Binbir Gece Masalları. Неизвестный автор
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Binbir Gece Masalları - Неизвестный автор страница 45

Название: Binbir Gece Masalları

Автор: Неизвестный автор

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6865-10-5

isbn:

СКАЧАТЬ alır. Yirmi metre uzunluğundaki kaplumbağayı görmekse uykuları kaçırır. Bütün bunların arasında görülmeye değer bir başka şey ise deniz kabuğundan çıkıp yumurtalarını bıraktıktan sonra bir daha ortalıkta görülmeyen kuş… Bütün bunlar beni çok şaşırtmıştı gerçekten.

      Yüce Allah’ın nasip etmesiyle sakin bir rüzgâr eşliğinde Basra’ya vardık. Bu yolculuğumuz oldukça bereketli geçmişti. Bu şehirde birkaç gün kaldıktan sonra Bağdat’a, memleketime döndüm. Ailem ve dostlarımla hasret giderdim. İnanılmaz bir servet biriktirmiştim. Tabii bu servetin zekâtını vermeyi ihmal etmedim ve fakir fukarayı doyurdum. Sağ salim dönüşümü kutlamak için de büyük bir ziyafet verdim. Dostlarımla ve yakınlarımla vakit geçirmek bana tüm sıkıntılarımı unutturmuştu.

      İşte bu, üçüncü yolculuğum sırasında yaşadığım ilginç şeylerin özeti… Yarın, Allah’ın izniyle, buraya geldiğinde dördüncü yolculuğum sırasında yaşadığım şeyleri anlatacağım. İster inan ister inanma ama yarınki hikâye bundan bile daha ilginçtir.” demiş Denizci Sinbad.

      Daha sonra deniz adamı Sinbad, kara adamı Sinbad’a yüz altın verilmesini emretmiş. Sofralar kurulmuş, akşam yemeği yenmiş ve duyduklarına hayret eden misafirler kendi yoluna gitmiş. Hamal da herkes gibi geceyi kendi evinde geçirmiş, adaşının anlattığı hikâyeleri düşünüp durmuş. Ertesi sabah, kalkıp sabah namazını kılmış ve denizcinin evine doğru yola çıkmış. Denizci, hamalın selamını almış ve ona yanında bir yer ayırmış. Kalan misafirler de gelince güzelce kahvaltılarını yapmışlar ve Denizci Sinbad hikâyesine devam etmiş…

      DENİZCİ SİNBAD’IN DÖRDÜNCÜ YOLCULUĞU

      Sevgili dostlarım, üçüncü yolculuğumdan sonra evime dönüp dostlarımla ve ailemle vakit geçirmeye başlamıştım. Rahatlık ve huzur bana yaşadığım bütün zorlukları ve acıları neredeyse unutturmuştu… Günlerden bir gün tüccar dostlarım beni ziyarete geldi ve yabancı ülkelere ticaret yapma bahsi açıldı. İçimdeki seyahat tutkunu adamın aklını başından alan da bu oldu. Yeniden yabancı ülkeleri ziyaret etmek, farklı insanlarla tanışmak ve ticaret yapıp para kazanmak istiyordum. Bu sebepten onlarla yolculuk etmeye karar verdim. Seyahat için ihtiyacım olan şeylerle birlikte envaiçeşit değerli mal satın aldım. Sonra eşyalarımı Bağdat’tan Basra’ya taşıdım ve o şehrin ileri gelenlerinden olan tüccar arkadaşlarımla buluştum.

      Yüce Allah’ın izniyle yola çıktık. Hafif bir rüzgâr eşliğinde rahatça seyahat ediyor, farklı adalarda ve denizlerde dolaşıp duruyorduk. Fakat günlerden bir gün şiddetli bir rüzgâr ters yönden esmeye başladı. Kaptan da gemi, okyanusun ortasında alabora olur korkusuyla derhâl demir attı. Bu korkuyla hepimiz Rabb’imize dua etmeye ve ondan yardım dilemeye başladık. Bizler dua etmekle meşgulken şiddetli bir kasırga gemimizi vurdu ve yelkenlerimizi paramparça etti. Çapanın zinciri koptu ve gemi batmaya başladı. Biz de kendimizi derhâl denize attık. Ben yarım gün boyunca yüzdüm fakat tam da umutsuzluk içinde hayatımdan vazgeçmişken Rabb’im bana geminin döşemelerinden kalın bir tahta parçası gönderdi. Birkaç tüccar arkadaşım ile birlikte bu tahta parçasının üzerine tırmandık ve ayaklarımızı kürek gibi kullanarak suda ilerlemeye başladık.

      Dalgaların ve rüzgârın da yardımıyla bir gün bir gece böyle devam ettik. İkinci günün sabahında hafif bir meltem eşliğinde dalgalar bizi bir adanın kıyısına savurmuştu. Açlık, yorgunluk, uykusuzluk ve korkudan neredeyse ölüyorduk.

      Kıyı, binbir çeşit otla kaplıydı, büyük bir iştahla onlardan yedik ve zayıf bedenlerimiz birazcık da olsa güç kazandı. Karnımızı doyurduktan sonra uyuduk. Güneş doğunca da ayağa kalkıp adayı keşfetmek üzere dolaşmaya başladık. Uzaklarda bir yerlerde bir ev görmüştük; o yöne doğru ilerlemeye karar verdik. Kapıya ulaştık ki bir de ne görelim! Bir sürü çıplak adam!.. Oldukça vahşi olan bu insanlar tek bir söz etmeden üzerimize saldırdılar ve bizleri yaka paça hükümdarlarına götürdüler. Hükümdar bizlere oturmamızı işaret etti. Biz de korkumuzdan dediğini yapmak zorunda kaldık. Sonra önümüze, ne olduğu hakkında en ufak bir fikre sahip olmadığımız bir çeşit yemek koydular. Arkadaşlarım şiddetli açlığın da etkisiyle yemeye başladılar fakat ben midem bulandığı için yiyemedim. Sonradan anladım ki o yemekten uzak durmam bana Allah’ın bir lütfuymuş. Öyle bir lütuf ki hayatta kalmamı sağladı… Arkadaşlarım yemeği yer yemez akılları başlarından gitti ve bir anda çok tuhaf davranmaya başladılar. Âdeta kötü bir ruh tarafından ele geçirilmiş gibiydiler; iştahla o yemeği yemeye devam ediyorlardı. Yemekleri bitirince vahşi adamlar onlara Hindistan cevizi yağı içirdiler ve zavallıları yağlamaya başladılar. O şeyi içmelerinden kısa bir süre sonra gözleri döndü ve iradelerini kaybedip daha bir iştahla yemeye başladılar.

      Onları görünce kafam karıştı ve kendim için olduğu kadar onlar için de endişelenmeye başladım. Zamanla anladım ki bu vahşiler hükümdarları gulyabani olan bir kabileye mensuptu ve Mecusi’ydiler.

      Bu canavarlar, ülkelerine uğrayan herkesi ele geçirip hükümdarlarına yediriyorlardı. O yağla yağlamalarının sebebi ise midelerini genişletip daha fazla yemelerini sağlamaktı. Böylece daha semiz ve yağlı oluyorlardı belli ki… Yedikleri o yemekse akıllarını başlarından alıyor ve zavallıları aptallaştırıyordu. İyice beslenip yağlı ve şişman olan insanları kesiyor, sonra da pişirip hükümdarlarına sunuyorlardı. Vahşiler ise insan etini çiğ çiğ yiyorlardı.

      Bunları görmek, kendim ve dostlarım için büyük bir üzüntü duymama sebep oldu. Zavallı arkadaşlarım artık delirmişti ve başlarına gelenlerden bihaberlerdi. Bu vahşi insanlar onları âdeta bir koyun sürüsü gibi otlatıyordu. Günden güne daha da şişmanlıyordu talihsiz arkadaşlarım… Bana gelince; korkudan kemiklerime kadar titriyordum. Açlıktan hasta düşmüştüm. Vahşiler bu hâlimi görünce beni tek başıma bıraktılar. O kadar ki varlığımdan haberdar bile değillerdi. Beni unuttuklarına emin olduğum anda aralarından kaçtım ve sahile doğru yürümeye başladım. Etrafı sularla kaplı yüksek bir yerde oturan yaşlı bir adam gördüm. Kendisine baktığımda çoban olduğunu anladım. Bu adam arkadaşlarımı otlatmakla görevli olan kişiydi. Beni görüp de aklımın başında olduğunu, diğerleri gibi yemeğin etkisinde olmadığımı anladığında işaretlerle âdeta şunları söyledi:

      ‘Geriye dön ve sağdaki yoldan devam et; o yol seni hükümdarın sarayının bulunduğu yola götürecektir.’

      Ben de adamın dediği gibi geriye döndüm ve sağdaki yoldan yürümeye başladım. Yaşlı adamın korkusundan önceleri koşuyordum; fakat adamın beni göremeyeceği bir mesafeye varınca yürümeye başladım. Bu arada güneş batmış ve karanlık iyiden iyiye yüzünü göstermişti. Uyuyup dinlenebilmek için oturdum fakat korku ve açlıktan bir türlü uyuyamıyordum. Şiddetli yorgunluk da cabası… Sabaha karşı ayağa kalktım ve güneş doğup da tüm güzelliğiyle doğaya merhaba dediğinde yürümeye başladım. Aç karnımı etraftaki otlar ve çimenlerle doyurmuştum. Ertesi gün ve gece boyunca yolculuğa devam ettim. Böyle böyle yedi gün yedi gece boyunca ilerledim. Sekizinci günün sabahında uzakta gördüğüm bir şey dikkatimi çekti. Korkudan kalbim küt küt atarken oraya doğru yaklaştım ve gördüğüm şeyin, biber tohumları toplayan bir avuç adam olduğunu anladım.

      Beni görür görmez yanıma yaklaşıp etrafımı kuşattılar ve:

      ‘Sen kimsin ve nereden geliyorsun?’ diye sordular.

      ‘Ben СКАЧАТЬ