Anayurt - I. Zordun Sabir
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anayurt - I - Zordun Sabir страница 8

Название: Anayurt - I

Автор: Zordun Sabir

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-23-7

isbn:

СКАЧАТЬ sakindi, bir yerlerden şarkı sesi geliyordu. Şarkı söyleyen şehirden çıkmış arabacı mı, tarla sulamakta olan çiftçi mi ya da nefsini tatmin etmiş bir kadın avcısı mıydı, kim bilir? Ama sesi güzel biriydi. Genç bayanın sıkkın gönlüne bir ferahlık nuru girmiş oldu sanki ve iç çekerek:

      “Nuri oğlum çok güzel şarkı söylüyor, tabağı tef yapıp çalıyor. Buğday biçme, Garip Sanem şarkılarını çok güzel söyleyebiliyor. Nerelerde kaldın oğlum? Giysilerin yırtılsa veya kirlense ne yaparsın?” Oğlunun evde kalmış giysilerini göğsüne basıp yine ağladı. Derken birisi bahçeye bakan kare pencereye vurdu. Şaşkınlıkla dönüp baktı ve pencereye asılı duran saksağan ölüsünden (kışın asmıştı, şimdiye kadar duruyordu) başka bir şey göremedi.

      “Kim o?” diye bağırdı Reyhan.

      “Dışarı çık Reyhan!” dedi tanıdık bir ses: “Kocan Zi yek, Süleyman Kaşgarlı’nın evine gitti, bilmiyor musun, onun eşi Ziyek’in metresi, hadi çık! Kerpiç çay, kırmızı başörtüsü getirdim!”

      “Allah belanı versin, kahrolası yabandomuzu!”

      “İnleme kancık! Ben bu mahallede kimlere dokunmadım ki. İnadına gireceğim yoksa!”

      “Geberesice be adam, akrabalık nereye gitti? Eşim seni Muhtar Bay diye sayıyor, kendi kardeşine bile kötülük etmeyi düşünmüşsün bre gâvur! Ziyavdun gelirse derini soyar atar yabandomuzu!”

      “Hadi çık diyorum, Ziyek şu anda sürtük Tunsahan’ın koynunda.”

      “Git, defol!”

      “Pişman olursun!”

      “Başına balta vuracağım yoksa!”

      “Az önce gözüme gül göründün, değilse bana kadın mı yok, nice bayan şu an Muhtar Bay ne zaman gelir diye tavan penceresinden yıldız sayarak yatıyor!”

      “Belanı bulursun hayvan!” dedi Reyhan, hıçkırarak ağlayıp:

      “Kötülüğünden dolayı gelinlerin iffetsiz, oğulların çapkın oldu. Ağılının arkasına bir bak! Gelinlerini dikizleyen nice mahlûk kızışmış köpek gibi yatıyor.”

      “Hadi gel, birisi geliyor!”

      “Allah’ım, o adam Ziyavdun olsun!”

      Beklediği gibi, Ziyavdun avluya şarkı söyleyerek giriverdi. Pencere başındaki Muhtar Bay birden kayboldu.

      “Niye böyle keyiflisin?” dedi Reyhan, ay ışığında kocasına gücenerek:

      “Nereden geliyorsun?”

      “Kaşgarlıyı güreşte yenmiştim, Muhtar Bay bunun için toy düzenledi. Üstelik bir kuzulu koyun armağan etti hayatım!”

      “Ya siz? Süleyman’ın eşine ne verdiniz?”

      “Delirdin mi hatun, eğlence devam ediyor, şarkılar danslar zirveye çıktı, ben senin için oradan sıyrıldım, üzgünsün, endişelendim.”

      “O halde niye şarkı söylüyorsunuz?”

      “Biz Tarancılar darağacına giderken bile şarkı söyleyen deli adamlarız, alışkanlık bu hayatım!”

      Reyhan gülümsedi. Ziyavdun eşinin yanına çırılçıplak soyunup girdi ve ay ışığından utanarak eşini kang11 duvar yanına çekti. Reyhangül iri yarı çiftçinin tanıdık koku, tanıdık vücudu ve kendine sonsuz huzur veren hareketinden bu gece bambaşka bir şekilde rahatlayıp gözlerini kapatarak nazlanıp kocasını övdü.

      Atını hazırlatıp, şahini bileğine kondurup, mahalleden çıkınca her yer onun tarlasıydı. Buğdayları aynı düzeyde yetişerek, tahta gibi dümdüz olmuştu. Uçsuz bucaksız tarla dalgalanıyordu. Dere kenarı yoğun çalı, çeşitli çiçek ve bitkilerle süslenmişti. Onun kara yorgası her yerden yol bulup sürçmeden yürüyordu. Adımları hızlıydı, biniciyi sarsmıyordu. Fakat bugün ne var ki arada bir tökezleyip Muhtar Bay’ı sinirlendiriyordu. Bıldırcınlar öterek durmadan uçup çıktı. Ama şahin uçup kenardaki dut ağacına konup bir tane bıldırcın bile kapmadı. Önceleri şahinler uçup çıkan bıldırcını göğsüyle vururdu. Bıldırcınlar yere düşünce av köpekleri onları dişleyerek sahibinin önüne diri olarak getirirdi. Muhtar Bay ise onları keskin bıçağıyla kesip eyerine bağlıyordu. Bugün bir tane bile bıldırcın avlayamadı, canı sıkıldı. Üstelik Ziyavdun’un beş ho tarlasına gelince daha da üzüldü. Onun buğdayları Muhtar Bay’ın buğdayından daha iyi yetişmişti. Her başağı, her sapı, simsiyah yaprakları çok verimli bir hasattan haber veriyordu. O, mavi çiçekleriyle güzel görünen keten tarlasının kenarına gelip, tarlasını sulamakta olan Ziyavdun’a bağırdı:

      “Hey Ziyek, keten ve buğdayların da iyi yetişmiş, bu sene şehre gitme, kış boyunca eğlence yap!”

      “Bay abi, oğlumu okutmam gerek değil mi?”

      “Şehirde yakın biraderlerim var, oğlunu evlerine yerleştirip okutabilirler.”

      “Öyle olabilir ama…”

      “Aması maması yok bunun! Bak, buğdayların harika! Benim on ho tarlamdan yedi hodan buğday çıkarsa yetmiş ho, senin beş ho tarlandan on beş hodan buğday çıkarsa yetmiş beş ho, evet, on iki hodan çıksa bile…”

      “Bu tarlayı üç defa sürdüm. Dört yerinde harman yaptım. Öküz ve koyun sürülerimi, sizin koyunlarınızı buradan besledim. Çürümüş saman, at, öküz gübresi bu tarlayı oldukça kuvvetlendirdi…”

      “Biliyorum, bizim ekinden seninki iyi dedim ya!” dedi Bay, bunları çekemeyerek: “Ketenlerin de iyi yetişmiş, altı yedi hodan ürün alacaksın, diyorum ya! Bu sene kışın şehre gitme, sen olmasan eğlence coşkulu olmaz bak! Dün akşam eğlenceyi sen coşturdun!” Akşam, sözcüğünü üzüntüyle dile getirdi Muhtar Bay. Çünkü Ziyavdun’un sesi, Reyhan’ın cilveli bir şekilde “Baturum, padişahım…” diye övgülü sözleri aklından hiç çıkmıyordu. Dişini sıkarak “O kancığa haddini bildireceğim!” diye yemin etmişti. Mahallede hiçbir kadın onun isteğini reddetmemişti ve hiçbir kadın ona yabandomuzu diye küfretmemiş, kocasını överek hayâsızca ona gösteriş yapmamıştı. Muhtar Bay bunun intikamını alacaktı. Kocasının şehre gitmesine engel olabilirse Reyhan’a haddini bildirebilirdi.

      “Şehre gitmezsem olmaz!” dedi Ziyavdun, inat ederek: “Evi sana bırakayım, Kazakların sürülerime baksın, Nuri’yi okutmam gerek abi! Canım pahasına olsa da oğlumu sonuna kadar okutacağım. Onu göremezse annesi dayanamaz, ben de öyle!”

      “Hey aptal, evet desene! Bu sene Resiliklerle12 yüzbaşılık koltuğu için mücadele edeceğiz! Beylik koltuğunu Abduömer Kaşgarlıya kaptırdığından, Kasım Mirap, Sidir Şang yo, Dursun Yüzbaşıların itibarı düştü. Onu ele geçirmemiz gerek. Resililer ile Kaşgarlılar yerlerimizi gasp etti. Biliyorsun, senin deden ve benim babam bu köyün hakimiydi. İkimizin yetmiş seksen, otuz kırk ho tarlamız olsun da niye üç dört bin ho СКАЧАТЬ



<p>11</p>

Kang—Çince kelime, ocak ateşiyle ısıtılan, genellikle kerpiçten yapılan taraça.

<p>12</p>

Resililer—Rusyalılar, Rusların neslinden olanlar veya Orta Asya’dan gelenler