Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi. Cemile Kınacı
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi - Cemile Kınacı страница 4

Название: Kazak Tiyatrosunda Kadın Meselesi

Автор: Cemile Kınacı

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-03-4

isbn:

СКАЧАТЬ (Akpınar 2008: 52-57; Rorlich 2000: 187).

      Rusya’da kızlar için ilk Usul-i Cedid mektebi Bahçesaray’da 1884 yılında açılmış ve öğretmenliğini ise Gaspıralı’nın kızkardeşi Selime Pembe Hanım yapmıştır (Hablemitoğlu-Hablemitoğlu 2004: 75-76). Gaspıralı, yalnızca kızlar için okullar açmakla kalmamış, 1883 yılından itibaren çıkarmaya başladığı Tercüman sayfalarında kadın eğitimi üzerine yayımladığı yazılarla da “kadın meselesi” hakkında bir gündem oluşturmuştur.

      Rusya’da kızların da eğitim almaya başlamasıyla birlikte hem matbuatta hem de halk arasında “kadın meselesi” gündeme gelmiştir. Kadın eğitimi ve özgürleşmesini savunan yenilikçi düşüncelere sahip olan ceditçiler ile buna karşı görüşteki kadimciler arasında sürüp giden bir tartışma ortamı söz konusu olmuştur. Dolayısıyla Rusya’da kadın hareketinin doğuşunu Rusya’da kadınların eğitimi ve akabinde gelişen “kadın meselesi”ne duyarlılıkla ilişkilendirerek 1800’lerin sonuna tarihlendirmek mümkündür. İdil-Ural bölgesindeki Rusya Müslümanları arasında ceditçi düşüncelerle birlikte başlangıçta bir eğitim ve kültür hareketi olarak doğan Türk Kadın Hareketi, 1905 Rus İhtilali ile Rusya’da oluşan nispî özgürlükten faydalanarak özellikle basın-yayın faaliyetleri ile desteklenmiş ve zamanla örgütlü bir hareket haline dönüşmüştür.

      1800’lerin sonlarından itibaren Çarlık Rusyası’nda Müslüman Türk toplumları arasında kadın meselesine dikkat çeken yenilikçi Türk aydınları, kadın yenileşmesinin ilk önemli aşamasını kadınların eğitim meselesi olarak görmüştür (Mehmutova 2012 b: 57, 63). Türk kadın yenileşmesinin yaşadığı süreci İdil-Ural’da kadın meselesine dikkat çeken Kazanlı yenilikçi Türk aydını Ayaz İshaki’nin ifadesiyle belirtmek gerekirse, Türk kadınları, “Pencereyi açtılar, perdeyi kaldırdılar, yavaş yavaş yürüyerek meydana çıktılar.” (Mehmutova 2012 b: 63). Ayaz İshaki’ye göre, yenilikçi Türk kadınlarının ilk işleri, eğitim haklarını aramak olmuştur. Onlar bu haklarının peşinden gidip, hem Türk okullarına hem de Rus okullarına girip okumaya başlayarak Türk kadın yenileşmesinin ilk ve en önemli aşamasını gerçekleştirmiştir.

      Rusya Müslümanları arasındaki ceditçi hareket içinde genel olarak eğitim önemli bir mesele olmakla birlikte, kız çocuklarının eğitimine de büyük önem verilmiş ve onlar için Tetüşi (1908), Troisk (1909), Orenburg ve Kazan (1913) gibi merkezlerde medreseler açılmıştır (Devlet 1999: 184). Bu okullarda okuyan kızlar, sadece okuma yazma öğrenmekle kalmayıp, ceditçi düşüncelerin etkisiyle değiştirilen zengin içerikli müfredatlarla ilmihal, akaid gibi İslamî ilimlerle birlikte ev idaresi, ilkyardım, dikiş, nakış gibi bilgi ve becerileri de öğrenerek her bakımdan donanımlı “ideal kadınlar” olarak yetiştirilmişlerdir. Eğitim alan Türk-Tatar kadınları genellikle öğretmenlik mesleğini seçip kendileri gibi başka aydın kızların yetiştirilmesinde görev üstlenmiş ve kadın yenileşmesi zincirinin bir halkası olmuşlardır. Bunun yanı sıra farklı bilgi ve beceriler elde eden Türk kadınları, başka meslek gruplarına da eğilmeye başlamış, bankacılık, posta işleri ve daha başka memuriyetlerde de çalışmaya başlayarak hayatın farklı pek çok alanında yer almıştır.

      Çarlık Rusya idaresindeki Müslüman Türk-Tatar teba içinde özellikle İsmail Bey Gaspıralı’nın Türk Cedit Hareketi içinde kadın eğitimine verdiği önem dikkat çekicidir. İsmail Bey Gaspıralı, geri kalmış, millet olma bilincine ulaşamamış ve hurafelerle yaşayan bir Müslüman toplumun modern ve çağdaş bir görünüme sahip olabilmesini kadın özgürlüğünün gerçekleşmesine bağlıyordu. Toplumsal alanda büyük bir yenilik gerçekleştirmek için, önce kadınların toplumdaki düşük statülerinin iyileştirilmesi ve ardından da kadın-erkek eşitliğinin sağlanması gerekiyordu. Gaspıralı’ya göre eşitlik ise ancak eğitim ile mümkün olabilirdi. İsmail Bey Gaspıralı, kendi neşrettiği ve Rusya’da Müslümanlar arasında ilk süreli yayın olma özelliğine sahip Tercüman’ın 10 Nisan 1883 tarihinde çıkan ilk sayısından itibaren bu bağlamda Türk Dünyası’nda “kadın meselesi”ne dikkat çekmiştir. O, Tercüman sayfalarında kadınların toplumsal uyanışı için çaba harcamış, onları toplumsal hayatta aktif görev üstlenmeye, eğitim almaya ve örgütlemeye çağıran yazılar yazmıştır. Gaspıralı bu yazılar yanında, kadın hareketine katkıda bulunan Türk aydınlarından da hürmetle bahsederek kadın meselesine duyarlı olan kişileri takdirle karşılamıştır.

      Gaspıralı, kadınları ve erkekleri bütün bir dünyayı oluşturan iki “yarım dünya” olarak değerlendirir, kadınlara önemli bir misyon yükler ve onlara şöyle der:

      İnsanları doğuran, doğurduktan sonra asrayan (büyüten, besleyen) bir hayli asradıktan sonra dil bildiren (öğreten), dil bildirmekle beraber terbiye veren, dinden, ilimden, kemâlattan (olgunluktan) haber veren sizlersiniz (Akpınar 2008: 288).

      İsmail Bey Gaspıralı’ya göre, bütün insanlık kadınların kucağında büyüyüp, rızıklarını bunların göğsünde bulup, ilim ve olgunluğu bunların ağzından, edep ve namusu bunların hâl ve hareketinden alıyordu. Dolayısıyla İsmail Bey Gaspıralı için kadınlar birer “insancık” değil, her kadın “koca bir insan”dı, üstelik onlar insanlığa büyük hizmet eden insanlardı.

      Gaspıralı’ya göre, kadının toplumsal konumu bir toplumun aynası niteliğindeydi. Kadının bir toplum içindeki konumu âdeta yansıtma işlevi görerek söz konusu topluma göndermede bulunmaktaydı3. Eğer bir toplumun kadınları sağlam vücutlu, namuslu, çalışkan ve bilgili olursa, o toplumun millî yapısı da sağlam, namuslu, gayretli ve âlim olurdu ya da tam aksi söz konusuydu. İnsanoğlu doğar doğmaz kadının eline teslim ediliyor, kadının etkisi altında ve kadın terbiyesi ile büyüyor, daha sonra insanoğluna eklenen şeyler işte kadının hep çocuk yaşta insana eklediği şeyler üzerine inşa ediliyordu. Dolayısıyla bu bakımdan kadınlar bir toplumun hem yarısı hem de esasını oluşturuyordu.

      İsmail Bey Gaspıralı, Kadınların Baş Vazifeleri adlı yazısında kadınların aslî görevleri olarak kabul edilen analık, eşlik gibi görevleri yerine getirmek için bile onların mutlaka eğitim alması gerektiğini savunuyordu (Akpınar 2008: 289-291). Bu sebeple onun fikriyatında kadın eğitimine büyük bir önem veriliyordu. Çin, Hint, Babil ve İran gibi en eski medeniyetlerin Doğu’da teşekkül etmesine rağmen, kadının bu toplumlardaki konumu halihazırda düşük bir seviyede idi. Buna karşın, kadının durumu söz konusu olduğunda çok daha genç olan Avrupa toplumlarıyla Doğu toplumları arasında büyük bir uçurum söz konusuydu (Alem-i Nisvan 1910, sayı 26). Genel çerçevede Doğu toplumlarının kadınlarının, özelde ise Türk Dünyası kadınlarının eğitim hakkı olmadığı gibi, evlilik tercihinde bulunma hakları ve gerekli koşullarda dahi boşanma hakları da bulunmuyordu. Dolayısıyla İsmail Bey Gaspıralı’nın kadın meselesi üzerine kaleme aldığı yazıların hemen hepsinde kadınların eğitimi, kadınların evlilikte kendi istekleri doğrultusunda ve denkleri olan kişilerle evlendirilmeleri gerekliliği ve gerekli hallerde kadının da boşanma hakkına sahip olması konuları sıklıkla işleniyordu (Akpınar 2008: 298, 306-320).

      İsmail Bey Gaspıralı’nın günümüze ulaşan en önemli mirası olan 1882’den itibaren çıkarmaya başladığı Tercüman, yayımlanmaya başladığı ilk günden itibaren sadece bir gazete olmanın ötesinde, bütün Rusya Müslümanlarının ortak bir platformu haline gelmişti. O günkü ulaşım imkânsızlıklarına ve finansal zorluklara rağmen, İdil-Ural, Türkistan ve Anadolu gibi Türk СКАЧАТЬ



<p>3</p>

Farklı coğrafyalarda yaşayan yenilikçi Türk aydınları, aynı dönemlerde aynı düşüncelerle, ancak kadınların yükselişiyle kendi toplumlarının yükselişinin mümkün olacağı görüşünde birleşirler. Hatta onların meseleye daha geniş bir perspektiften bakarak kadının yükselişini insanlığın yükselişi olarak değerlendirdikleri de görülür. Bu konuda Türkiye’de Tevfik Fikret Hemşirem İçin şiirinde: “Elbet değil nasibi mezellet kadınlığın/Elbet değil melekliğin ümidi zulm ü şer/Elbet sefil olursa kadın, alçalır beşer/Lâkin bu gün hep onlara â’id yığın yığın/Endîşeler, kederler, eziyetler, iğneler!…” (Tevfik Fikret 2004: 471) mısralarında kadının eziyet görmesini ve toplumda yok sayılmasını insanlığın alçalmasıyla eş görür. Tevfik Fikret gibi Azerbaycanlı yenilikçi Türk aydını Hüseyin Cavid de, alçalmış insanlığın ancak kadınla birlikte yükselebileceği düşüncesini dile getirir: “Kadınsız ülke çabuk mahvolur, zavallı kalır./Kadın elile fakat bahtiyar olur şu cihan,/O bir melek… onu takdis eder büyük Yaratan./O pek sevimli, güzel, ince, nazlı bir hilkat,/ Onun ayakları altındadır fakat cennet:/Kadın gülerse şu ıssız muhitimiz gülecek,/Sürüklenen beşeriyet kadınla yükselecek…” (Hüseyin Cavid 2013: 311). İki şairin kadın meselesine bakışları ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. (Tiken 2014: 237).