“Topu topu beş altı sene.”
Noel sigarasını yakmıştı. Düşüncelere dalmış, sigara dumanını havalara üflüyordu.
“Ozanın cesur ve saf bakışlarını, dışarıya yansıyan hiddetli gücünü, hepsini yüz defa, tekrar tekrar yaptım. Sonunda tamamladım. İddaya girerim ki Mahambet yaşarken yüzü tam da benim yaptığım heykeldeki gibiydi. Rabbim can üfleyecek olsaydı konuşmaya bile başlardı.”
“Sonraki nesiller size çok şey borçlu.”
“Bilmiyorum. Güvenim yok. En azından ‘Ulu ozanın yüz şekli böyle miymiş?’ diye merak eden, şaşıran, benimseyen bir kişiyi görseydim keşke. Bütün iş birer poster çıkarmakla sona erdi. Gerekli yerlere teslim ettikten sonra heykel yapamadım. Akıllarda kalacak küçücük bir makale bile yazılmadı.”
“Yakında Moskova’ya gitmeyi düşünüyorsunuz.”
“Kurukafasını kime bırakacaksınız ağabey?”
“Bilmiyorum.” dedi Noel ikisine bakarak. “Kurak ihtiyara mektup yazmıştım, haber gelmedi. Alimcan ağabey ise vefat etti. Çok iyi birisiydi. Kendi ellerimle götürüp Karoy’daki mezarına gömsem, düzenbaz birileri çalıp götürür diye korkuyorum. Olay üstüne olay çıkartmak isteyenler az mıdır? Vilayetin kültürlü ve bilgili yöneticisi de görevden alınmış. Yerine gelen kimse anlayışsız biri. ‘Mezar karıştır diyen ben değildim. Uzak dur. Mahambet’in kurukafası olmadan da işimiz başımızdan aşkın zaten.’ diye, yanına yaklaştırmıyor.”
“Ayıp etmiş.”
“Bir halk değil miyiz?”
“Ailem Moskova’da. Yeni proje hazırlayan Gerasimov ise gel de gel diye sayıklıyor. Bundan sonra durup bekleyecek halim yok. Bizim durum böyle, arkadaşlar. Karanlık çöktü. Hava serinledi. Şehre dönelim.”
Akşamleyin dairesine girer girmez telefon çalmaya başlamıştı. Venera’ydı.
“Hocan acele ettiriyor. Yurt dışına gideceğin zaman yaklaştı. Çabuk dönsün diyor.”
“Ulu şahsın başı…”
“Aman, bu baştan çekeceğimizi çektik ya.”
“Moskova’ya getirsem nasıl olur?”
“Tek odalı daireye mi? Yine sarılıp yatmayı mı düşünüyorsun?”
“Şimdi…”
“Bunca emeğine karşılık kucak dolusu para veya ödül mü aldın sanki? Ne işine yaradı? Fırlatıver bir kenara!”
Sabahleyin omuzuna eskimiş deri çantasını astı, Kültür ve Bilim Bakanlığı’nın halkla görüş gününe gitti. Sırası gelince büyük odanın içinde epey yürüyerek bakanın pamuk gibi yumuşacık ellerini tuttu. Resmî olarak hal hatır soruldu.
“İş istemeye gelmişsinizdir. Bakanlıkta şu aralar boş bir kadro yok.” dedi kabarık alınlı bakan, kara burnunu sağ yanına doğru çekerek. “Hatta kimi aratsanız da yardımcı olamayacağım.”
“Hayır, ben sizden iş istemiyorum.” dedi Noel, soğuk bir şekilde. “Mahambet Ötemisov hakkında, danışmak istemiştim.”
“Mahambet?” dedi bakan kabarık alnını kırıştırarak. “Haa, şu şey mi ya?”
“Gerçekten bilmiyor musunuz?”
“Hangi bakanlıkta çalışıyordu? Ne lazımmış ona?”
“Siz lafı dolaştırmayın!” dedi Noel direkt lafını keserek. “Ben Kazak halkının ulu ozanından bahsediyorum.”
“Onun benimle ne ilgisi var?” diyen bakan, koltuğundan fırlayıverdi. “Niye bu kadar sinirleniyorsunuz?”
Noel eskimiş deri çantasının ağzını açtı. Bakanın tam önüne ozanın sertleşmiş kurukafasını koyuverdi.
“İşte, sizin bakanlık personeli sandığınız Mahambet. Bir şiirini bile okumamışsınız meğerse.”
Kurukafayı görür görmez korkuya kapılan bakan, ne yapacağını şaşırdı. Bir an yardımcısını veya korumalarını çağırmak istedi. Fakat bu düşüncesinden çabuk vazgeçti.
“Ne istiyorsunuz söyleyin?”
“Ben antropolog Şayahmetov’um. Mahambet’in baş kemiklerinin üzerine gerekli malzemeyi yerleştirerek yaşadığı zamanlardaki gibi yüzünü düzenleyip ortaya çıkardım.”
“Çok teşekkür ederim.”
“Teşekkür için değil.”
“Para lazımdır o zaman? Söyleyin, ne kadar?”
“Rica ederim, bir dinleyin. Ortaya çıkarılan heykeli gerekli kuruma teslim edip Moskova’ya döneceğim. Tek istediğim, Mahambet’in başına sahip çıkmanız.”
Koltuğuna tekrar yerleşen bakan, kendisine bakmakta olan baştan gözlerini kaçırdı. Yan dönüp telefonu eline aldı ve numaraları tuşlamaya başladı.
“Alo, Baymahan’la mı görüşüyorum?” dedi yüksek sesle. “Benim yanımda Şayahmetov oturuyor. Antropolog. Evet, o. Bana ozanın başını getirmiş. Sluşay (dinle), bakanlık, siyasi kurumdur. Herkesin başını toplayacak Panteon değildir. Anlaşıldı mı? Ötemisov’un şiirlerini tarihi belgelerle araştırıp kitap yazanlar siz değil misiniz? Davai (haydi), şimdi sana Şayahmetov gelecek. Kafayı torbasıyla birlikte kabul et. Göze görünmeyen gizli bir yere koyuver. Ekmek aş istemiyor ya. Hizmet de talep ettiği yok.”
Bakan telefonu pat diye kapattı. Yüzü kızarmıştı, burnunu sağa doğru güzelce bir çekti. Sinirlenince konuşmasına Rusça kelimeler katan yine Rusça:
“Davai (haydi) dedi. Gidiniz. Yolunuz açık olsun. Hoşçakalın!”
Eskimiş deri çantasını omuzuna aldı, akademinin Tarih ve Etnoloji Enstitüsü’ne de ulaştı. Çalışanların genci yaşlısı, hepsi koridorda ileri geri dolaşıp duruyordu. Müdürü sordu.
“Baymahan bey meclis salonunda. Bir delikanlı, ‘Mahambet Şiirlerindeki Tarihsel Veriler’ adlı konuda doktorasını savunuyor. Danışmanı, müdürün kendisidir. Şimdilik çıkmaz. Bekleyiniz.” dedi saçlarını geriye doğru taramış olan sekreter kız.
“Bakan aramıştı. Bu konuda size bir şey söylemedi mi?”
“Mahambet’in başı mı dedi?… Ne dedi? Öyle bir şeyler söyleyerek sinirlendi, çıkıp gitti. Anlaşılan konu sizinle alakalı. Demek sizmişsiniz, sabah sabah bakanı rahatsız edip müdürün sinirlerini bozan?”
Öğleden sonra doktora savunması başarılı bir şekilde sona ermişti. Herkes meclis salonundan topluca çıktı. Koyunların СКАЧАТЬ