Название: Turfanda mı Turfa mı?
Автор: Mizancı Mehmed Murad
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-605-121-973-8
isbn:
Zehra alaya layık mıydı?
Belki. Hırçın, yaramazdı. Üstünü, başını iki saat olsun temiz görmek kabil değildi. Sınıfta oturur fakat aklı fikri tavuklarıyla kuzularındaydı.
Ders bittiğinde Mansur ile Zehra matmazelden ayrılıp kendi bölüklerine gitmeye izinliydiler. Mansur bazen bundan faydalanarak gidip annesini kucaklar, öper, bazen de odalarda, sofalarda kendi kendine gezinirdi.
Zehra ise hemen sevgililerinin kümeslerine, ahırlarına kadar koşardı. Dönüşte seyahatinin izleri ellerinde, eteklerinde belli olduğu için, hoca gelinceye kadar arkadaşlarının hep birden şiddetli hücumuna uğrardı. Bazen gözlerinden akan yaşlarla karşı koymaya ve kendini korumaya mecbur olduğu bile görülürdü. Fakat Arapça devam eden bu savaştan habersiz bulunan matmazel, gözyaşları gibi uygunsuzluk alametlerini görünce müdahaleye lüzum görerek Zehra’yı derhâl sorguya çekmekte kusur etmezdi. Fakat Zehra bir defa olsun bunun sebeplerini açıklayarak kendisine saldıranların cezalandırılmasını beklememişti.
Zehra hücumlara karşı kendini korumaya çalışırdı.
“Ders bittikten sonra kuzularıma ot, tavuklarıma yem veriyorsam dersi sizden iyi ezberlemekten geri kalmıyorum ya! Biçare hayvanları açlıktan öldürmeli mi?” derdi.
Hakikaten ders hususunda Zehra gittikçe açılarak dille tecavüzlerde şimdiye kadar tarafsız kalmış bulunan Mansur’u bile kızdırmaya başlamıştı.
Mansur küçüklüğünden beri biraz kibre, bencilliğe meyilli olduğunu göstermekteydi. Yaradılıştan kalbi pek merhametli, yumuşak idiyse de, Çerkez dağlarında doğmuş, İstanbul’da büyücek bir ailede büyümüş, en sonra Ebulmansur gibi kahramanlığına mağrur bir yiğide eş olmuş olan annesinin üzerindeki tesiriyle, Mansur’un ahlakında bazı uygunsuzluklar görülüyordu.
Çünkü annesi, Mansur’un yaşına ve mevkisine bakmaksızın, babasının amcasından nefret etmiş olduğu, amcası yanlarına almışsa merhametinden almayıp tahsis olunan maaştan istifade ve miras payını kendi üzerine geçirmek için aldığı, kendileri için İstanbul’daki amcaları Şeyh Salih Efendi’nin yanına gitmek daha uygun olacağı vesaire hakkında birçok söz söylerdi.
Bu sözlerin içinde doğru olanı da olmayanı da vardı. Fakat en doğrusu, annesinin alıştığı İstanbul’a, her ne olursa olsun gitmek arzusunda bulunduğu noktasıydı.
Evet, Mansur’un annesi İstanbul’u arzu ederdi. Türkçeyi güzel konuşup okurdu. Hâlbuki Arapça’da henüz serbest lakırtı etmeyi bile öğrenememişti. Bu sebepten olarak Mansur beşikten beri annesiyle Türkçe konuşarak doğru Türkçeyi öğrenmişti. Altı yaşındayken yine o sayede Türkçe okumaya muvaffak olmuştu.
Mansur annesinden almakta olduğu Türkçe derslerden bir zarara uğramamıştı. Fakat öbür derslerden ettiği zarar dikkatli bir göz için gizli değildi. Mansur, amcasının üç çocuğunu da sevmezdi. Bunu anlayan mürebbiler, bilhassa matmazel, karşılık olarak, Mansur’a düşmanca davranıyor, onu her vesileyle azarlıyordu. Kibirli Mansur, kendisini savunma çaresini, sabır ve tahammül etmek ve vazifesine sarılmak suretiyle bulmuştu.
Bir gün Mansur, matmazelden nankörlük manasını verdiği “inrat”
azarını işitmişti. Akşam annesine söyleyince, annesi coşarak ağzını birçok bozmuştu. Bu hâl çocukta büyük bir tesir bırakmış, annesinin bu coşkunluğuna esasen üzüldüğü gibi, bazı hakaretli sözlerinden de hiç hoşlanmamıştı. Amcasının o kadar tahkire uğratılmasından dolayı damarlarındaki “İbni Galib”ler kanı biraz kabarmıştı. Bundan dolayı annesine gücenmediyse de, bir daha ağzını açıp sınıfta olan bitenler hakkında bir harf söylememeye karar vermişti.
Bu hâller Mansur’u Zehra hakkında teveccühe sevk etmişti. Fakat Mansur bu teveccüh ve yakınlığa iki eşit kuvvetin ittifakı, karşılıklı şartlara dayanan bir mukavele gözüyle bakmaya tenezzül etmiyordu. Tam tersine, küçücük kafasında, kadın kısmı hakkında verilen ehemmiyet pek az olduğundan Zehra’yı “himayesi altına almak” suretiyle teveccühünü göstermek istemişti.
Zehra “himayesine sığınma”ya pek de hevesli olmadığını göstermiş, bir gün vaki olan bir söz dalaşması üzerine Mansur, Zehra’yı derhâl müdafaa etmeye hazırlanırken:
“Ben senin yardımına muhtaç değilim. Sermayen varsa kendini müdafaa için saklayıver.” gibi bir set önünde durakalmıştı. Bununla beraber iki yetim ders odasında yan yana otururlar ve birbirlerinin hak ve haysiyetlerine tecavüz etmezlerdi.
Fakat tahsildeki başarısını uğradığı azarlanmalara karşı zırh gibi kullanmaya karar veren Zehra, derslerde tam not almaya başlayınca ve hele sevmedikleri Mansur’un ehemmiyetsiz bir hatasını bahane eden mürebbiler tarafından Zehra bir defa sınıf başı ilan edilince Mansur’un kibir ve vakarı coşmuştu.
“Vay! Şu pis çoban kız derste beni geçsin.”
Zehra’nın sınıf başılığı müddeti olan birinci ay içinde Mansur, bir gün olsun akşamdan zihni öfkeli duygulardan uzak olarak rahat uykusunu uyuyamamıştı.
Ertesi ay da aynı dereceyi tutturduklarından yine Zehra sınıf başı olarak kalmıştı!
Hasılı Mansur, sınıf başılığını elde edinceye kadar az kaldı kendini yiyecekti. Mürebbiler mahsus Zehra hakkında müsamaha gösteriyorlardı. Lakin Mansur’un rengini ve adamakıllı zayıfladığını görünce vicdanları artık garaz etmeye razı olamamıştı.
Daha çok defalar Zehra bütün derslerden tam not almışsa da, bundan sonra Mansur da hiçbir dersten kırık bir not almayarak sınıf başlığını sonuna kadar muhafaza etmişti.
Bu rekabet, kalplerinde kıskançlık yaratmaktan uzak kalmamış, kıskançlığın belirtileri bile defalarca meydana çıkmıştı.
Mansur ile Zehra yan yana otururlardı. Zehra bir gün elini Mansur’un önündeki kitaba uzatmıştı. Mansur eline vururcasına bir hızla kitabını çekmişti.
Zehra:
“Sanki yiyeceğim diye mi korktun?”
Mansur:
“Kitabı yiyip yemeyeceğini bilemem. Pis ellerinden kitabım kirlenmesin” diye alıyorum.
Arkadaşları gülüştüler. Zehra sesini çıkarmadı.
Birkaç gün sonra Mansur, biraz yalanca oturmuş olan Zehra’yı itti.
Mansur:
“Biraz öteye git!”
Zehra:
“Yakında oturup seni ezecek değilim ya!”
“Ezmeyeceksin ama ahırda sürüklediğin pis eteklerini sürüyorsun.”
“Eteklerimi ahırda СКАЧАТЬ