Название: Turfanda mı Turfa mı?
Автор: Mizancı Mehmed Murad
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-973-8
isbn:
Ya amcamın dediği doğru ise?
Ya Salih amcamız yüzümüze bakmaz da sokak ortasında kalırsak?
Kendi ne ise, ya annesi? Mansur buna razı olamıyordu.
“Yüzbaşı, tahsil eden aç kalmaz.” dedi. “Tahsilimi bitirdikten sonra annemi alıp gidiveririm.” diyerek kendini teselli etmişti.
Birkaç gün sonra aynı subaya rastgelen Mansur, doğruca gidip kaç senede tahsilini tamamlayabileceğini sormuştu. Yüzbaşı da birçok boş şakadan sonra iyice çalıştığı takdirde yedi sene lise, üç sene de üniversite olmak üzere on sene zarfında tahsilini tamamlayacağını söylemişti.
Yüzbaşıdan ayrıldıktan sonra Mansur:
“On sene daha okumak! Ah ne kadar çoktur! Annem o vakte kadar beni bekleyecek mi?” diyerek ümitsizce hayıflanmıştı.
Biçarenin annesi on sene daha beklemedikten başka, hatta bir ay olsun kendisini bekleyemeyip kara toprak altına girmiş, kendisini kimsesiz bırakmıştı.
Mansur Bey akan gözyaşlarını silmek için yattığı yerden eliyle mendilini aradı. Karanlıkta mendili bulamayınca karyoladan kalkıp bir mum yaktı.
Artık tekrar yatağa girmedi. Odada gezinerek yine hayalinde hayat macerasını takip etmeye devam etti.
Annesinin vefatından sonra artık amcasının evinde duramaz olmuştu. Amcasından gördüğü azarlama kafasında büyük bir yer tutmuş olduğundan İstanbul’u ağzına almaya cesaret edememişti. Tahsil bahanesiyle Fransa’ya gitmek, orada ne vakit fırsat bulursa İstanbul’a göç etmek üzere zihninde karar vererek Fransa okullarına girmek için yüzbaşı vasıtasıyla amcasından müsaade istemişti. Amcası da, derste kendi çocuklarını geçmiş olmasından zaten mustarip bulunduğu için pek de itiraz etmemişti.
Yüzbaşının uygun görmesiyle devlet okuluna girmezden evvel Marsilya’da bulunan tanınmış hususi bir pansiyona verilmişti. Kendisine akran yirmi beş çocukla beraber Mansur bu pansiyonda altı sene oturmuş, kendisini adamlar sırasına koyacak bir kültür kıyafetini giyinmişti.
İstanbul’a kaçmak için fırsat gözeten Mansur, tahsilde ilerledikçe kültürün değerini takdir ederek tamamlamaya karar vermişti.
Pek çok çalışırdı. Fakat asıl vazifesi olan derslere günde iki saatten ziyade vakit ayırmazdı.
Yaşı ilerledikçe kitap okumaya merakı derecesiz artmıştı. Bütün geçinme masrafları pansiyona verilen ücret dahilinde bulunduğu için amcasından her ay gelmekte olan on Napolyon altınını hemen hemen kitap satın almaya verirdi. Başka bir merakı, başka bir eğlencesi yoktu. Yalnız gazete okumak merakı pek şiddetli idiyse de pansiyona gazetenin sokulması yasak olduğu için vakit bulamazdı.
Pazar günleri gezmek için verilen altı saatlik izin müddetini tamamen kıraathanede gazeteleri okumakla geçirirdi. Kıraathaneci Mansur Bey’i öğrenmiş olduğundan bir haftalık “Debats” ile “Independance Belge”i istenmeden hemen önüne koyardı. Hatta Mansur’un parasıyla bir aralık “Ruznâme-i Cerîde-i Havadis”e bile abone olmuştu.
Mansur bunları okur, Memalik-i Şâhâne (Osmanlı İmparatorluğu) ile diğer İslam ülkelerinden bahseden yazıları gayet dikkatle tekrar gözden geçirirdi. Bazen parasını verip gazete nüshalarından birini, ikisini alır ve kendisince lüzumlu olan yanların bulunduğu sütunları kesip cebinde saklardı.
Geceleri herkes yattıktan sonra Mansur, kesilmiş yazıları sandığından çıkarıp tekrar gözden geçirir, bazen birtakım işaretlerle düşüncelerini sayfa kenarına not ederdi.
Birçok müddet pansiyonun müdür ve muavinleriyle ziyadesiyle hoş geçinerek kendisini sevdirmişti.
Sınıfın birincisiydi. Uslu, edepli, davranışlarında nazikti. Daha ne ister?
Fakat bir iki vaka itibarını düşürmemekle beraber sevgi yerine, saygıyla karışık bir çekinme hasıl etmişti.
Önce bir mum meselesi müdür ile arasında soğukluk doğmasına sebep olmuştu. Müslümanlığına, beyzadeliğine saygı duyularak kendisine ayrıca oda verilmişti. Okumaya dalan Mansur, bazen sabahlara kadar yatağa girmezdi. Arkadaşlarının odalarından sabahları mumlar hemen bütün olarak çıktığı hâlde, Mansur Bey’in mumları hemen hemen bitmiş bulunurdu. Okul müdürü bundan hoşlanmayıp okulun disiplini bahanesiyle erkence yatmak lüzumunu öne sürmüştü. Mansur abdest, namaz, ders çalışma vesaireden bahisle mazeretini söylemişti. Müdür buna inanmadığından, mumları kendi parasıyla alacağını ve buna da müsaade olunmadığı takdirde okuldan çıkmaya mecbur olacağını bildiren Mansur, gece okumalarına devam etmeye muvaffak olmuştu.
Bir gün mektebin bahçesinde otururken, yanından mubassır geçmişti. Müdür, muavin, mubassır önlerinden geçerken çocuklar için ayağa kalkmak usuldendi. Mansur kalkmamıştı. Kalkmaması, konulan usule uymak istememesinden değildi. Mansur, bazen düşünceye daldığı vakit gözü bakar fakat görmez, kulağı da kolayca işitmez olurdu.
Hatta bazı muzip arkadaşları öyle bir dakikada “Mansur, Mansur” diye önce yavaşça, sonra hızlı çağırırlar ve gülerler de yine Mansur’un haberi olmazdı. Yalnız vücuduna bir şey dokunursa güya uykudan uyanıyormuş gibi birden kendini toplardı.
Mubassırın önünden geçmesi böyle bir dakikaya rast gelmişti. Aksine mubassır da yeni gelmiş olup vazifeşinaslığını göstermeye fırsat aramaktaydı. Mansur Bey’in hâl ve tavrını henüz öğrenememişti.
Mubassır, Mansur’un üzerine dönüp azarlamıştı.
Mansur:
“(ayağa kalkarak hürmet ve nezaketle) Affedersiniz Mösyö! Hakikaten sizi görmedim.”
“Yalandır! Görmüşken mahsus kalkmadınız.”
“Ben yalan söylemem!”
“Doğru söylemeyi git de tevkifhanede öğren, terbiyesiz!”
Mansur birinci defa olarak işittiği bu “tevkifhane” ve “terbiyesiz” sözlerinden yıldırım isabet etmişe dönmüştü.
“(büyük bir hiddetle) Tevkifhaneye demiştim, işitmediniz mi?”
“(benzi kül gibi olarak) Haksız yere tevkifhaneye gidemem.”
“Şimdi nasıl gideceğini görürsün, hayvan!”
“(kendini kaybederek) Asıl söz anlamaz hayvan sensin, terbiyesiz herif! İşte götür göreyim.” diyerek iskemle üzerine oturuvermişti.
Mubassır elini Mansur’un kulağına götürmek istemişti. Mansur kulağını eliyle “sertçe” korumuştu. Mubassır tutup sürüklemeyi kurmuşken, Mansur’u mıh gibi yerinde saplanmış bularak kımıldatmaya muvaffak olamamıştı.
Arkadaşları toplanmış, iş büyümüş, hatta müdür ve hademeler bahçeye СКАЧАТЬ