Название: Issız Köşe
Автор: Kızıl Enik Kudajı
Издательство: Elips Kitap
isbn: 978-625-6852-20-4
isbn:
– Çalmadım, yolda buldum, bereketli taygam!9
Kadehteki içkiyi son bir yudum kalana kadar içti, son yudumu da yere saçtı. Sonra bir kadeh daha içti, kalanları yine saçı yaptı. Elini dengin içine sokup yokladı, başka bir bezin içinde yağlı bir kaburga kemiği buldu. Soğuk eti çiğneye çiğneye yedi.
Çok geçmeden hava daha da karardı. Soğuk içki onu önce ürpertti, ardından sabahtan beri bir şey girmemiş midesini ısıtıverdi. Gözleri alacalanmaya başladı. Dengin sahibi çıkıp gelse ondan bile çekinmeyecekti!
Kadın atına binmek için hazırlanmaya başladı. Ağzını kapatıp matarayı yerine koydu. Oldukça ağır olan dengi atına yüklemek için yüksekçe bir tepeye gitti. Ayakta uyuklayan atını yanında götürdü.
Tam bu esnada, keskin bir ses tam yanı başındaki karanlık çalıların altından duyuluverdi:
– Ingaa!
Ağır dengi yere bıraktı, gözleriyle karanlığı taradı.
O tiz ses yine duyuldu. Kadının yüzü köz gibi kızarıverdi. Dizlerinin bağı çözüldü. Dengi yüklemeden hemen atına bindi. Ganimet düşünecek hali kalmamıştı. Atına biner binmez birden aklı başına geliverdi.
Korkunç çığlık yeniden duyuldu:
– Ingaaa!
Kadın atını sürüp hemen oradan uzaklaşmak istedi. O esnada “Ya kulaklarım çınlıyor ya da bu duyduğum baykuş sesi olmalı!” diye geçirdi aklından. Atını ses gelen çalılıklara doğru sürdü. Hayvan kulaklarını dikti ve olduğu yere mıhlandı. Çalılıkların altında beyaz bir şey görünüyordu: Hem çocuk paltosuna hem de bir parça beze benziyordu. Kadın yaklaştı, var gücüyle eğilip çalılıklara baktı. Az önceki ses daha tiz, daha korkunç duyuldu.
– Ingaa, ıngaa!
Atını geri döndürdü, yola yakın bir yere bağladı:
O tiz ses korkunç da olsa insanı oldukça etkileyen bir tarafı vardı. Korkmuş bir kişinin aklına düşünceler çakan şimşekler gibi aniden geliverir:
– Bu zamanda iblis, şeytan diye bir şey olmaz; eğer iblis10 varsa bile böyle yerde durmaz, dikenli çalılardan korkar, uzak durur.
– Baykuş da değil… Baykuş böyle uzun uzun ötebilir mi? İnsandan korkar, kaçar elbette!
– Bu bir bebek! Bu soğukta bu bebeği buracıkta bırakıp gidecek miyim? Donup ölür! Annelik nedir bilmem ama benim kadın yüreğim buna müsaade etmez!
Kadın geri döndü; bir erkek gibi oldukça çevik bir şekilde attan indi. Hiç düşünmeden, hiç korkmadan birkaç adımda karanlık çalılığın altında yatan eski püskü paltoyu çekti. Paltoyu açtığında küçük bir bebeğin elleri dışarı çıktı. Bebeğin bahardaki aksöğüt filizleri gibi incecik, demir gibi soğuk küçük parmakları kadının sıcacık alnına değiverdi ve ağlaması hemen kesildi. Kadın, çırılçıplak bebeği parçalanmış eski püskü paltonun içine iyice sardı, atına bindi. Az önce yavaş yavaş giden at mahmuzu yiyince, o an nedense yapması gerekenin farkına varmış gibi dört nala koşmaya başlamıştı.
Kadın yolun nasıl geçip bittiğini anlamadı bile. Çok geçmeden Oruktug-Kejig’te orman açıklığının yakınlarındaki yegâne çadırın ışığı gözüküverdi.
Rüzgâr iyice şiddetlenmiş, çadırın yanındaki uzun kavakların başları hışırdamaya başlamıştı. Evin köpeği alışkanlığı olduğu üzere, uzaktan onları karşılamaya geldi.
Kadın bu yoksul çadırın kapısını açıp içeri girdi. Keçi derisinden yapılmış kısa bir elbiseyi kuşanmış kocası, endişeden rengi uçmuş bir halde sıçrayarak şaşkın şaşkın sordu:
– Ne oldu kadın! İçeri sarhoşun biri geldi sandım, bu nasıl girmek!
Kadın “Çabuk atı al!” diye karşılık verdi.
– Sarhoş musun?
– Ne demek sarhoşsun! Çabuk atı al!
Adam atı dizgininden tuttu, çifte atan atın göğsü şişiyor, çok hızlı nefes alıyordu. Kadın içeriden “Çabuk atını bağla, buraya gel!” diye seslendi.
Adam atı direğe11 değil, dizgini kısarak çadırın kuşaklarına bağladı; aceleyle eve girdi. “Kadına bir haller olmuş” diye düşünüyordu.
– Çabuk dedim!
Karısı, ciddi bir sesle “Sandığın içindeki kuzu postunu al gel!” diye emretti. Kocası hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
– İyi misin güzelim, ne oldu sana? Neden hiç durmadan ağlıyorsun?
Kadın aceleyle elbisesinin düğmelerini çözdü, ateşin yanına gelerek “Üşüdün mü, şimdi neden sustun, neden ağlamıyorsun? Eve gelen insan biraz gevezelik eder, sohbet eder değil mi?” dedi.
Koynundan kocasının gözleri önünde yeni doğmuş bir oğlak gibi kıpkırmızı, çırılçıplak bir bebek çıkarıverdi. Bebek ellerini yukarı kaldırdı, parmaklarını ağzına soktu ve ağlamaya başladı. Kocası dona kalmıştı.
– Ah sen daha yeni mi uyandın?
Kadın müşfik bir sesle “Isındın mı, uyudun mu?” derken kocasına dönüp “Kendine gel, bebek ağlarken bozkırın ortasındaki balbal gibi dikiliyorsun? Acele etsene!” diye söylendi.
Kocası matarasını açarken “Gerçek mi bu, nerde buldun onu?” diye sordu. O esnada kadın küçük çocuğu okşayıp sallayarak konuşuyordu:
“Ne demek çocuğu buldun, bu senin çocuğun! İnsan hiç atılır mı? Bebeğin küçücük bedenini sıkı sıkı kucakladı, “Aşağı ağıldan evlatlık aldım derim” diye konuşmaya devam etti:
– Evlatlık da almadım12, kendi bebeğim o.
Kocası yeni tabaklanmış bir kuzu postu getirdi.
– O postu ateşte çabuk ısıt.
Kocası, çıtırdaya çıtırdaya yanan ocağın yanında hemen ısınan kuzu postunu ateşin ışığında yere serdi. Kadın bebeği koynundan çok dikkatli bir şekilde çıkarıp posta sırt üstü yatırdı. Bebek önce küçük ayaklarını kaldırarak havada oynatmaya, sonra da ellerini ağzına götürerek parmaklarını emmeye başladı.
Kadın telaşla “Gördün mü, bak acıkmış! Sütü ılıt!” СКАЧАТЬ
8
Tuvalarda diğer Türk halklarında olduğu gibi saçı geleneği yaygın bir inanıştır. Özellikle şamanlar tarafından kutsama törenlerinde (Tuv. dagılga) gerçekleştirilen bu adet halk tarafından da bereket için, kötü ruhlardan korunmak için farklı zamanlarda ve mekanlarda icra edilir.
9
Tuvalarda saçı yapılırken söylenen algışlardan (Türk. alkış) biri.
10
Tuva Türklerinde
11
Tuv. baglaaş: Atın bağlandığı direk. Tuvalar baglaaşı kutsal kabul eder, devirmez, balta ile kesmez (Kenin-Lopsan, 2019: 67).
12
Tuvalarda