En nihayet baba ve oğul, uzun mu süreceği, ebedî mi olacağı bilinmeyen ayrılık anı gelince helalleşerek vedalaştı…
Kunanbay’ın bu seyahatine onunla birlikte gitme yemini eden imam vekili Öndirbay kafileye Karkaralı’dan katılacaktı. Yolcular şimdi İrtiş’e yaslanarak Kazak sahrasının engin merkezine doğru yönelecekti. Sonraki yollarda bunların bineceği araçlar nice türlü değişecek olsa da Tinibek özellikle ısrar ederek Semey’den Karkaralı’ya kadar arabayla gitmelerini söylemişti…
Kunanbay ile Izğuttı’nın bineceği büyük fayton Tinibek’in geniş bahçesinde koşulu duruyordu. Kışı yulaf yiyerek geçiren, şimdi karınlarını toparlamış hâlde sıkı görünen, geniş sağrılı, al donlu at üçlüsü boyunduruklarını silkeliyor, berrak sesli bakır zili şıngırdatıyor, gemlerini çiğneyerek sık sık pıskırıyorlardı.
Azıklar, yorgan ve yastıklar, kaçar takım yazlık ve kışlık elbiseler gibi malzemelerin tamamı yerleştirilmişti faytona. Kunanbay’ı Karkaralı’ya kadar götürecek olan Mırzahan sürücü koltuğuna oturalı epey zaman geçmişti.
İlkbahar gününün öğleye yaklaşan bir vaktinde iki katlı evin bütün odalarındaki kalabalık topluluk üst üste dışarı çıkmaya başladı. Pek çoğu yerel kıyafetler giymiş olan bölge insanlarıydı. Fakat onlarla birlikte şehrin tüccarları, medrese öğrencileri, imam vekilleri ve imamlar gibi konuklar da çoktu. Kunanbay bunlara Tinibek aracılığıyla sadaka verdirmiş4, tamamının hayır duasını almıştı. Bu defa konuklar ziyafete kanmış, ceplerine konulandan da memnun olmuş vaziyette tebessüm ederek gülüşüyor ve evden keyifle çıkıyorlardı.
Kunanbay bu topluluğun en önünde arabaya doğru gelirken faytonun gölgesinde oturan iki kişi yerinden kalktı ve Kunanbay’a doğru yürüdü. Uzaktan selam vererek yaklaşan ve Kunanbay’ın yanına gelen bu kişilerden biri sakalı bozarmaya başlayan Darkembay idi. Yanındaki ise yırtık kaftanlı, zayıf yüzlü, yalın ayaklarının derisi üstünü kaplayan kirden görünmeyen on on bir yaşlarındaki bir çocuktu. Darkembay iyice yaklaşıp Kunanbay’a “hayırlı yolculuklar” diledi ve hemen peşinden hızlıca konuşmaya girişti:
– Kuneke! Uzun bir seyahate çıkıyor, Allah’ın yoluna gidiyorsunuz. Buna da “dilenme seferi” deniyor ya! “Giderken buradaki hakiki bir dilencinin derdini dinleyerek gitsen” diye bekliyorduk. Şu çocuğun bir arzı var. “Allah için söyleyiver” diyerek beni peşine takıp getirdi, dedi.
Kunanbay kaşlarını çattı, tiksinerek baksa da yürüyüşünü durdurmak zorunda kaldı:
– Ben dünya sözünden uzaklaşmak için yola çıkan biriyim. Arzını benden başka birine söyleyemez miydin, dedi. Darkembay:
– Başkasına değil, size söylenecek bir arz idi Kuneke.
– Bana söyleyecek ne sözü varmış bu çocuğun?
– Sözü kendi başında olduğu için geldik…
Kunanbay çevresindeki topluluktan, özellikle tüccarlar, imamlar ve imam vekillerinden çekindi. Bu arada göz ucuyla etrafı bir kolaçan etmişti. Herkes afallamış, apışıp kalmıştı. Kunanbay’ın yakınında yürüyen Maybasar Darkembay’ı şimdi tanımış ve onu, önüne katarak Kunanbay’ın yolundan uzaklaştırmak istemişti:
– Darkembay mısın, nesin? Ne diye “arzım var” diyerek yola çıkmak üzere olan kişiye yapışıyorsun? Çekilsene kenara, dedi. Son kelimelerini fısıldayarak söylese de öfkeyle söylemişti.
Fakat Darkembay ondan korkmuş değildi. Şimdi Kunanbay ve Maybasar’ın, oradaki hazirundan çekindiğini fark etmiş, sesini özellikle sertleştirerek herkese duyururcasına konuşmaya başlamıştı:
– Binlerce fakir fukaranın içinden gelen bu çocuğun arzı, senin dinlemen gereken bir söz. Allah yoluna giderken özel olarak dinlenilmesi gereken bir söz.
– Bu çocuk kim? Arzı nedir? Çabucak söylesene, diyen Kunanbay’ın kaşları hâlâ çatık, sesi memnuniyetsiz idi. Darkembay çocuğu tanıttı:
– Çocuk, evvelki Borsak Kodar’ın torun kardeşi. Bu Kögaday’ın evladı. O zamanlar Kodar ölünce tek kardeşi Kögaday Sıbanlar arasında gündelikçi olarak çalışıyordu, ırakta kalmıştı. Kendisi hayatı boyunca can çekişen hasta bir adamdı. Altı yıl oldu. Kögaday da öldü. Dolayısıyla Kodar’dan kalan tek nesil şu yetim çocuk Darmen, dedi.
Zayıf yüzünde boz tüyler biten, göz çukurundaki yeşil damarları görünen ve etsiz kemikleri göze çarpan çocuk öylece duruyordu. Gözlerinden birini kirli koluyla silen ve titreyen çenesi ile gözyaşlarını zorla durduran Darmen Kunanbay’ın gözüne baktı. Kunanbay onu da ok gibi fırlatacakmışçasına:
– Bu çocuğun bende nesi var ki, dedi.
– Nesi yok ki, Kuneke, diyen Darkembay keskin gözlerini Kunanbay’ın gözüne dikti ve eleştirmen gibi baktı.
– Söyle öyleyse bunun bana diyeceği sözünü. Yürüyün şöyle, dedi. O, Darkembay’ın konuşmasının ağırlaşarak devam edeceğini tahmin ediyordu. Diyeceği sözleri topluluğun önünde söyletse kendi kendisine yumruk atmış gibi olacağını hissetmiş, Darkembay ile çocuğu önüne katarak kalabalıktan uzaklaştırmıştı…
Bahçe içinde Kunanbay’ı çevreleyen yaşlı genç Irğızbaylar ile tüccarların zenginlik ve varlıklılıklarını gösteren kunduz börklü kaftanlı giyim kuşamı gibi imamların ve imam vekillerinin sarıklı cüppeli görünüşleri de seçkinceydi. Kunanbay, Darkembay ile Darmen’i bu seçkin topluluğun arasından çıkarıp uzaklaştırmış gibi oldu. Tinibek’in bahçesindeki bu iki kişi bitap düşmüş hâlleriyle ve bir deri bir kemik kalmış cılız yüzleriyle bir başkaca eskiyip tozarmış gibi görünüyorlardı. Köhnemiş yırtık giysileriyle farklı bir azap dünyasından hortlayarak gelen, yoksulluk ve ağır muhtaçlık tutkunları gibiydiler. Kunanbay onları topluluktan ayırarak kenara çıkardığında Maybasar ve Takejan da arkalarından geldi. Abay da onların peşine takıldı.
Darkembay konuşuyordu:
– Kodar’ın tek kardeşi ölse de “kan hakkı” demedi. Sesini çıkarmadı zamanının çilekeşi, dedi.
“Zamanının” sözü Kunanbay’ın ta kendisini ifade ediyordu. Bundan huylanan Kunanbay artık kızmaya ve öfkeyle konuşmaya başladı:
– Ne diye boşboğazlık ediyorsun Darkembay? “Kodar’ın kan hakkını iste” diye seni bana gönderen hangi Bökenşi, hangi Borsak? Söylesene şunların adlarını, diyerek kahırlandı. Kunanbay’ın bugün sabahtan beri çehresini kaplayan mülayim derviş, uysal mümin görüntüsü bütünüyle yok oldu. Düşmanlık ve çarpışma sırasında göğererek çatılan eski sert kisvesini yeniden bulmuştu. Bir anda gürüldeyerek saldıran, yakaladığı avın derisini dişleri ve tırnaklarıyla yüzmeye başlayacak olan yırtıcı yabanilerin acımasız vahşilik çehresine bürünüverdi.
Darkembay onun СКАЧАТЬ
4
Sadaka verme: Kazakistan’da Hacca yolcu uğurlanırken, cenaze namazı kılındıktan sonra meyyit kabre uğurlanırken, cenazenin ardından yedisinde, kırkında, yüzünde veya yıldönümünde cenaze yemeği verilirken toplanmış olan herkese hemen hemen fitre tutarına yakın bir meblağda sadaka dağıtılır. Gelenlerin zengin yahut fakir olup olmadığına bakılmaz.