– Bay Hoffmann, sizden ricam, lütfen usule dair işlemlerde sorun olursa bilgim olsun. Halis Bey biraz yabancı psikolojisiyle çekingen davranabilir. Takip ediniz ve bu bir başlangıç olur. Alman toplumunda farklı kültürlere karşı hoşgörü olsa da Hitlerci kafalar hâlâ var aramızda. Yakında yabancı düşmanlığının başlaması muhtemeldir. Savaştan bu yana henüz çeyrek asır geçti. Sosyal ve kültürel uyum ya da uyumsuzluk insanların psikolojisini doğrudan etkiler. Ruh salığı yerinde olan insanların ailesine, yakınlarına, topluma, insanlığa da katkısı çok olur. Halis Bey gibi insanları doğru bir biçimde istihdam edersek kendisine de alman toplumuna ve özellikle işçi ailelerinin çocuklarına fazlasıyla yardımcı olmuş olacağız.
– Müdür Bey… Çok teşekkür ederiz. Artık harekete geçme zamanı… Bize müsaade ederseniz işimize dönelim. Halis de diplomasını yıllık izinli olduğu zaman Türkiye’de tercüme ettirip getirir. İşin tekerleği dönmeye başlar. Şimdilik hoşça kalın.
– Güle güle beyefendi…
Aachen Eğitim Müdürlüğünün kapısından çıkıp Steiger Debus Hoffmann’ın arabasına kadar yürürken sessizce yürüdüler. Debus da arada bir yüzüne bakıyordu ama Halis bunun farkında değildi.
İçindeki heyecan yatışsa da kafasında yepyeni soru işaretleriyle çıkan Halis’in zihninin derinliklerinde çözülmesi gereken çok şey vardı. Çocuklarımı ve eşimi getirdiğim zaman onlarla ilgilenirken fakülte derslerini de birlikte yürütebilir miyim? Para kazanıp daha iyi bir gelecek kurmak istediğime göre sabretmem ve daha önemlisi azmetmem lâzım. Ah bee… Kader beni hep eziyor diye isyan etsem elde edeceğim hiçbir şey yok ki…Daha önce de olmadı. Babamın sağlık durumu da beni endişelendiriyor. Bakmaz kendine, dikkat etmez soğuğa sıcağa… Gülendam ablam, ikizim Emine, küçük kız kardeşim Hatice… Küçük yaşta baba ocağından evlenip gittiler… Onlar da çoluk çocuğa kavuştular… Canlarım… Şimdi nerede ve nasılsınız acaba? Selim ve Fatih ortaokula başlayacaklardı… Fatoş, ilkokulda başarılı bir kız idi… Hüseyin de elbet bu yıl ikinci sınıfta olmalı… Büyük kızlar kocaya gitti, üvey anadan doğan kardeşlerim mektebe gidiyor. Ah babam ah… Kim bilir gözünde tüten sıla hasreti, köydeki yetimlik ve yokluk yıllarına bile hasretsen ne diyeyim sana ben… Halis bütün bunları düşünürken arabayla EBV işçilerinin konteyner evlerinin yoluna girmişlerdi bile…
Halis’in bu sessizliğinin sebebini anlamaya çalışsa da şimdilik ona bir şeyler sormanın faydası olmadığını da biliyordu. Belki yarın işe geldiğinde “Bu kadar güzel bir gayret içindeyken ne oldu da dut yemiş bülbüle döndün evladım!” diyeceğim. Anlamıyorum bu Türkleri… Çok duygusal insanlar… Ailem diyor… Babam kardeşlerim diyor, başka bir şey demiyor. Herkes baksın kendine! Eşin ve iki oğlun sana yeter de artar bile…”diyeceğim ama bilinmez ki nasıl karşılayacak bu sözlerimi…
Arabandan inerken Halis birdenbire işe geç kalmaktan korkan işçi gibi uykudan uyanmışçasına irkilip kendine geldi, Debus’a:
– Yardımlarınız için teşekkür ederim, efendim. Bu iyiliğinizi hiç unutmayacağım. Sizi mahcup etmeyeceğim ve asıl mesleğime döneceğim. O güzel günleri sabırsızlıkla bekliyorum. Heyecanımı bağışlayınız.
– Tamam. Yarın iş saatinde görüşürüz. Kafanı dinlendir. Bugün izinlisin. Rahatına bak evlat!
– Eyvallah Bay Hoffmann!
Debus’un arabasıyla gidişini süzgün gözlerle seyrederken “Acaba benim de böyle bir arabam olur mu? Ailemi, çoluk çocuğumu rahatça gezdirmeye imkânım olur mu?” diye içinden geçirdi. Derin bir nefes aldıktan sonra aheste adımlarla yemekhanenin yolunu tuttu. Yemekhanede işçilerin birçoğunun onu görür görmez “Kurban olayım gardaş… Anam babam mektup bekliyor… Geçen sefer yazarken gardaşlarımdan birinin adını yazmamışsın da pek üzülmüş… Bu sefer ilk önce onu yaz yoksa izne gidince küser bana… Karıma mektup yazmam gerekiyor ama onu şöyle özel bir yerde yazsak olmaz mı birader? Onun yazdıklarını ben okuyorum ama içimdekileri senin kadar güzel yazamıyorum…” diyeceklerini ve onların derdini tasasını anlatırken iyice başının şiştiği anları hatırladı. Bir an dönüp konteynerdeki yatağına yatıp uyumayı düşündü. Vicdanının sesi onun böyle bir şey yapmasına engel oldu. İşçi kentinin kenarındaki kocaman meydana girdiği anda kalemi kâğıdı eline alan Halis’e doğru koşuyordu. Yemeği kendileri ısmarlayacak olsalar da kime öncelik vereceğine karar vermesi imkânsızdı. Genellikle bu durumlarda kura çekip önce kimin masasına oturacağını, sonra da kimin mektubunu yazacağını tespit ediyordu. Bu defa Kayserili Hamit’in masasına oturmuştu. Bir iki saatlik zaman içinde herkesin sülalesinin adlarını öğrenmişti âdeta. Yozgatlı Hurşit ise “Anamdan babamdan başkasına selam kelam yok! … Ben çok iyiyim. Selam eder ellerinizden hasretle öperim. Baki selamlar…” yazsan yeter Halis’im” diyordu. Bazıları köyündeki danayı, ineği, yayladaki koyunu, keçiyi, aşağı mahalledeki yaşlı dedeyi, koca nineyi bile merak ettiğinden mektup sayfalarında yer kalmazdı. Yemekten kalkarken Kayserili Hamit “Herkesin hesabını ben ödeyeceğim!” dese de cüzdandan hesap kadar para çıkmaz her zamanki gibi. Bu duruma masadakiler kahkahayı basarlar… Yine çamura yattın! Hesabı bize ödettin Hamit… Maaş günü tamamını senden almanın yolunu bulacağız dediklerinde Halis, “Bir Kayseriliden bu hesabı ancak başka bir Kayserili alabilir!” diyerek cevap verdi.
Günler, haftalar, aylar birbirini kovalarken Almanya’ya geldiğinin on sekizinci ayında 40 günlük izin kullanma hakkına sahip olmuştu. 1 ağustostan 9 eylüle kadar Türkiye’de geçecek zaman içinde biriktirdiği para ile bir ev ocak sahibi olmak mümkün değildi. Aile efradına, dost akrabaya alınacak hediyelerden sonra dönüşte eşini ve çocuklarını Almanya’ya getirmeyi düşünüyordu. Uçak parası, Almanya’da kalacağı evin kirası derken pek de kolay olmayacaktı bu seyahat. Tatil için Steiger Debus Hoffmann’la vedalaşırken “Diplomayı getireceğim ve öğretmenlik mesleğine dönmek için her şeyi yapacağım. Merak etmeyin!” dedi.
Yola çıktığında Yavuz’la Ahmet’in babasız geçen bir buçuk yılı sona ereceği için mutluydu. Bu arada unutamadığı Kumluköy’deki öğrencileri, muhtarı ve köylüleri de hiç unutmamıştı. En çok da Uzun Ağa’nın palavralarına kimsenin asla inanmamasını söylemek için onları da ziyaret etmek arzusundaydı. Uçağın İstanbul Yeşilköy Havaalanına inmesiyle birlikte bütün yorgunluğunu unutmuş gibiydi. Topkapı Otobüs terminalinden Turhal’a doğru yol alan otobüste kendisi dışında birçok gurbetçinin olduğunu gördü. Yanındaki yol arkadaşı da onlardan biriydi. Sohbet ederek geçen sürede Almanya’daki işçilerin hepsinin dertlerinin de mutluluklarının da ortak olduğunu anlamıştı Halis. Öğretmenliği bırakıp gittiğini söyleyince çok şaşkın bir hâlde tepki veren Veysel de komşu köyde çobanlıktan kurtulmak için gittiğini, aynı evde beş kardeş geçinemedikleri için gurbete çıktığını uzun uzun anlattı.
Turhal’a geldiklerinde vakit öğleye doğru, sımsıcak bir Ağustos günüydü. Otobüsten indiğinde babası Tayyar amca, kardeşleri Selim ve Fatih ile Fatoş vardı. Onlarla kucaklaştıktan sonra Halis Hocanın gözleri oğulları Yavuz ve Ahmet’i de arıyordu. Bagajdan valizleri alırken “Baba!” diye seslenen Yavuz’un bir daha babasının kucağından inmeyeceği anlaşılıyordu. Evleri garajdan uzak değildi. İki kocaman valizi Fatih’le Selim taşırlarken Fatoş da abisinin kendisine getireceği hediyeleri merak ediyordu. Eve kadar babası СКАЧАТЬ