Günbatımına yakın Debetcurt Kenti’nin sınırlarına yaklaştıklarında on beş kişilik bir haydut grubunun saldırısına uğradılar. Haydutların amacı Talayhan’ı kaçırmaktı, ancak bunun kolay olmayacağını da biliyorlardı. Önce Baybatır’ı öldüreceklerdi. “İki askeri nasıl olsa etkisiz hale getiririz.” diye düşünüyorlardı. Sonra da teslim alacakları Talayhan’ı Islavorus Devleti topraklarına götüreceklerdi.
Atlı on beş haydut, Hunnuçay savaşçılarından gördükleri gibi, arabayı çember içine alarak saldırıya geçti. Haydutlar kalabalık olduklarına güvenerek atlarından indiler, göğüs göğüse çarpışma başladı. Talayhan tek kılıç darbesiyle haydutları biçiyor, Baybatır da kılıcı ve kalkanıyla onu koruyordu. Kumukbek ve Navruz da hançer ve mızraklarıyla haydutlara göz açtırmıyorlardı. Çok kısa süren bu baskında haydutların tümü yok edilerek tekrar yola çıkıldı. İlk defa böyle bir baskına maruz kaldığı için Talayhan’ın canı sıkılmıştı, demek ki bir şeyler eksik yapılıyordu. Ülkede böyle bir saldırıya cesaret edilebilecek haydutların olması Talayhan’ı düşündürdü; “Sınır kentlerinde casusların çoğalmaya başlaması iyiye işaret değil. Bu çaşıtlar,42 Hunnuçay ülkesine tabi olup da kendini yabancı gören birtakım halkları, kolayca kandırıp karışıklık çıkarabilirler. Kötü niyetli kişileri kullanan komşu devletler, kandırılmaya müsait bu insanları isyana teşvik edebilir,” diye aklından geçirdi…
Talayhan bu baskını kurultaya taşıyacaktı; Orunordu’ya gider gitmez Kumanbay Kağan’a da anlatacaktı…
Debetcurt Kentine Doğru…
Akşam karanlığı basmadan Debetcurt’a varmak istiyordu Talayhan. Hızla yola koyuldular. Kentin girişindeki ormanın eteğindeki geniş bahçeli bir evin yanından geçerken, ormana taş atan ve ağaçları yakmaya çalışan çocuklarla karşılaştılar. Talayhan, arabanın durdurdu. Burası kimsesiz çocukların yetiştirildiği, yetimhaneye benzeyen bir yerdi. Talayhan arabadan indi, çocuları yanına çağırdı. Onlara, -Ağaçlara zarar verilmez, ormana taş atılmaz! Böyle yaparsanız kutlu ormanlarımız yanar. “Cer İyesi” dediğimiz Yer Tanrısı’nı incitmiş olursunuz. Yer Tanrısı ormanlarımızı korumayanlara küser, onları ağaçlardan yeşillikten mahrum bırakır. Onu küstürmemeliyiz, yoksa bitkiler sararır, güller solar, kuşlar ötmez olur; insanlara hastalıklar gelir, dedi.
Talayhan, çocukların mahçup olup yere baktıklarını görünce konuşmayı bıraktı. Bu sefer Baybatır hemen konuşmaya başladı. Talayhan, “Benim konuşmam yeterliydi, çocukları çok korkutmamak gerekir” diyecek olduysa da vazgeçti ama Baybatır konuşmaya başlamıştı.
–Dağlar, ormanlar kutludur! Biz dağlara kurban keseriz, adak adarız! Dağ ruhları insanların iyilikleri için çalışır, insanları kötülüklerden korur. Ormana girildiğinde yüksek sesle konuşulmaz. Bunları size öğretmediler mi? Bakın! Bahçenizdeki bu büyük taş üzerine resmedilmiş olan ve ellerinde kapları tutan insanlar neyi anlatıyor biliyor musunuz? Bilmiyor olabilirsiniz belki, ben anlatayım: Her Hunnuçaylı, törenle vatan için ant içer. Bu Kutlu Ant esnasında, içlerinde mavi ve yeşil renkli su bulunan kaplardan su içerler. Bu su, Yer Tanrısı’nın sembolüdür. Kutsal anavatan topraklarından çıkan mavi ve yeşil renklerdeki bu su, Yer Tanrısı’nın kendi rengidir. Genç Hunnuçaylı’lar! Ormanlarımızı ateşe vermeyeceğiz, koruyacağız anlaştık mı?
Yüzleri mahcubiyetten kızaran çocuklar, hep bir ağızdan, “Anlaştık!” diye haykırdılar.
–Ata ruhlarını da Yer Tanrısı’nı da üzmeyeceğiz! Biz burada ‘güller solsun’ istemeyiz! Asla ‘kuşlar ötmez olsun’ demeyiz! Biz uçmağa varmış annelerimiz için orman gülleri toplayacaktık. Savaşlarda kalan babalarımızdan haber getirecek kuşları bekliyoruz! Ateş yakma ve taş atma oyununu oynamayacağız artık, söz! dediler.
Talayhan ile arabadakiler, çocukların sözleri ve hayalleri karşısında duygulanmışlardı. Talayhan’ın aklına, Hunnuçay’da bin yıllar sonra dahi söylenecek olan ve daha önce kutlu bir kaya yüzeyinde okuduğu ünlü bir ozanın yazısı geldi: “Yürekleri sonsuza dek dağlanacak anaların oğulları, savaşlarda kolay ölürler!” Çocukların, “Savaşlarda kalan babalarımızdan haber getirecek kuşları bekliyoruz!” sözünü, Talayhan içinden birkaç kez tekrarladı. Şimdiye kadar olan bütün savaşlar yakmıştı, yıkmıştı, yok etmişti. Öyle ya da böyle her savaş, ardında nice sakat kalmış insan ve yetim çocuklar bırakmıştı. Talayhan, ülke tehlikede olmadıkça her türlü savaşa karşıydı. Eğer bu acundaki savaşlar bir şekilde sonlandırılmazsa, insanlığın tükenip gideceğini de iyi biliyordu. Talayhan, bu öksüz ve yetim çocukları unutmayacaktı, unutamayacaktı hiçbir zaman…
Talayhan, Navruz Onbaşı’ya arabadaki aşık kemiklerini çocuklara getirmelerini söyledi, onlara hediye edecekti. Hunnuçay’da “aşık oyunu” nu sadece çocuklar değil büyükler de oynardı. Hemen hemen her evde onlarca aşık kemiği bulunur, uzun kış gecelerinde yaşlısı, genci, çocuğu bu oyunu oynardı. Navruz Onbaşı, çocuklara aşık oyununu nasıl oynayacaklarını anlatmaya başlayacaktı ki mavi gözlü uzun boylu çocuk sordu;
– Bu aşık kemikleri hayvanın neresindedir?
– Aşık kemikleri, hayvanların arka ayaklarının eklem yerlerindedir, size hediye edilen aşık kemileri koyun ve keçilerden alındı.
– Peki o hayvanlar ölmeden bu kemikler alınamaz, o kadar çok nasıl biriktirdiniz? diye sordu çocuk.
Navruz onbaşı biraz önce Baybatır’ın çocuklara; “Ormanlarımızı koruyalım!” sözlerine karşılık, Çocukların da; “Siz ormanları koruyun diyorsunuz da hayvanları topluca öldürmüşsünüz!” demek istedilerini düşündü ve;
– Bu aşık kemiklerini biriktirmek zaman alabilir, almayabilir de. Bunlar, etini yemek için avladığımız dağ keçilerinden veya bahar bayramlarında Göktanrı’ya topluca adaklar adandığı zamanlarda biriktirilenlerdir, dedi.
Çocuklar Navruz’a “Bizimle bir kez oynar mısın?” diye israrcı olunca, Navruz; “Çocuklar, ben size kısaca anlatayım. Yolumuz çok uzun, bir an önce gitmemiz gerek” diye anlatmaya başladı.
–Bu aşık oyununu en az iki kişi oynar. Elinize ikişerli, üçerli, dörderli hatta daha fazla kemik alıp oynayabilirsiniz. Elinizle oyun alanına serdiğiniz aşık kemikleri, yerdeki konumlarına göre “şobura”, alçi “tavçu”, “pık”, “çık” gibi isimler alır. Yere serptiğiniz kemiklerin insan kulağına benzeyen oval hatlı yan kısmı, “alçi”, düz kısmı ise “tavçu” dur. Tümsekli kısmını “pık”, ortası çukur kısmını ise “çık” diye adlandırıyoruz. Eğer aşık kemiği yere dik СКАЧАТЬ
42
Çaşıt: Casus, ajan.