Devrilen Kazan -Bir Yeniçeri Ocağı Romanı-. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Devrilen Kazan -Bir Yeniçeri Ocağı Romanı- - M. Turhan Tan страница 8

Название: Devrilen Kazan -Bir Yeniçeri Ocağı Romanı-

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-79-2

isbn:

СКАЧАТЬ target="_blank" rel="nofollow" href="#n17" type="note">17

      “Saraydan ihsan mı aldınız?”

      “İhsan aldık amma saraydan değil, ulu Tanrı’dan!”

      “Şakayı bırak Seher, doğru söyle. Nen var, ne oluyorsun, gözlerin niye gülüyor?”

      “Dedim ya, zengin olduk!”

      “Gökten kucağınıza altın mı yağdı?”

      “Ona benzer bir şey: Define bulduk!”

      Seher, kendi evlerinin köşesinden kıvrılan sokaktan bir başın uzanıp çekildiğini görseydi, şüphe yok ki susardı. Fakat heyecanından mahalle bekçisinin duvara yaslanarak kendilerini dinlemeye koyulduğunu sezmedi, hikâyesini tamamladı:

      “Evet, define bulduk. Bulan da Gülhaneli Hüseyin. Bu delikanlı evvelki akşam bize geldi, geceyi bizde geçirdi. Delikanlı dediğime bakıp da bizim bakkalın çırağı gibi gözü çapaklı, çakşırı pasaklı bir şey sanma. Halis ay parçası!.. Onun bulunduğu odada geceleri mum yakmak günah. Çünkü oğlanın yüzünden nur dökülüyor. Ya sesi kardeş, ya sesi?.. O şarkı okurken insanın uçacağı geliyor!”

      Komşu kadın bir kahkaha savurdu:

      “Hay…” dedi. “Allah iyiliğini versin. Define bulduk deyince ben de inanmıştım, elinize birkaç avuç altın geçti sanmıştım. Meğer bu define bir çift süzgün gözle birkaç düzgün sözmüş. Eri atehlenmiş,18 erlikten çıkmış genç kadınlar için, böylesi delikanlılar da bir define sayılır amma bu kadar sevinmeye değmez. Çünkü güzellik yürek doyurur, karın doyurmaz.”

      Seher de bir kahkaha patlattı:

      “Ben Gülhaneli Hüseyin’in yüzünü de sesini de çok beğendiğim için methini yapıyorum. Yoksa define dediğim o değildir, koca bir bakır kazandır. Topraktan çıktı. İçi de tıklım tıklım altın dolu, elmas dolu!”

      “Sahih mi kız?”

      “Elbette sahih. İşim yok da sana yalan mı söyleyeceğim! İstersen örtün bize gel. Defineyi gözünle gör. Fakat boşboğazlık etme, bu sırrı erine bile söyleme. Ben seni kardeş saydığım için saklamadım, birden zengin oluverdiğimizi müjdeledim.”

      Yosma eskisi merak içinde kaldığından Seher’i uzun bir sorguya çekti, definenin nasıl bulunduğunu ve Gülhaneli Hüseyin’le nasıl paylaşıldığını eksiksiz, gediksiz söyletti. Kara Süleyman’ın karısı, muhakemesiz bir gevezelikle olup biteni anlatırken sık sık fırsat düşürüyor, Hüseyin’in güzelliği üzerinde tevakkuf ederek yüreğini ferahlandırmaya çalışıyordu.

      Komşu, bu gönül istitratlarının da sebebini kavradığından latifeye girişti:

      “Ramazan içinde değiliz amma…” dedi. “Siz gök kapısının açıldığını görmüşsünüz, karı koca bütün dileklerinizi Rabbiteala’ya kabul ettirmişsiniz. Başka türlü hem sen hem kocan birer define sahibi olamazdınız.”

      Seher, utanma taklidi yaptı, dudaklarını bükerek cevap verdi:

      “Çok kötü yüreğin var kardeş. Sıkılmasan Gülhaneli Hüseyin’e gönül verdiğimi de söyleyeceksin.”

      Öbürü omuzlarını silkti:

      “Ben söylemiyorum, sen kendin anlatıp duruyorsun.”

      “Ne anlatıyorum ki?”

      “Hüseyin’e tutulduğunu!”

      “Amma yaptın ha. Ağzımdan öyle bir söz çıktı mı?”

      “Hüseyin dedikçe yüreğin dudaklarına geliyor. Daha ne diyecektin ki?”

      “Tövbe estağfurullah, tövbe estağfurullah. Elin delikanlısından bana ne?”

      “Kadını çileden çıkaranlar hep bu eloğullarıdır kızım. Boşuna inkâra sapma da ayağını tartılı atmaya bak. Sevda dediğin bir kızıl gömlektir. Ya kolundan ya boynundan bir ucu görünür!”

      Ve Seher’in cevap vermesini beklemeden belini doğrulttu:

      “Ateşte tencere var. Ben mutfağa ineyim, yemeği pişirip kotarayım. Sonra size gelirim, şu tatlı masalı bir daha dinlerim.”

      Kafesi indirirken de ilave etti:

      “Canlı defineni başka bir gün bana göstermelisin. Malum ya, ben insan sarrafıyım. Hele erkek takımının ayarını nefes alışlarından anlarım. Bakalım, sana geviş getirten Hüseyin Çelebi ne çeşit mal?.. Geçer akçe mi, yoksa kalp yaldız mı?”

***

      İki kadının konuşmalarını kelime kelime dinleyen mahalle bekçisi birbirini silip bozan ve birbirine hiç uymayan karışık duygular içinde bunaltılar geçiriyordu. Güzelliği dillerde gezen Seher’in sesi, rüyasız gecelerini kalın sopasının ucuna takarak sokaklarda süründürmeye mahkûm olan bu adamı iliğine kadar tatlı tatlı titretirken o sese, yabancı bir delikanlı sevgisinin karışması vaziyeti değiştirmiş ve neşeden sarhoşlayan bekçiyi, hiddetten kabına sığmaz bir hâle getirmişti.

      Malları, canları gibi ırzları, namusları da kendi himayesine bırakılmış sandığı şu geniş mahallede evli bir kadının kötü hülyalar taşımasını düpedüz nefsine hakaret sayıyordu. Kocasının konuk diye getirdiği bir gencin güzelliğini konuya komşuya anlatmaktan çekinmeyen kadın, bu hareketiyle o hakareti katmerleştirmiş ve her türlü cezaya liyakat kazanmış oluyordu. Yaz ve kış uykusuz kalarak, çeşit çeşit sıkıntılara katlanarak kalın sopasının korkunç gürleyişi sayesinde rahata, emniyete ve sükûnete kavuşturduğu şu mıntıkada bir kadın fuhşa meyledemezdi ve herhangi bir erkek onun himaye ettiği evlere girerek gönül çalamazdı.

      Seher, işte bu suçu işlemiş, Gülhaneli Hüseyin işte bu günahı irtikâp eylemişti. Vazifesinin geniş hudutlarını kavradığı kadar, o hudutlara bağlı haklarını da gurur ile idrak etmekten geri kalmayan bir bekçi için, bu durumu müsamaha ile geçiştirmek mümkün değildi. Mutlaka ve mutlaka bir şeyler yapmak, memnu aşklara temayül gösteren bu günahkârları vakit geçirmeden cezalandırmak lazımdı.

      Eğer define meselesi olmasa mahalle bekçisi, sopasını koltuklayıp Kara Süleyman Ağa’yı bulacaktı ve kulağına çarpan çirkin hakikatleri ona anlatarak Seher’le sevgilisi hakkında baskın tertibi yahut kadının mufassal bir dayak atılarak evden kovulması, erkeğin de bir tuzağa düşürülüp memnu aşklara tövbe edecek vaziyete getirilmesi gibi işler yaptıracaktı.

      Fakat ayrıca bir suç teşkil eden define işinde Kara Süleyman o iki aşk günahkârıyla ortaktı. Bekçinin düşüncesine göre, bulunan defineyi hemen hükûmete haber vermek gerekti. Kara Süleyman’la suç ortakları ise bu gereği yerine getirmek şöyle dursun, kendisine bile haber ve… hisse vermemişlerdi. Şu hâlde Kara Süleyman’ı da cezalandırmak bir hak ve bir haysiyet meselesi oluyordu.

      Bekçi işte bu mülahazalarla kararını verdi, kalın yumruklarını Seher’in evine doğru uzattı.

      “Sana…” СКАЧАТЬ



<p>18</p>

Ateh: Bunama, bunaklık. (e.n.)