görenler onun yine kendi yaşları içinde boğulacağına hükmederlerdi. Yarım saat kadar devam eden bu münacat son bulunca Kenan yine arabaya binerek o yol ile şehre dâhil olmuştu. Ahbabı, dostları ziyarete gidiyordu. Bunlar arasında onun pek kıymetli, hakikatli bir dostu, bir kardeşi vardı. Onu belki kendinden ziyade severdi. Bu genç Sabit Bey’di. Kenan bilhassa onunla uzun uzadıya görüştü. Zaten Kenan’ın Sabit’ten gizli bir sırrı yoktu. Hatta gerektiğinde ondan fikir sorar, o suretle hareket ederdi. Buna karşılık Sabit’te de Kenan için kalben fevkalade bir uhuvvet, bir muhabbet mevcut idi. Ne kadar tehlike mevcut olursa olsun, âlem ne türlü hezeyanda bulunursa bulunsun, o, bunların hiçbirine ehemmiyet vermeyerek daima arkadaşının hukukunu muhafaza ve müdafaa ederdi. Müşkül bir mevkide bulunan ahbaplarına -küçük dahi olsa- daima yardımda bulunduğundan, yani bütünüyle hayır hasenat sahibi olduğundan onu çok kişiler çekemezler ve her zaman aleyhinde bulunurlardı. Fakat Sabit bunları basit şeyler kabilinden addederek, zerrece fikrinden dönmez, bu doğru bildiği hareketlerini değiştirmezdi. İşte Kenan için bu âlemde en mükemmel istinatgâh; en büyük teselli veren arkadaş Sabit idi.

      Hatırından çıkamadığı bazı ahbapları şöylece bir ziyaretten sonra Kenan uzun uzadıya görüşmek için, arkadaşının hanesine gitti. Sabit zaten Kenan’ın geleceğini bildiğinden sabahtan beri kendisini bekliyordu. İki samimi dost hayli zaman görüştüler. Kenan bu defa her şeyi ortaya dökmüş, her hakikati itiraf etmişti. Meliha’yı bütün aşkı, bütün kalbiyle sevdiğini, bu seyahati sadece ona malikiyetini temin için gerçekleştirdiğini arz etti. Oradan uzaklaştığı esnada şayet Meliha’ya bir hain el uzanırsa ve eğer eniştesinin hastalığı şiddetini arttırırsa, hiç zaman geçirmeden kendisine malumat vermesini istirham eyledi. Sabit bu teklifi kabul etmekle kendisine çok önemli bir vazife addettiğini, en müşkül, en zor zamanlarda bile bu vazifeyi ifadan geri durmayacağını temin eylediği zaman iki arkadaş yekdiğerini kucakladılar. Sabit, Kenan’ı vapura kadar yolcu etmek istedi. Fakat Kenan mâni oldu. Mümkün değil tahammül edemeyeceğini söyledi. Sabit ısrar etmedi. Çünkü Kenan’ın ne kadar hassas ve asabi olduğunu biliyordu.

      İki, iki buçuk saat kadar devam eden bu samimi ziyaret dahi son bulunca Kenan yine arabasıyla iskeleye inmiş, orada kendisini bekleyen eniştesi Saim Bey’le yola koyulmuştu.

      O gün İstanbul’a doğru posta olarak Messagerie Maritime Kumpanyası’nın Kuvadiyyül Kebir namında gayet büyük bir vapurunun alaturka saat altıda hareket edeceği ilan olunmuştu.

      Kenan eniştesiyle beraber o civarda olan lokantaların birinde hafif bir kuşluk kahvaltısı ederek birinci kamara yolcularına mahsus yemekli bir bilet alıp, birlikte vapura gittiler. Kenan yalnız bir sandık ve birkaç kitaptan ibaret olan eşyasını kamarotun gösterdiği kamaraya yerleştirerek eniştesiyle birlikte güverteye çıkmış, kendi durumuna mahsus meseleyi konuşmaya başlamıştı. O esnada vapurun hareket etmek üzere bulunduğunu ilan eden düdüğün acı acı sesi Saim Bey’i sohbeti sonlandırmaya mecbur bırakmıştı. Saim Bey mahzunane bir tavır ile ayağa kalkarak Kenan’ı öptükten ve işlerinde muvaffak olmasına dair sözlerinden sonra cebinden bir mektup çıkarıp:

      “Evlâdım, bu mektup İstanbul’da nüfuz sahibi ve her cihetle itibar edilen Faiz Bey’e mahsustur. Kendileriyle hukukum pek kadim olduğundan seni sühuletle mektebe kaydettireceğine eminim.” diyerek kâğıdı verdi. Tekrar sarılıp Kenan’ı öptü. Gözlerinden durmadan hüzün yaşları dökülüyordu. Bu hâli gören СКАЧАТЬ