DOKUZUNCU BÖLÜM
Daniş Çelebi, Dadı’sından aldığı bilgi üzerine doğruca çekmecesinin bulunduğu odaya girip açmış ve kontrol etmişti. Gerçi burada bulunan mücevheratın varlığından zaten bilgisi olmadığından miktarını tahmin ile bir şey anlayamayacağı aşikâr idiyse de validesinin her çıkına koymuş olduğu gayet muntazam ve sağlam kırkar düğümden bazıları çözülmüş ve bazı çıkınlar çözülmeye zaman kalmadığı için kesilmiş olduğunu görünce, çile arasında kalmış olan aklının kalanını da çileden çıkarmış, gitmiştir.
Görüyorsunuz ki Dadı Kalfa’nın verdiği haber doğru çıktı. Zaten işin inanılmayacak neresi var? Peri Hanım hazretlerinin zevk yaşantısına başka türlü mukabele edilebilir mi?
Deli, büsbütün çıldırdı ama çılgınlığını Peri Hanım’dan gizlemeye tam bir mecburiyeti vardı. Zira aşüfte kız birkaç kızgınlık arasında “Seni pençemle kavradığım gibi Kaf Dağı’nın arkasına atarım. Dış Deniz’in öte tarafına fırlatırım. Zaten ulvi âleme seyahat etmiyor musun? O gezdiğin yerler sanki Kaf Dağı’nın arkasından daha yakın mıdırlar? Hem ben, seni zevk ve sefa âlemlerine gönderip yine geriye getiriyorum. Arzu etmiş olsam ceza olarak daha kötü âlemlere gönderip bir daha geriye de getirtmeyerek ebedî azap içinde bırakabilirim. Aklını başına al da, ona göre davran!” demiş ve bu sözler mecnunu tir tir titretmişti. O akşam, Peri Hanım, Daniş Çelebi’yi kandırmak için birçok şakalarda bulundu. Sevinç ve neşeler gösterdi ve buna karşılık Daniş Çelebi de zoraki de olsa neşeli görünmeye nefsini zorladıysa da iki tarafın da yapmacık hareketlerde bulunduğu ortadaydı.
Yataklarına yattılar. Aradan birkaç saat zaman geçmiş olduğu hâlde, Daniş Çelebi’nin henüz gözüne uyku girmediğini Peri Hanım fark edince bundan sonraki hareketlerini gözetliyordu. Bir ve belki iki saat daha zaman geçtikten sonra Daniş Çelebi yavaşça yatağından çıkıp oda kapısını açtı. Dadı Kalfa’nın odasına doğru yürümeye başladı. Anlarsınız ki Peri Hanım da adımlarını çiğneyerek arkasına düşmüştür.
Daniş Çelebi, Dadı’sının yatağına kadar yaklaşıp Arap’ı uyandırmaya çalıştığı sırada Peri Hanım da kapının içli dışlı iki perdesi arasına girmiş, gözlerini ve kulaklarını pür dikkat bunlara dikmişti.
Arap kalktı. Efendi ile Dadı arasında şu sözler geçti:
Arap: “Ne istersiniz beyim?”
Daniş: “Kalk Dadıcığım kalk! Hâlâ gözlerime uyku girmedi. Kederimden, merakımdan çatlayacağım.”
Arap: “Ha şu iş için mi?”
Daniş: “O iş için zahir! Validemin o tılsımlı elleriyle bağlamış olduğu çıkınlar, hep çözülmüş. Sözlerinde hakkın varmış Dadıcığım.”
Arap: “Ah beyim, iki gözüm evladım! Benim daha nelerde hakkım yoktur. Fakat hınzır aşüfte seni bir inandırmış, bir sihirlemiş ki… Ben daha neler biliyorum neler! Ama neyleyim…”
Daniş: “Vay daha bildiklerin mi var?”
Arap: “Geçenki kavganızda anlatmak istemiştim; ama o zaman anlayacak bir hâlde değildiniz.”
Daniş: “Şimdi söyle Dadıcığım, şimdi söyle! Şimdi her söyleyeceğin şeye inanırım.”
Arap: “Söyleyeceğim şudur ki: Peri Hanım hazretleri, çengidir, sever. Ustadır, sever. Genç kâtiptir, sever. Tulumbacıdır, sever.”
Daniş: “Aman Dadıcığım ne söylüyorsun?”
Arap: “Söylediklerimde bir nokta yalanım yoktur. Erkek ol da dene, farkına var. Sen ulvi âlem seyahatine çıkıyorum diye zıbardığın zaman, bu işlerin hepsi olup bitmektedir.”
Daniş: “İnandım Dadıcığım sana inandım. Ben bu aşüfte kızı artık hiç sevmiyorum. Tiksiniyorum. Bu akşam, yüzüne baktıkça hep içimden kanlar gitti. Fakat ne yapalım Dadıcığım? Peridir. Boşayamam. Sonra bizi perişan eder. Başka türlü bir tedbir de elimden gelmiyor. Sen çaresini bul. Ben icra edeyim.”
Arap, biraz düşündükten sonra: “Ben çaresini buldum. Bu aşüfteyi öldürmekten iyi yol yoktur.”
Daniş, heyecanla: “Aman Dadıcığım! Biz, peri kızını nasıl öldürebiliriz?”
Arap: “Bir peri kızını nasıl öldürmek lazım gelirse öylece öldürebiliriz.”
Daniş: “Peri kızını nasıl öldürürler?”
Arap: “Pederinizden kalma kara saplı bir kama vardır. Yarından tezi yok ben giderim Şeyh Gergevani hazretlerinin ellerine sarılırım. Durumu olduğu gibi anlatırım. Kama üzerine bir cesaret duası okuturum. Getirir, sana teslim ederim. Sen de yarın akşam bu kamayı, o kahpenin göğsüne hem de sol memesi altına vurduğun gibi hınzır kahpe geberir gider.”
Daniş: “Sahi mi söylüyorsun Dadıcığım?”
Arap: “Pek sahi! Belası varsa bana gelsin.”
Daniş: “Aman Dadıcığım, belası varsa sana gelsin ne demek?”
Arap: “Evet! Belası varsa bana gelsin demek, belası varsa bana gelsin demektir. Sen benim dediğimden ayrılma. Bende bir erkek yüreği olsaydı bu kamayı kendi elimle sokardım. Zira o kahpeyi öldürmek din yolunda gazadır. Fakat yüreğim elvermez.”
Daniş, biraz düşündükten sonra: “Pekâlâ! Pekâlâ! Sen kamayı okut! Ötesini ben yaparım. Seni gidi kahpe seni, orospuluk ha! Özellikle ki yakutlarımı, zümrütlerimi çalmak ha! Dur sen, ben de sana göstereyim de görürsün. Yarın akşamdan tezi yok, bu vakit kendini gebermiş bil!”
Perde arkasındaki Peri Hanım, sözü sonuna kadar dinledikten sonra Daniş Çelebi’nin dönüş için hazırlandığını görünce, ondan önce gelip yatağa girdi ve yatağında uzanıp rahatlandığı zaman içinden kendi kendisine şu sözleri söyledi: “Ey Peri! Asıl periliği gösterecek zaman geldi. Seni gidi hınzır Arap seni! Ben de sana bir iş yapayım ki cihanın dilinde destan olsun. Bak şu eşek fellaha, bir kere hile tuzağı kuracak ha! Ahmak! Mademki mecnunu, efsunlu kama ile beni öldürmeye ikna edeceksin, niçin önceden okutup hazırlamadın? Yarına kadar niçin süre veriyorsun? Düşünmeli değil midir ki ya o divane yarın akşama kadar kararından cayar ise? Ya ben işi sezip bir hile de kendim kurmaya çalışır isem? O hâlde semayı üstüne sıçratmış olmaz mısın?”
ONUNCU BÖLÜM
Mecnun Daniş Çelebi, yatağa geldiği zaman zevcesi Peri Hanım’ı buz gibi donmuş, uyumuş buldu. Eğer aklı başında, dikkati yerinde bir adam olsaydı şu hâlden karısının yataktan çıkıp uzun müddet soğukta gezmiş ve bunun için üşümüş olduğunu anlayabilirdi. Fakat Daniş Çelebi buralarda idrak eder adam olmadığı gibi zaten gazap ve hiddetle olanca zihni de perişan olmuş bulunduğundan hiçbir şeyin farkına varamayarak yattı, uyudu.
Kim СКАЧАТЬ