Issız Köşe. Kızıl Enik Kudajı
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Issız Köşe - Kızıl Enik Kudajı страница 8

Название: Issız Köşe

Автор: Kızıl Enik Kudajı

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6852-20-4

isbn:

СКАЧАТЬ “Evet, yiğit bir çocuk” dedi, “Babası gibi!”.

      Bebeği iyice sarıp ısıttılar. Adam hızla ayağa kalktı, çadırın tavan kasnağında asılı duran kirli deriyi düşürüp onu hemencecik bir emziğe dönüştürdü.

      Ilık sütü iştahla emen küçük çocuk, çok geçmeden masum, huzurlu, sakin bir uykuya dalıverdi. Uykusunda ara ara kendi dudaklarını emdi, küçücük burnundan mırıltılı sesler çıkardı. Bebeğin bu halleri gören kadın sakinleşti, gülümsemeye başladı, susuzluğunu giderene kadar sarı çay içti.

      Piposunu keyifle tüttürürken ses çıkarmadan oturan adam karısına “Neden öyle gülümsüyorsun?” diye sordu.

      Kadın emziği maşayla tutarak iyice ısıttı, bakırı iyice gözükmeye başlamış eski çaydanlıktan çay alırken “Aklıma sen geldin. Sen de böylesin işte canım; başında böyle kara belalar olsa da yatıp horlaya horlaya uyursun! Böyle zamanlarda ben asla uyuyamam.” dedi.

      Adam dışarı çıkıp biricik atını direğe kementle bağladı, ahırını dikkatlice inceleyip geri döndü. Bu deli kadın kimin bebeğini alıp geldi? Gerçekten de bebek yerde mi yatıyordu? Yoksa bebeği çaldı mı? Yok, bırak çocuk çalmayı parmak kadar iplik, ökçe yapacak kadar deri parçası bile çalamazdı o.

      Bütün bu düşünceler ihtiyarın aklında demlenmiş çay tortusu gibi çalkalanıyordu. İşin ilginç tarafı, bebek ağlarken eşinin ağzından tek bir sızlanma bile duymamıştı.

      Şimdi bütün iş tamamlanmıştı. Bebek uyuyordu. Kadın başına gelenleri anlatmaya başladı.

      Gece var gücüyle esen rüzgârın şiddeti dinmiş, çadırın yanındaki uzun kavakların sesi kesilmişti. Akın akın geçen kara kara bulutlar dağılmış, güz göğünden uzaklara yollanmışlardı. Çadırın tavan penceresinin14 üstünde yıldızlar ışıldıyor; porselen tabaklar gibi yusyuvarlak ay bulutların arasından bir görünüp bir kayboluyordu.

      Kadın gökteki aya bakarak “Güzün orta ayının ortası, ayın on beşi gelmiş gibi” dedi:

      – Eskiler böyle günde doğan çocuklar bahtlı olur, derlermiş. İhtiyarlar yanılmaz, her şeyin doğrusunu söylerler.

      Sözlerini tamamladı, bebeği koynuna alıp yattı uyudu. Kocası kışlık gocuğunu yüklükten alıp her zamankinden daha bir fazla koruma isteğiyle eşinin üstünü örttü.

      Adamın uyuyamadı. Ateşin karşısında oturdu, gece süt ılıtmak için ağaç yonga kesti. Yaptığı işten bilhassa keyif alıyordu, üstelik yonga keserken çıkan ses ona bir ninni gibi tatlı geliyordu. Elli yıllık ömrü boyunca hiçbir zaman böyle keyifli bir iş yapmamıştı. Hele bebek ağlayarak emmek için uyandığında, adamın gönlü tarife sığmaz bir neşeyle doluyordu. Bugüne kadar sadece ikisinin yaşadığı o boş çadır, artık onun gözüne başka kimselere yer kalmamış gibi dolu gözüküyordu.

      Adam yatağın önüne yastık ve döşek koymuş, uzanıp yatmıştı ama tetikteydi.

      Çok geçmeden ocaktaki ateş sönmeye, ocak altındaki közler küllenmeye başladı. Adam gözlerini bir kere bile kırpmadı, sönmeye yüz tutmuş köze uzanıp şöyle bir kez daha karıştırdı.

      Hayatı gözlerinin önünden bir film şeridi gibi geçmeye başladı:

      …Yoksul yokuncul bir hayat yaşayarak büyümesi, beylerin hayvanlarına çobanlık yapması, evlenip yetişkin biri oluşu, Kızıllar ile Beyazların çatışmaları… O zaman “özgürlük” denen şeye ilk defa tanık olmuştu. Ancak hayat hiç de o kadar kolay değildi. İnsanın insana zulmü denen o kötü gelenek artık bitse de özgürlük dedikleri güzellik çoğalsa da hayatın lezzetlerini henüz tatmamıştı. İnsanın mutluluğu dedikleri şey tek bir at, bir tanecik inek, on kadar koyun ve keçi kadar mıydı? Tuva’da Devrim yayıldığından beri on yıl geçmişti, ancak hala varlıklı insanlarla kardeşçe, birlik beraberlik içinde yaşamak mümkün müydü? Öyle insanların evine yaklaşmak bile engellenir, bir hakaret olarak kabul edilirdi!

      Neden sonra aklına yakın zamanlarda gerçekleşen bir olay geldi:

      Agılıg vadisinde ağılın kadınları içki içmeye gelmişlerdi. O zaman eşi “Benim sağmal hayvanım yok, hoytpak15 bende ne arar?” deyince, içkiciler atlarına binip uzaklaşırken onlara bir koşma16 söylemişlerdi:

      Bir parça pipo tütününü,

      Şifalı ot diye mi verdin?

      Bir fincan içkini,

      Kaynak suyu deyip mi verdin?

      Bu aslında o kadar da alınılacak bir türkü değildi. Ancak sonradan söyledikleri gerçekten inciticiydi:

      Çukurluk, ovalık yerde otlayan

      Boz atın mı var, sarı ala atın mı var? 17

      Oğlanların kızların oyunlarını oynayan

      Oğlun mu var, kızın mı var?

      Anne babası bu halde, böyle yoksulken çocuğun durumu nasıl olacaktı? Bu yüzden köy muhtarı Kırgıs Alday-ool’un “MAE, ÇAE’ye18 girip halk için çalışmak iyidir” fikri galiba doğruydu.

      O böyle yatıp düşünürken bebek uyanıp ağlamaya başladı. Hemen kalkıp süt ılıttı. Eşini de uyandırmadı, bebeği kendisi besledi.

      Şimdi onun aklı şuncacık küçük çocuğa takılmıştı:

      Dün aşağıdaki ağıllara vardığında bir evin bebeğinin hastalandığını, hastalığı iyileştirsin diye şaman çağrıldığını duymuştu. Girdiği çadırda kafası kabak bir ihtiyar kadının söylediklerini hatırladı:

      – Bu çocukların başına felaket gelmiş. Adamın karısı arka arkaya üç kere doğum yaptı; ilk çocukları olan ikizler hemen öldü. Şimdi yeni doğan bebeği de hastalandı. Bu zamanda doktor denen insanların da iyileştirebileceği bir hastalık değil bu. Daha et, kan tutmamış küçük çocuğa çuvaldız gibi sivri demir sokmanın ne faydası var; bırakın küçük çocuğu, yetişkinlere bile ilaç zerk etmek hayırlı bir iş olmaz. Eski zamanlar olsa, güçlü şamanlar ayin yaparak bu çocukları kurtarırdı. Eskiden, benim küçüklüğümde bizim komşu ağılımızda yeni evlenen kızların çocukları öldü. Bir şaman davet edildi, vura vura ölen bebeği sarsıp yiyeceklerle birlikte dağ geçidine19 götürüp bıraktı. Sonradan bir de bakıyorlar ki, birisi bırakılan heybedeki içkiyi içmiş, yiyecekleri bitirmiş ve ölmüş. Böylece çocuklarının hastalığı başka kişilere geçer, çocuklar ölmez.

      Adam bu düşünceler yüzünden uyuyamadı. Ateşi canlandırırken etrafına korku ve şüpheyle bakıp durdu:

      – Kötü inanışlar bunlar, bu zamanda böyle şey kaldı mı? Bunlar Sarı Dinin20 kör propagandası! Hala bazı СКАЧАТЬ



<p>14</p>

Tuv. dündük: Çadırın üstünde duman çıkan pencere. Tuvalar dündük’ü kutsal kabul eder, onu saçı yaparak kutsarlar. Dokuz Gök inancı sebebiyle bu pencere tam olarak örtülmez. Çadır halkı uyurken Dokuz Gök’ün yıldızlarının ev halkını bu pencereden gözetip korudukları düşünülür (Kenin-Lopsan, 2019: 180).

<p>15</p>

Tuv. hoytpak: Sütün ekşitilmesi ile elde edilen bir tür geleneksel içecek. doskaar adı verilen özel bir fıçıda fermente edilir (Kenin-Lopsan, 2019: 312).

<p>16</p>

Tuv. kojamık: koşma.

<p>17</p>

Tuv. sarala: sarı ala, at donu. Tuva Türklerinde at donları için bk. (Kenin-Lopsan, 2019: 20-22).

<p>18</p>

MAE: Mal Ajılınıŋ Eştelgezi “Hayvancılık Kooperatifi”; ÇAE: Çer Ajılınıŋ Eştelgezi “Tarım Kooperatifi”. Tuva Türkçesinde Komünizm ideolojisine dair çok sayıda kısaltma bulunmaktadır: bk. Tosun 2018.

<p>19</p>

Uluslararası alan yazınında sky burial “göğe gömme” olarak da adlandırılan bu geleneğe göre vefat eden kimse mezara konmaz ve açık bir alana bırakılır. Kenin-Lopsan’a göre (2019: 231) 1930’lu yıllara kadar Tuva’da da görülen bu gelenek, günümüz Tibet’inde yaşamaya devam etmektedir.

<p>20</p>

Tuv. sarıg şajın: Sarı Din. Lamaizm’e Tuva Türkçesinde verilen isim.