Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 46

Название: Binbir Gece Masalları

Автор: Неизвестный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-10-5

isbn:

СКАЧАТЬ iştahla yedim ve birazcık da olsa rahatladım. Adamlar işleri bitince beni hükümdarlarının huzuruna götürdüler. Hükümdar, selamıma karşılık verdi ve beni saygıyla ağırlayarak vaziyetimi sordu. Bağdat’tan ayrıldığım günden itibaren başımdan geçen her şeyi tek tek anlattım. Maceralarımı büyük bir merakla dinledi ve saray mensuplarıyla birlikte kendisine yemekte eşlik etmemi istedi. Ben de karnımı iyice doyurdum. Rabb’ime bol bol şükrediyordum bu arada. Sonra saraydan ayrıldım ve kafamı toparlamak için şehirde gezdim. Bu ülkenin insanları varlıklıydı.

      Böylesine güzel bir yere ulaştığım için oldukça mutluydum. Yaşadığım onca sıkıntının sonunda nihayet huzura kavuşmuştum. Şehrin insanlarıyla dost oldum. Çok geçmeden hükümdarın ve onların gözünde saygıdeğer bir adam, önemli bir kişi olmuştum. Şehirdeki herkesin -zenginin de fakirin de- oldukça değerli, kaliteli atlara bindiğini gördüm fakat bu atların üzerinde eyer yoktu. Ben de merakla hükümdara sordum:

      ‘Biniciye rahatlık verecek ve onun ata iyice hâkim olmasını sağlayacak eyerleri neden kullanmıyorsunuz efendim?’ ‘Eyer nedir? Bahsettiğin şeyi ne gördüm ne de duydum.’ diye cevap verdi.

      ‘Müsaade ederseniz size bir eyer yapayım; üzerine biner ve ne kadar kullanışlı olduğunu görürsünüz.’ dedim.

      ‘Yap öyleyse.’

      ‘Öncelikle biraz tahtaya ihtiyacım olacak.’

      Bana ihtiyacım olan tahtayı temin ettiler. Ben de becerikli bir marangoz buldum ve ona eyer kaltağının nasıl yapılacağını çizerek anlattım. Sonra bir miktar yünü eyer gövdesinin etrafına sardım ve üzerini deriyle kapladım. Deriyi iyice parlattıktan sonra iyi bir demirci buldum ve ona üzenginin nasıl yapılacağını tarif ettim. O da bir çift üzengi yapıp iyice düzleştirdi ve bana teslim etti. Dahası, ipekten püsküller yapıp eyerin etrafını süsledim. Sonra da en kaliteli kraliyet atlarından birini getirip eyeri yerleştirdikten sonra atı hükümdara götürdüm. Hükümdar, eyeri çok beğendi ve bana teşekkür etti. Sonra büyük bir neşe içinde atıyla gezmeye başladı. Tabii bu zahmetimi de karşılıksız bırakmadı.

      Eyeri gördüğünde hükümdarın veziri de bir tane istedi. Ben de yapıp kendisine teslim ettim. Aynı şekilde diğer soylular ve generaller de benden eyer istiyorlardı. Böyle böyle ben de eyer yapma işiyle meşgul olmaya başladım. Demirciye ve marangoza da işin nasıl yapılacağını öğrettiğimden mesleğimde gitgide ustalaşıyordum. Eyer ticaretiyle meşgul olmak büyük bir servet kazanmama ve hükümdarın gözünde muteber biri olmama yol açtı. Bir gün hükümdarın yanında oturup kendisiyle sohbet ederken bana şöyle dedi:

      ‘Ah benim biricik kardeşim! Sen artık bizden birisin, bizim parçamızsın. Sana o kadar saygı duyuyor ve seni o kadar çok seviyoruz ki artık senden ayrılamayız, ülkemizden gitmene gönlümüz razı olmaz. Bu sebepten bir konuda bana itaat etmeni rica edeceğim. Lütfen bana karşı gelme.’

      Ben: ‘Sultanım, benden ne istiyorsunuz? Size karşı gelmek aklımın ucundan geçmez. Bana yaptığınız iyilikler ve nezaketinizden dolayı kendimi size borçlu hissediyorum. Allah’ın da izniyle ben sizin hizmetkârınızım.’ dedim.

      ‘Seni hoş, zeki ve uyumlu bir hanımla evlendirmek niyetindeyim. Kendisi güzel olduğu gibi zengindir de. Böylelikle yalnızlığından kurtulur, buralara iyice yerleşirsin.’

      Bu sözleri duymak beni öylesine mahcup etmişti ki ona cevap veremedim. Bunun üzerine bana sordu:

      ‘Neden cevap vermiyorsun oğlum?’

      ‘Ah efendim, emriniz başım üstüne…’

      Bunun üzerine kâtibi ve şahitleri çağırıp beni soylu, varlıklı, güzelliğiyle âdeta bir çiçeği andıran şahane bir kadınla evlendirdi.

      Hükümdar beni bu harika kadınla evlendirmekle kalmadı, bana içinde kölelerle hizmetçiler bulunan bir ev hediye etti. Artık rahat, keyifli ve mutluydum, başıma gelen bütün zorlukları ve sıkıntıları unutmuştum. Karımı büyük bir aşkla seviyordum, tıpkı onun beni sevdiği gibi… Öylesine huzurlu ve sevgi dolu bir hayat yaşıyorduk ki kendi kendime, Ülkeme geri döndüğümde onu da götüreceğim, diyordum.

      Fakat kaderde ne yazılmışsa o olur. Kimse başına ne geleceğini bilemez. Biz hayatımıza devam ederken komşularımızdan birinin karısı Hakk’ın rahmetine kavuştu. Kadınların ağıt yaktığını duyunca taziyede bulunmak üzere arkadaşımın yanına gittim. Zavallının durumu çok vahimdi. Acısından olacak âdeta hasta gibiydi. Ona başsağlığı diledim ve onu rahatlatmaya çalışarak:

      ‘Karın için üzülme. O şimdi Allah’ın rahmetine kavuştu. Dilerim ki Allah sana ondan daha iyi bir eş nasip eder ve senin ömrünü uzatır.’ dedim.

      Ama o acı içinde gözyaşları dökerek şöyle cevap verdi: ‘Ah dostum… Bir günlük ömrüm kalmışken başka biriyle nasıl evlenebilirim?’

      ‘Kendine gel ve böyle şeyler söyleme. Çok şükür ki hayattasın. Sağlığın da sıhhatin de yerinde.’

      ‘Bir bilsen neler olacağını… Yarın beni kaybedeceksin ve mahşer gününe dek de bir daha göremeyeceksin.’

      Neden böyle konuştuğunu sorduğumda bana şöyle cevap verdi:

      ‘Karımı gömdükleri zaman beni de onunla beraber gömecekler. Bu bizim geleneğimizdir. Eğer kadın önce ölürse kocasını onunla beraber gömerler. Aynı şekilde adam öldüğünde de karısını… Böylece eşini kaybeden kimse onun ardından hayatın zevklerini tadamaz.’

      ‘Allah, Allah! Bu duyduğum en korkunç, en vahşi gelenek! Bu böyle devam edemez!’ diye haykırdım.

      Bu arada kasaba halkı geldi ve arkadaşımı teselli etmeye koyuldular. Cenaze merasimi başlamıştı. Önce kadını ve kocasını tabuta yerleştirip şehrin dışına, deniz kıyısında dağlık bir yere götürdüler. Dağın dibine geldiğimizde yerde duran büyükçe bir taşı kaldırdılar. Gördüğüm şey beni bir kez daha dehşete düşürmüştü. Kocaman, karanlık bir çukur… Cesedi çukura attıktan sonra arkadaşımı halata bağlayıp aşağı sarkıttılar. Bir miktar ekmek ve bir sürahi su vermeyi de ihmal etmediler tabii… Zavallı adamın dibe ulaştığından emin olduktan sonra da çukuru kapayıp şehre döndüler.

      Kendi kendime, Bu şekilde ölmek ne kadar da korkunç! dedim. Sonra hükümdarın yanına gittim ve ona sordum: ‘Efendim, insanları neden diri diri gömüyorsunuz?’

      ‘Bu bizim âdetimizdir. Çok eski zamanlardan beri bu böyle devam eder. Eşleri birlikte gömeriz ki ölümden sonra bile ayrılmasınlar.’

      ‘Ey hükümdarım! Peki benim gibi başka ülkeden gelen bir adamın karısı öldüğünde ona da aynı şekilde mi muamele edersiniz?’

      ‘Tabii ki! Aynı şey onun için de geçerli.’

      Bunu duyunca mideme ağrılar girdi. Başıma gelebileceklerden korkuyor, büyük bir endişe duyuyordum. Zihnim karmakarışıktı. Kendimi dehşet verici bir zindandaymışım gibi hissediyordum. Olur da karım benden önce ölür, beni de onunla birlikte gömerler diye korkuyor, bu şehirdeki herkesten nefret ediyordum. Fakat bir süre sonra kendimi rahatlatmaya başladım. Şöyle düşünüyordum:

СКАЧАТЬ