Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 43

Название: Binbir Gece Masalları

Автор: Неизвестный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-10-5

isbn:

СКАЧАТЬ simsiyah bir mahluktu. Ağzı neredeyse bir değirmen kadar büyüktü. Dudakları göğsüne kadar sarkıyordu. Elleriyse âdeta bir aslan pençesini andırıyordu. Hele o kulakları… Tarif edecek kelime bulamıyorum. Bu dehşet verici devi gördüğümüzde neredeyse bayılacaktık. Her geçen saniye korkumuz, katlanarak artıyordu. Bu endişe hepimizi öldürebilirdi.

      Bir süre yürüdü ve yeri göğü inletip yüreğimizi ağzımıza getirdi. Sonra da tezgâhın üzerine oturarak şöyle bir bakındı. Bizleri fark eder etmez yanımıza geldi. Beni kolumdan sürükleyerek arkadaşlarımın arasından aldı ve bir süre inceledi. Âdeta bir kasabın keseceği koyunu yoklaması gibi… Yorgunluk ve sıkıntıdan zayıf düşmüştüm; beni yemeye değer bulmadı. Zayıf ve yağsız olduğumdan ağzına layık değildim belli ki… Beni bıraktıktan sonra başka bir arkadaşımı aldı ve tıpkı bana yaptığı gibi onu da incelemeye başladı. Aynı şekilde herkesi inceledi ve nihayet kaptanımızı gözüne kestirdi. Reis güçlü, kuvvetli, geniş omuzlu bir adamdı. Vücudu yağlıydı ve oldukça sağlıklı gözüküyordu. Bu hâliyle devin hoşuna gitmiş olacak ki yaratık onu yakaladı. Bir kasabın koyunu tutması gibi tuttu onu. Yere yatırdı ve ayağıyla boynunu kırdı. Sonra uzun bir şiş getirdi ve zavallı adamı şişe geçirdi. Sonra da alev alev yanan bir ateş yakıp şişlediği reisi çevirmeye başladı. Ta ki et kızarıncaya kadar… İyice piştiğine ikna olduğunda kebap gibi önüne koydu bizim kaptanı… Vücudundaki her bir uzvu parçaladı ve tıpkı bizim tavuk yerken yaptığımız gibi tırnaklarıyla derisini yüzüp yemeye başladı, sonra da kemikleri kemirdi. Zavallı kaptanımızdan geriye kalanı da duvarın öteki tarafına fırlattı. Bir süre oturduktan sonra taş tezgâha uzandı ve uyumaya başladı. Âdeta boğazı kesilmiş bir kuzuyu andırıyordu iğrenç devin horlama sesi. Sabah oluncaya kadar uyumaya devam etti. Sonra da yoluna gitti.

      Gittiğine emin olduğumuzda konuşmaya başladık. Ağlayıp sızlayarak başımıza gelenlerden dert yanıyorduk birbirimize:

      ‘Keşke denizde boğulsaydık ya da maymunlara yem olsaydık… Bu kömürde yanarak pişmekten daha iyidir. Allah biliyor ya bu rezil, iğrenç bir ölüm şekli… Ama en nihayetinde Allah’ın dediği olur ve tek galip odur. Gerçekten de çok sefil bir şekilde öleceğiz ve kimse bize ne olduğunu bilmeyecek; çünkü buradan kaçış yok!’

      Sonra ayağa kalktık ve saklanacak bir yer ya da kaçacak bir yol bulmak üzere adayı dolaşmaya başladık. Ateşte pişirilip yenmediğimiz müddetçe ölüm bizim için korkulacak bir şey değildi. Bütün çabalarımıza rağmen saklanacak bir yer bulamadık. Gece olunca da korkumuzdan kaleye geri döndük ve oturmaya başladık. Bir zaman sonra yer sarsıldı ve siyah dev yanımıza gelip bizleri yokladıktan sonra ağzına layık birini buldu. Kaptanımıza yaptıklarını ona da yaptı. Zavallıyı önce öldürdü, sonra pişirdi. Karnını doyurur doyurmaz da tezgâha uzandı ve bütün gece uyudu. Boğazı kesilmiş bir hayvan gibi böğürerek… Sabah olunca da kalktı ve daha önce olduğu gibi yoluna gitti.

      Onun gitmesi üzerine toplandık ve birbirimizle konuşmaya başladık:

      ‘Allah biliyor ya kendimizi denize atıp boğulsak yeridir. Böyle bir ölüm, pişirilmekten daha az korkunç…’

      Bir diğeri: ‘Hey siz! Sözlerime kulak verin. Onu öldürelim. Müslüman kardeşlerimizi de onun zulmünden kurtarmış oluruz!’ dedi.

      Ben: ‘Dinleyin beni kardeşlerim! Eğer onu öldürmekten başka çaremiz yoksa önce bir miktar tahtayı deniz kıyısına taşıyalım ve orada kendimize bir sal yapalım. Onu öldürmeyi başarırsak üzerine biner ve Allah’ın izniyle buradan uzaklaşırız. Yoksa bir gemi geçip de bizi alıncaya kadar burada beklemeye mecburuz. Eğer onu öldürmeyi başaramazsak da yine sala biner, denize açılırız. Boğulursak da en azından boynumuzun kırılmasından ve ateşte pişirilmekten kurtulmuş oluruz. Kaçarsak kaçarız. Kaçamazsak şehit oluruz.’ dedim.

      ‘Allah biliyor ya söylediklerin doğru.’ dediler.

      Benim söylediklerimde hemfikir oldular ve tahtaları taşımaya koyulduk.

      Tezgâhın yanındaki tahtaları kıyıya taşıdık ve bir sal yaptık. Sonra onu kıyıya bağlayıp yiyecek ne varsa istifleyerek kaleye geri döndük. Akşam olur olmaz yine yer sarsıldı ve dev, ısırmak üzere olan bir köpek gibi hırlayarak üzerimize geldi. Yanımıza gelip teker teker hepimizi yokladı ve daha önce yaptığı gibi içimizden birinde karar kıldı. Zavallıyı yedikten sonra tezgâhın üzerinde uykuya dalıp gök gürültüsünü andıran horlamasıyla uyumaya başladı. Uyuduğuna emin olur olmaz iki tane demir şiş aldık ve onları kızgın ateşte bir güzel ısıttık. Sonra şişleri sıkıca kavrayıp devin yanına geldik ve gözlerine saplayıp iyice bastırdık. Şişleri tüm gücümüzle itiyorduk ki yaratık kör olsun. Bizim şişleri saplamamız üzerine dev, çığlık çığlığa bağırmaya başladı. Korkudan iliklerimize kadar titredik. Aniden tezgâhın üzerinden fırlayıp el yordamıyla bizleri aramaya başladı. Arkadaşlarım ve ben sağa sola kaçmaya başladık. Kör olduğundan bizi göremiyordu fakat biz yine de onun karşısında dehşete düşüyor, hayatımız için endişeleniyorduk. Sonra el yordamıyla kapıyı buldu ve çıkıp gitti. Gürleyişinden yer sarsılıyordu. Hepimiz dehşete düşmüştük. Nihayet kendimizi toparlayıp kaleden çıktık ve salı yaptığımız yere geldik. Birbirimize:

      ‘Eğer bu lanet yaratık gün batımına kadar gelmezse öldüğüne emin olabiliriz ama olur da gelirse Allah’a tevekkül eder, salımıza atlar, yola çıkarız.’ diyorduk.

      Biz bunları der demez siyah dev, gulyabani gibi iki arkadaşıyla birlikte ortaya çıktı. Arkadaşları, ateş gibi kırmızı gözleriyle kendisinden daha iğrenç ve daha korkunçtu. Onları görmemiz üzerine derhâl salımıza atladık, bağı çözdük ve denizde yol almaya başladık. Devler bizi görünce bağırmaya ve deniz kıyısına koşmaya başladılar. Üzerimize attıkları taşların bir kısmı bize isabet ediyor, bir kısmı denize düşüyordu. Bütün gücümüzle kürek çekerek taşlarının ulaşamayacağı bir mesafeye kadar geldik. Fakat arkadaşlarımın çoğu devlerin attığı taşlar yüzünden ölmüştü. Dalgalar ve rüzgâr bizi sağa sola savuruyor ve hepimizi yutacak büyüklükte bir girdabın ortasına sürüklüyordu. Nereye gittiğimize dair bir fikrimiz yoktu ve yanımdaki arkadaşlarım birer birer ölüyordu. Nihayetinde üç kişi kalmıştık. Olur da biri ölürse onu denize atıyor böylece yükümüzü hafifletiyorduk.

      Açlık hepimizi yorgun düşürmüştü fakat yine de cesaretimizi topluyor ve birbirimizi teşvik edecek sözler söyleyip hayatımız için tüm gücümüzle kürek çekiyorduk. Sonunda rüzgâr bizi bir adaya getirdi. Yorgunluk, açlık ve korkudan kendimizi kaybetmiştik; âdeta ölü gibiydik. Kıyıya vardığımızda bir süre adanın etrafında dolaşmaya başladık. Bu ada kuşları, ağaçları ve akarsuları ile âdeta bir cennet gibi gelmişti bize. Meyvelerden yiyip karnımızı doyurduk. Devden kurtulduğumuz ve denizden sağ salim çıkıp kıyıya ulaştığımız için çok mutluyduk. Akşam olunca yattık; fakat tam uykuya daldığımız sırada gözlerimizi kapatmamızla rüzgâr uğultusuna benzeyen bir ıslık sesiyle uyanmamız bir oldu. Ayağa kalktığımızda karşımızda ejderhaya benzeyen kocaman bir yılan gördük. Daha korkunç olanıysa bu canavarın etrafımızı kuşatmış olmasıydı… Birden kafasını kaldırdı ve arkadaşlarımdan birini yakalayarak yuttu. Zavallının kaburgalarının kırılma sesini duyabiliyorduk. Sonra yoluna devam etti. Bizlerse müthiş bir hayret içindeydik. Arkadaşımız için üzülüyor, kendi hayatımız için endişe ediyor СКАЧАТЬ