İslamsız Müslümanlık. Abdülbaki Erdoğmuş
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İslamsız Müslümanlık - Abdülbaki Erdoğmuş страница 7

Название: İslamsız Müslümanlık

Автор: Abdülbaki Erdoğmuş

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-51-8

isbn:

СКАЧАТЬ Zira Müslümanlar arasındaki anlayış farkı, görüş ayrılıkları yorum olmaktan çıkmış din halini almıştır.

      İslam’ın evrensel tanımından çıkarılarak yalnızca Müslümanların dini olarak kabul görmesi, mezheplerin ve meşreplerin, modern çağda da siyasi yapıların ve cemaatlerin dini olarak kurumsallaşmasına yol açmıştır.

      “Dinlerini parça parça edip gruplara ayrılanlarla senin hiçbir ilişkin yoktur. Onların işi Allah’a kalmıştır. Sonra Allah, onlara yaptıklarını haber verecektir.” (Enam/6:159)

      Dini, bir mezhep ile biçimlendirmek ayrıdır, karşılaşılan sorunları bir mezhep aracılığıyla çözmek çok ayrı bir uygulamadır. Sosyolojik açıdan mezhepler, toplumsal gerçekliğimiz olmakla birlikte bizlere sunulan zengin birer bilgi mirasıdır.

      Tarihî bilgi ve tecrübeler insanlık için hep zengin bir kaynak oluşturmaktadır. Bizim de bu alanda yazılmış eserlerden, farklı görüşlerden yararlanmamız gerektiği çok açıktır. Ancak mezheplerin ve bu görüşlerin hiçbiri din değildir; İslam hiç değildir.

      Mezhep imamları olarak bilinen dönemin âlimlerini “mezhep kurucuları” olarak tanımlamak da doğru değildir. Onların içtihatları, görüşleri kabul görmüş ve “mezhep” olarak tercih edilmiştir. Farklı görüşleri olan yüzlerce âlimden az sayıda insanın görüşleri “mezhep” olarak bugüne kadar devam etmiştir. Bunun nedeni, tek başına bu imamların görüşleri de değildir. Egemen güçlerin baskıları, zulüm ve işkencelerinin de mezheplerin devamında büyük rolü olmuştur.

      Ebu Hanife, İmam Şafiî ve Ahmet b. Hanbel gibi mezhep imamlarının baskı altına alınmaları mezhep aidiyeti nedeniyle değildir. Yönetim sisteminin ve uygulamaların hukukiliğini tartışma konusu yapmaları ve hukukun icrasını talep etmelerinden dolayıdır.

      Hukuk adamı/bilgini olmanın gereği olan baş eğmeme dürüstlüğünü göstermeleri nedeniyledir. Hukuk dışı uygulamaları eleştirmeleri ve zulüm düzeninin adını koydukları içindir.

      Esas itibarıyla bu hukuk bilginlerinin hiçbiri bir mezhep kurma iddiasında da olmamışlardır. Mezhep, müctehid imamların talebeleri ve kendilerinden sonra gelen fukahanın seçtiği bir yoldur. Mezhep kurucuları da esas olarak bu fukahadır.

      Aynı durum tasavvuf geleneği için de söz konusudur. Hallâc-ı Mansûr, dönemin Şafiî mezhebine mensup kadısı İbn Süreyc’in karşı çıkmasına rağmen “En-el Hak” sözüyle “ulûhiyyet” iddiasında bulunduğu gerekçesiyle öldürülmüştür. Oysa öldürülmesinin gerçek nedeni, Abbâsîler’e karşı ayaklanmış olan Karmatîler’le iş birliği yaptığı iddiasıdır. Aynı dönemde ve aynı görüşlere sahip olan Bâyezîd-i Bistâmî’ye dokunulmaması, bu iddiayı güçlendirmektedir.

      Yöneticilerin birçok sufi ve âlimin idamına veya linç edilmesine karar vermiş olmaları bir mezhep, meşrep veya itikadi sebeplerden dolayı değildir. Zira itikat, infaz nedeni değildir. İdamlar tamamen siyasidir.

      Bu kişilerin itiraz ve isyanı Allah’ın dinine değil, yöneticilerin, devletin ve iktidara yaslanan ulema ve yandaşlarının dinine karşıdır. Onlar, Allah’ın dini olan İslam’a değil, siyasetin, devletin onaylayıp yaşamına izin verdiği ve din adamlarının İslam olarak uydurdukları Müslümanlığa karşı isyan etmişlerdir. Onlar, sahibi Allah olan dine değil, sahibi din adamları, yöneticiler, egemenler, zengin sınıf ve cahiller sürüsü olan dine başkaldırmışlardır.

      Fırkaların, mezheplerin ve tarikatların kurumsal hâle gelmesi dinin kurumsallaşmasını ve siyasallaşmasını kökleştirmiştir. Bu temelde, Müslüman âlimler de kurumsal dini, gelenekçiliği ve siyasi otoriteyi zedelememek üzere mezhepler üzerinden faaliyetlerini yürütmüşlerdir. Zamanla katı muhafazakârlığa/Müslümanlığa dönüşen bu anlayış, yenilenmeyi, çağı yakalamayı da engellemiştir. Bu gerçeği anlamak için Müslümanlık geleneği, mezhep ve tarikatlarla çatışmak doğru değil, çözüm de değildir. Gerçeklere ulaşmak için hiçbir kesimle mücadele etmeden doğrudan İslam ile muhataplık inşa etmek gerekir.

      Mezheplerden hiçbiri ve hiçbir görüş, yorum veya içtihat mutlak değildir ve dini tanımlamaz. Kendi koşullarında, dönemlerinde ortaya çıkmış, yaşanmış ve tarih içinde kalmışlardır. Kuşkusuz mezhep imamlarının, müçtehit ve âlimlerin görüşlerini, eserlerini yok saymak, yararlanmamak söz konusu değildir.

      Bugünkü anlayış bağlamında Kur’an’a, akla, çağın ruhuna uygun düşmeyen görüş ve yorumları tarihsel olarak görmek zorundayız.

      Fırkalar, mezhepler, tarikatlar, gruplar, cemaatler, partiler, ideolojiler Müslümanlar tarafından dini referanslarla geliştirilen modellerdir. Bazıları siyasi, bazıları resmi, bazıları yarı resmi ve bazıları da gayri resmi oluşumlardır. Hiçbiri din değildir ve dinin yerine geçmez. Dönemlerine, koşullara ve faaliyetlerine göre yararlı veya zararlı olabilirler.

      Asr-ı Saadet dediğimiz Hz. Peygamber döneminde, mezhep, cemaat, tarikat gibi beşerî oluşumlara rastlanmamaktadır. Benzer oluşumların Hz. Peygamber’den sonra farklı zaman diliminde ortaya çıktıkları bilinmektedir.

      Dinde yeri olmayan siyasi ve itikadi mezhepleri ayrı tutuyorum ancak ameli mezhepler, dini hayatın kolaylaştırılması için din âlimlerinin içtihatlarından teşekkül etmiştir. Zamanla kurumsallaşmış ve dini hayatı kilitlemiştir.

      Siyasi, itikadi ve ameli mezhepler, daha sonra da tarikatlar ve cemaatler dinin yerini almaya başlayınca din farklı yorumlarla önce Müslümanlaştırıldı, sonra da fırkalarla tanımlanmaya başlandı. Her fırka kendisini “Fırka-i Naciye” (tek doğru-kurtuluş adresi) olarak “din/İslam” gibi görmeye başladı. Böylece din/İslam; evrensel kimlikten çıkarılarak coğrafi, yerel ve milli bir kimliğe bürünmüş oldu.

      Her fırkanın, grup ve milletin kendisine özgü bir dini oldu. Dahası bütünden parçalara bakmak yerine her kesim inandığı, yaşadığı dini “İslam” olarak tanımlayarak parçayı bütünün yerine ikame etti. İnsanlığın ve tüm varlıkların ortak paydası olarak “İslam bilinci” kayboldu. İslam artık Müslümanların dahi ortak paydası olmaktan çıktı.

      Asırlardır “İslam” olarak takdim edilen din, esas olarak bir mezhep, fırka, devlet veya milli ve coğrafi bir aidiyeti ifade eden, farklı kültürlerle inşa edilmiş İslamsız bir Müslümanlıktır. Yaşadığımız kaos ve karanlığın bir nedeni de işte bu dindir çünkü örgütlü din, yeryüzünün en tehlikeli yapılanmasıdır. Bugün de yeryüzünün en tehlikeli yapılanması hiç kuşkusuz örgütlü dini gruplardır.

      Esas itibarıyla mezhep imamlarının hiçbiri, sınırları çizilmiş, kesinleştirilmiş ve net olarak belirlenmiş bir alanı tarif etmemiştir. Kendi anlayışlarına göre yorumlar yapmışlar, müzakere ve münazaralarda bulunmuşlar, kuvvetli deliller karşısında görüş değiştirmişler ve değişime hep açık olmuşlardır.

      Daha önemlisi içtihatlarını, iktidarların belirlediği kriterlere göre değil, özgür iradeleriyle ortaya koymuşlardır. İktidar onayıyla ve iktidarla barışık ilmî faaliyetleri ve içtihat yapmayı reddeden İmam Şafiî, İmam Ebu Hanife, İmam Ahmet b. Hanbel gibi müçtehitlere yönelik baskılar, şiddet ve işkenceler bilinmektedir.

      Onları seçkin kılan bu davranış biçimleri olduğu kadar, kamusal СКАЧАТЬ