Nazar Boncuğu. Anar
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Nazar Boncuğu - Anar страница 6

Название: Nazar Boncuğu

Автор: Anar

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-29-9

isbn:

СКАЧАТЬ target="_blank" rel="nofollow" href="#n10" type="note">10 ki, çoşka… Yahu sen acayip biriymişsin be… GPU’nun ne olduğunu bilmiyor musun? ÇEKA, NKVD…

      Fazıl aval aval ona bakıyordu.

      –Gagaş, kırılma ama zırcahilmişsin be… Gizli polis teşkilatı demiyorlar mı? O vakitler bu adla anılıyormuş işte. Et Ağa’nın11 ceddine yemin olsun ki, kan dökmekten haz duyuyorlarmış. Kurşunları bittiğinde kurbanlarının ellerini, kollarını bağlayarak boyunlarına taş bağlayıp göle atıyorlarmış.

      –Vay anasını…

      Nasrullah bir nefes çekti.

      –Evet delikanlı, böylesi zamanlar da olmuş… Bu günümüze şükürler olsun.

      –Peki, sen bunları nereden biliyorsun?

      –Babam anlatırdı.

      –Baban da mezarcı mı olmuş?

      –Babam da, dedem de. Bütün ecdadımız binlerce yıl bu mezarlıkta ömür çürütmüş. Dedem mollalık da yapıyormuş ancak Sovyet döneminde korkusundan mollalığı bırakarak mezarcı olmuş. Bazen gizlice Yasin suresini okurdu. Güzel sesi vardı. Dök bakalım şu ateş suyundan.

      –Yetmez mi? Ben araba kullanacağım, cesedi götüreceğim.

      –Endişelenme, nasıl gerekiyorsa öyle de götüreceksin, hem de Çapık’ın tam söylediği yere.

      –Diğer cesetleri de Çapık’ın siparişi ile mi söküp çıkardın?

      –Hayır, her birinin siparişçisi vardı. Hey Gagaş, bildiklerimi, gördüklerimi söylersem tüylerin diken diken olur.

      Votkayı alıp kafasına diktikten sonra sigarasından derin bir nefes çekti.

      –Söylersem inanmayacaksın. Her Cuma günü cinler bu Kanlı gölün kenarında öylesi bir şamata düzenliyorlar ki, anlatamam.

      Fazıl ağzını açmış hayretle bakakalmıştı:

      –Ne yapıyorlar ki?

      –Ne yapacaklar, çalıp çağırıyorlar. Çalıp söyledikleri de bizim buraların havasına hiç mi hiç benzemiyor. Bir iki defa beni de davet ettiler, gitmedim. Bir defasında uzaktan seyrederek neler yaptıklarını görmek istedim. Büyük bir hengâmeydi, tasvir edemiyorum.. Amaaan bana ne.. Gitmedim, onların toplantısında ne işim var, hükümete ispiyonlayıp işimden mi kovdursunlar…

      Fazıl’ın gözleri fal taşı gibi açılmış yerinden fırlayacakmış gibi olmuştu, kafası da git gide dumanlanıyordu. Diğer taraftan zamanın akıp geçtiğini, birazdan Çapık’ın geleceğini ve söylediğini yapmadıklarını görüp kazanacağı paradan olacağını düşünüyordu. Pek de kati olmayan bir lisanla söylendi;

      –Dayı, artık mezarı açsak mı?

      –Neden acele ediyorsun be, cesedin oradan kaçıp gideceğini mi düşünüyorsun?

      –Yooo, hayır, Çapık gelesiye kadar işimizi bitirelim diyorum, mezarı onun yanında açmayalım dedi ya.

      –Peki, senin dediğin olsun, bunu da içip işimize başlayalım. Hadi kaldır, ölülerin sağlığına. Ekmek paramızı onlardan çıkarıyoruz…

      Fazıl’ın kafası tamamen dumanlanmıştı, gözleri akıp akıp gidiyordu… Nasrullah ise sanki ne içmiş, ne de esrar çekmişti. Doğrulup mezarın üzerine kapatılan taşın bir tarafından yapıştı.

      –Yapış bakalım öbür ucundan. Biraz canlı ol.

      –Ya Allah.

      Ikınıp bir hamlede yassı taşı kaldırıp aldılar. Nasrullah kırış kırış olmuş kirli mendilini çıkarıp boynunun ve alnının terini sildi.

      –Hıı Gagaş, sıkı yapış bakalım.

      İkinci taşı da kaldırıp kenara koydular. Nasrullah nefeslenip:

      –Elli gramımız kalmış onu da bitirelim, cesedi sonra çıkarırız.

      Nasrullah, sırtı açılan mezara doğru oturmuştu, votkayı bardaklara koydu.

      –Bakıyorum da, pek yiyip içene benzemiyorsun, senden hoşlandım. Senin sağlığına içiyorum.

      Kadehi ağzına yaklaştırdığı anda Fazıl’ın yüzünde beliren dehşet ifadesini gördü. Kadeh elinden düştü, votka gazetenin üzerine saçıldı, ıslanan yerlerde de kara lekeler oluştu. Nasrullah, Fazıl’a baktı.

      –Ne?

      –O.. o… raya… bak…

      Nasrullah kafasını çevirip mezara doğru baktı. Bembeyaz kefeninin içinde kımıldayan ceset mezardan çıkmaya çalışıyordu. Fazıl deliye dönmüşçesine yerinden fırlayıp arabaya doğru koştu, ayağı takılıp tökezledi ve yere devrildi, tekrar kalkıp bin bir güçlükle kendini otobüse atıp kontağı çevirdi, motoru çalıştırıp anında oradan uzaklaştı.

      Nasrullah votkayı kafasına dikip kederli kederli gülümsedi ve kendi kendine; —Allah bilir ya, çocuk ki, çocuk, ömründe hiç hortlayan birini görmemiş sanki – diye söylendi.

      DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

      Kaybolan Garaj

      Kiminle konuştuğumu bilmiyor muyum? Ne demek istediğimi biliyorsun artık, bunu gözlerinden okuyorum. Sırrımı senden saklayabilecek miyim? Bu sırrımı kendi dilimden mi duymak istiyorsun? O zaman öğren: Biz seninle değil, onunlayız.

Dostoyevski (Karamazof Kardeşler)

      Eğer gözlerin hafızası silinmeseydi psikolojik körlük, yeni görülen objeleri tanımama gibi bir problem de olmazdı. Göz hafızasının körelmesi psikolojik körlüğe sebep oluyor. Bazı insanlar nesneleri iç dünyalarıyla görüyorlar, ama açık olan gözleriyle onları tanıyamıyorlar.

Anrı Bergson (1859-1941) (Hafıza ve Beyin)

      Çöpçü Dadaş dehşete kapılmışçasına eve geldi ve elini yüzünü yıkamadan eşine:

      –Kadın çabuk bir bardak çay ver, sana öyle şeyler anlatacağım ki, tüylerin diken diken olacak – dedi.

      Ocakta çayı demleyene kadar Dadaş’ın sabrı yetmedi ve eşinin yanına, mutfağa gitti.

      –Dışarıda tuvaletin yanında garaj var ya…

      –Orada garaj mı var?

      –Var, var, tuvaletin öbür tarafında. Şimdiye kadar görmemiştim, bahçeye girince göze çarpmıyor.

      –Var, var tamam, ne çıkar?

      –Dinle, şu yukarıdaki komşumuz var ya..

      –Ee… СКАЧАТЬ



<p>11</p>

Et Ağa, Azerbaycan Türkleri tarafından son derece saygı gösterilen bir şahıs olan Mir Muhsin Ağa’dır, kendisi Ulu Peygamberimiz Hz. Muhammed’in neslindendir. Yaşadığı dönemde efsanevi bir nüfuz ve ün kazanmış, ünü Azerbaycan dışına taşmıştır. Binlerce insanın, onun kerameti sayesinde maruz kaldığı kötü durumlardan kurtulduğu ifade ediliyor. Özellikle İkinci Dünya Savaşı döneminde Ruslar tarafından savaşa götürülen halk, evlatlarının sağ salim dönmesi için gidip onun duasını alıyorlardı. Asıl adı Seyitali’dir ve 1883 yılında Mir (seyit) Talip’in oğlu olarak dünyaya gelmiş, fiziki yönden zayıf ve felçli olduğundan dolayı daha sonra “Et Ağa” şeklinde anılmıştır. Uzun yıllar Bakü’de İçerişeher’de Firdevsi sokağındaki 3 numaralı evde yaşamış ve 67 yaşında vefat etmiştir. Mezarı ziyaretgâhtır. Azerbaycan Türkleri muhataplarını kendilerine inandırmak için kutsal kabul ettikleri “Et Ağa, veya Mir Muhsin Ağa” şeklinde adını anarak ona yemin ederler ve muhatapları da bu yemine mutlak surette inanır, çünkü ona yemin eden şahıs asla yalan söylemez, söylerse korkunç bir biçimde çarpılacağına inanır.