Halis Öğretmen. Muhittin Gümüş
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Halis Öğretmen - Muhittin Gümüş страница 5

Название: Halis Öğretmen

Автор: Muhittin Gümüş

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6853-08-9

isbn:

СКАЧАТЬ ulaştı. Buradaki dostlarla ve tanıdıklarla da vedalaştıktan sonra uzun yolculuk başlıyordu.

      Halis Öğretmen’in babası Tayyar amca memleketten gelerek gelinini, torunlarını ve köydeki eşyasını toparlayıp trenle Turhal`a götürdü. Kendisi de diğer madencilerle birlikte ertesi günkü otobüsle İstanbul’a hareket etti. Yola çıkan bütün işçiler gibi İstanbul`daki Alman İrtibat Bürosunun kapısına bakıyordu. 6Şubat 1973 tarihinde güneşli ama soğuk bir kış gününde kalkan bir otobüsle İstanbul-Yeşilköy havalimanına ulaşmışlardı. İlk kez uçağa binecek olan bütün işçilerin heyecanı gözlerinden okunuyordu.

      7Şubat 1973 tarihinde gece yarısı Münih havalimanına indiklerinde soğuk iliklerine işlemişti herkesin. Almanya’nın bu kadar soğuk olduğunu hiç kimse söylememişti onlara. Daha ilk günde kar, yağmur, rüzgâr ve soğukla karşılaşan işçilerin kıyafeti de kış şartlarına uygun sayılmazdı. İlk andan itibaren Almanların hep bağırdığını ve emir verdiğini fark etmişti Halis Öğretmen. İnsanlık denen şey birdenbire yok olmuştu âdeta. Münih havalimanından tren istasyonuna geldiklerinde yine çok soğuktu ve herkes çok üşüyordu. Münih tren istasyonunun altındaki sığınaklara işçileri doldurduklarında sıcak bir yer olmasına rağmen çok pis kokuyordu. Oturulacak yerler vardı ama herkesin gözlerinden de uyku akıyordu. Çünkü günlerdir uykusuz, yorgun ve perişan vaziyetteyken uyumak istiyordu gariban işçiler… Onları anlayacak kimse yoktu maalesef. “Sıraya girin!” diye bir sesle irkildi bütün işçiler. Bağıran tercümandı; çok kaba birisiydi. Halis Öğretmen’in içindeki fırtınalar erken esmeye başlamıştı. “Nedir bu bizim başımıza gelenler Allah’ım?” diyordu. Gruplara ayrılan işçilerin Köln-Aachen Grubunda yer alan Halis Öğretmen’in ekibine “Bekleyin! Bu trene bineceksiniz!” denildi… Orta yaşlı bir Almanı grubun başına vermişler ve durmadan bağırıp çağırıyor, el kol hareketleriyle konuşuyordu. Halis’in trene binince birdenbire aklı başına gelir ve “Nerede kaldı benim köyüm şimdi?… Nerede kaldı, öğrencilerim? Nerede dostlarım, arkadaşlarım? Yahu sahi ben neredeyim? Nerede çocuklarım, eşim? Onlara bir şey olursa kim bakacak? Bensiz ilk geceyi nasıl geçirdiler acaba? Oğullarım sabah uyandıklarında, beni göremeyecekler ve hep ağlayacaklar… Yavuz’um, Ahmet’im daha küçükler onlar… Ahmet yeni yeni gülücükler dağıtmaya başlamıştı. Ben niçin geldim Almanya`ya…? Şu an bin pişman oldum. Ben köklerimden kopmak istemiyordum… Ben bir öğretmendim! Şimdi olacağım kömür madencisi… Kalem tutan ellerim kazma tutacak! Kolay mı öyle kazmayı vurmak? Bazen kalem ağır gelir kazmadan… ” diyordu. O Alman’ın hakaret ihtiva eden hareketlerinden dolayı geri dönmeyi düşünmeye başlamıştı. O andaki çaresizlik içinde, Almanya’da bir trendeydi öğretmen Halis. Hızlı tren Münih istasyonundan ayrılmıştı. Artık ağlamak da fayda etmeyecekti. Halis Öğretmen elindeki ekmek paketini gözyaşlarıyla birlikte açtı. Ekmek vardı, su yoktu trende. Tren bütün hızıyla gidiyordu, ama nereye? Kimse bir şey söylemiyor, sadece Alman’ın bağırtılarından başka bir şey duymuyorlardı. Yolculuk ne kadar sürecek ve geceyi nerede geçireceklerdi? Kimse bilmiyordu.

      Halis Öğretmen’in treni 16.30 da Köln tren istasyonuna geldiğinde mahşeri kalabalık vardı. Hemen bir bardak su bulup içmek için sağa sola bakınırken Alman Kızılhaç görevlisi yaşlı bir kadın “Gelin kahve için!” diye yanına çağırdı. Kocaman çay kazanında koyu renkli bir suyu naylon bardağa koyuyor ve bunu kahve diye dağıtıyordu, Halis Öğretmen’in görmediği bir şeydi bu. Çok sıcaktı ve üzerinde köpüğü de yoktu. Bu nasıl kahveydi? Bir yudum çekip ağzına almasıyla yere püskürtmesi bir oldu. “Bu da nedir be kadın?” diyordu. Elinde sigarasıyla yakası bağrı açık, kapı gibi bir Türk geliyordu. İşçilerin kahveyi içmediğini görünce, etrafa seslenerek; “Aha bizim kuşlar gelmiş!” dedi. Halis Öğretmen, “Beyefendi susuzluktan yandık, su nerede?” dediğinde aldığı cevap ilginçti. “Ne suyu yahu! Burası Köln, cola için kana kana! Burada su içilmez!” dedi. Herkesi bir büfenin önüne doğru çekti. Büfeciye “Cola, cola!,“ diye bağırdı. Herkese ısmarlamıştı, parasını da kendisi ödedi. Kendine güveni ileri derecede olup biraz da kalender görümlü bu adam Halis Öğretmen’e dönerek:

      – Sen nerelisin?

      – Amasyalıyım ama Tokatlı da sayılırım. Balıkesir’den geldim.

      – Birader sen de karar ver artık nereli olduğuna. Artık Almanyalısın, Almancısın hatta bizimkilere göre Alamancısın sen ulan!

      – Bize yardımcı olduğunuz için teşekkür ederim.

      – Durun daha yardımlarım devam edecek. Hadi bakalım, Aachen’a bu perondan binersiniz. Yanınıza bir de Türk vereceğim. Her derdinize derman olacak. Sakin olun, hiçbir şeyden endişe etmeyin, korkmayın!

      – Sağ olun!

      – Hadi yolunuz açık olsun! Güle güle gidin!

      “İşte Türk dediğin böyle olur birader!”, diye yol arkadaşıyla konuşan Halis Öğretmen bir yandan da hayallerini birbirlerine anlatıyorlardı. Kendilerine rehberlik eden adam sürekli nasihat ediyor; aman dikkat edin, memleketi unutmayın, paranızı birahanelere, kadınlara, dolandırıcılara kaptırmayın, diyordu. Nasihatler dizisi devam ederken yolda tren durdukça inenler, binenler oluyor ama Halis Öğretmen’in yolu bitmemişti.

      İşçilere yardımcı olan Türk vatandaşıyla Aachen´a geldiklerinde veda zamanı da gelmişti. Kısa sürede ne insanlar varmış dünyada demek geldi içinden. Trenden indiklerinde EBV´dan gelen suratsız bir tercüman:

      – Haydi, binin şu otobüse! Kaz gibi sağa sola bakacağınıza binin hadi!

      İşçiler çaresizce diyecek bir sözleri yoktu. Bu ruh hâlinde güler bir yüz beklemek, hoş bir tarzda karşılanmayı arzu etmek hayalcilik olurdu.

      Tercümanın yüzü gülmüyor, söylediği de anlaşılmıyordu. Adeta sarhoş gibi bir hâli vardı. İşçilerin otobüse bindiğini gördükten sonra bir arabaya binip geçip gitti. Halis Öğretmen de sanıyordu ki otobüs içinde bize açıklama yapacak, kalacağımız ve çalışacağımız yer hakkında bilgi verecek diye… Ama nafileydi beklentileri. Tercüman bindi arabasına çekip gitti. Kendisi ise otobüsün en ön koltuğuna oturdu. Otobüs, işçileri Alsdorf -Mariadorf`ta işçi pavyonuna saat 21.00 civarında Heim (İşçi evleri) kapısına ulaştırdı. Otobüsten indikten sonra içeriye alınan işçilerin adları okundu ve odaları gösterildi. Ellerine birer paket de yiyecek verdiler. Herkes odasına çekildikten sonra hüznün zirveye ulaştığı saatler çoktan başlamıştı. Böylece 08Şubat 1973’te EBV´da resmen işe başlamış oluyordu.

      İlk iş gününün sabahında erkenden kaldırdılar Halis Öğretmen’i ve bütün işçileri. Uykudan uyandırırken bile hiç insanî üslup yoktu. Moral bozukluğu içinde dışarı çıktığında karşılaştığı manzara da pek hoş değildi. Yağmurla soğuk bir arada ve gökyüzü kapkaraydı, sıkıcı bir hava vardı. Fabrika otobüsüyle EBV, eğitim merkezine, – Alsdorf’ta Herzogenratherstr.– Ausbildungszentrum- denen yere götürdü işçileri. Halis Öğretmen madenci elbisesiyle hayatında ilk defa burada tanışıyordu. Yıkanma yerlerini gösterdiklerinde büyük bir şaşkınlık içinde kaldılar. Herkesin aklından geçen ve demek istedikleri tek söz: Olamaz! Almanlar meydanda, çırılçıplak yıkanıyordu. “Bizim edebimize, ahlakımıza uyacak bir hâl değil. Bizim için ayrı yıkanma yerleri yapsalar olmaz mı diyeceğim ama diyemiyorum! Kime diyeceğim ki zaten?” diyordu madenci Halis. O gün Türk madencilerin hiçbiri yıkanmaya СКАЧАТЬ