“Yavrum, hayırlısı olsun! Onca yıl Kazak halkı için emek verdin. Bu sebeple senin için bu kurum adına başarı belgesi hazırladım. İşte, şu…” diyerek kasadan çocuk bezi gibi sarı bir kağıt çıkarıverdi. “Senden memnunuz. Moskova’ya böyle bir belgeyle dönmen de senin için iyi olur. Dost var, düşman var derler ya…”
“İyi niyetiniz için teşekkür ederim. Teşekkür belgelerine ihtiyacım yok. Hemen halletmemiz gereken işler var.”
“Söyle.”
Eskimiş deri çantasının ağzını açtı, başı çıkardı, Ikas’ın masasına koydu.
“Estağfirullah, aman Allah’ım! Bu ne böyle? Kaldır, koy çantana!”
“Ikas Bey, baştan niye korktunuz? Dikkatlice bakar mısınız? Dört beş dişi düşmüş. Şakağında, ensesinde tam üç kılıç izi var. İşte, bir, iki…”
Korkuya kapılan Ikas, masayı geçerek kaçtı.
“Bırak, lanet olasıca şeyi! İnsanı korkutma!”
“Ikas Bey, ne var bunda kaçacak? Bu ulu ozanın başı ya. Kazak halkının gurur kaynağıdır.”
“Götür, sakla, kapat! Koy çantana! Her şey yolundayken siz insanı korkudan öldürürsünüz. Hepiniz delisiniz! Sakin sakin yaşarken kurukafayı mezardan çıkarıp, gezdirip duruyorsunuz…
“Bakan size görev verdi değil mi?”
“Ben ona sadece başarı belgesi vereceğim diye söz vermiştim. Benden uzak durun!”
“Sizin kurum, insan kemiklerinin üzerine inşa edilmiş kabirler ile görevlidir.”
“Eee, yani?”
“Kabirlerin üzerindekiler lazım oluyor da, altında yatan nice yiğitlerin hiç mi değeri yok?”
“Hey sluşay (dinle)!” diye bağırıverdi Ikas, sabrı taşmıştı. “Sen bana akıl vermeye mi geldin, kimsin sen be?”
“Mahambet’in yanında hiçbir şeyim. Bu baş, Kazakistan’ın hazinesidir. Bu sebeple burada kalması gerekir.”
“Siz ne biçim şeysiniz? Sakince kendi kendine yattığı mezardan başı kazıyıp çıkartıyor, halkın huzurunu kaçırıyorsunuz.”
O anda içeriye emin adımlarla ozan Makatay girdi. Üstü başı dağınıktı. Uzun boyluydu, saçlarını arkaya taramıştı. Cesur şair, sinirden kızarmış Noel’i bir güzel kucaklayarak selam verdi. Sonra öfkeye boğulmuş olan Ikas’ın elini silkeleyerek sıktı. Biraz içkili olduğu belli oluyordu.
Ikas yüzüne bakmadan:
“Büyük görevin sorumlulukları da büyük olur evlâdım. Sensiz de kafamız karışık zaten.”
“Şiir doğdu. Felaket! Onu okuyup sizin gibi ağabeylerimi sevindireyim diye özellikle geldim.”
Çaresiz kalan Ikas, yüzünü oynattı.
“Haydi, oku.” diye sakinleşmeye çalıştı.
“Şarap içtim keyiflendim, o belli,
Kanatsız da kanatlandım, o belli.
Şiir yazdım, zayıfladım, o belli,
Yaşadım, mutlu olmadım, o belli.
Dünyaya tutku duyan yüzümü,
Toprakla nasıl gömdün mezar edip?!”
Noel alkışladı. “Muhteşem!” diyerek Makatay’ın yanağından öptü.
“Gömün de gömün, bu nasıl bir felâket ya? Ikas, benim gibi ilham dolu bir şair, mezara sığabilir mi?”
“Sığmayanın verdiği zararı sensiz de görüyoruz.” dedi ters dönen Ikas. Sonra elini cebine soktu. Bir avuç bozuk parayı çıkartarak şaire uzattı.
“Al, o şiirin de iyiymiş. Al, iyi.”
“«Мы вольные птицы, пора брат, пора» (Biz özgür kuşlarız, hadi davran kardeşim, hadi!) demiştir Puşkin. Hoşçakal Ikas.”
Tam da bu anı beklemiş gibi içeriye Edebiyat ile Sanat Enstitüsü’nün müdürü Kayıp girdi. Ikas, bütün ağırlığını üzerinden bir anda atıverdi onu görünce. Olan biten her şeyi unutup teke sakallı, ala gözlü, kabaca profesöre kucağını açarak yöneldi. Böyle kucaklaşırken dudak ucundan öpüşüp karşıdaki koltuğa yerleştiler. Birbirlerinden hal hatır sordular.
Конец ознакомительного фрагмента.
Текст предоставлен ООО «Литрес».
Прочитайте эту книгу целиком, купив полную легальную версию на Литрес.
Безопасно оплатить книгу можно банковской картой Visa, MasterCard, Maestro, со счета мобильного телефона, с платежного терминала, в салоне МТС или Связной, через PayPal, WebMoney, Яндекс.Деньги, QIWI Кошелек, бонусными картами или другим удобным Вам способом.