Anar'ın Dünyası. Pervin
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Anar'ın Dünyası - Pervin страница 14

Название: Anar'ın Dünyası

Автор: Pervin

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-6494-54-1

isbn:

СКАЧАТЬ o zaman kitap kendim hakkında kitap olurdu. Benim duygularım, düşüncelerim, iç dünyam hakkında… Ben ise şimdi kendim hakkında yazmıyorum, onlar hakkında yazıyorum.”

      Bununla beraber, eser boyunca bir anda Anar’ın kendi duygularından, duyduğu heyecandan söz etmesi, çocuk heyecanını dile getirmesi çok etkilidir ve bunların her birinde ayrıca edebi eser konusu, yükü var.

      “Belli ki o gece, Mart’ın 24’ünden 25’ine geçen gece, Ağdam misafirhanesinin azıcık sıvası dökülmüş, rutubetli odasında geçirdiğim o gece, hayatımın en korkunç gecesiydi. Hatta babamı kaybettiğim günün,1 Nisan gecesinden ve annemi kaybetiğim 10 Temmuz gecesinden de korkunçtu. Ben onları bu gece, sadece bu gece, hem de ikisini birden yitirdim.”

      Bu düşünceler bir insanın hastalık, ölüm, kader karşısındaki güçsüzlüğüne, zamanın acımasızlığına teslim olması hakkındadır. Açıkçası, o gece, misafirhanede yalnız kalıp herşeyi düşünüp derinliğine dek anladığı gece Anar, kaderin kaçınılmaz fermanıyla barışmıştır. Bunun için de kayıplar, iki büyük ölüm karanlık, o gece başlar.

      Nigar Hanım ömrünün sonuna kadar eşinin ölümünden habersizdi. Bunu ondan gizlediler. Onsuz da dermansız hasta olan kadının acılarını artırmamak için. Bu davranışın sebebini de yazar kendine has samimiyetle açıklar, terddütlerini de gizlemez:

      “Gerçeği söyleseydik, sadece bu bir ay annem için korkunç acılar içinde geçerdi, belki, o kalan kısa ömrü de yarıya inerdi. Onsuz da az kalmış günlerinin sayısı bir hayli azalmıştı. Biz doğru olanı yapmıştık. İnsaflı bir karar vermiştik. Ama… Fakat herhâlde… Herhâlde… Herhâlde…”

      Yazarın ifade ettiği şekilde söylersek “yalnız ömürlerimizi değil ölümlerimizi böyle düzenleyenler” muhitinde, cemiyetinde birçok şey bulanıktı ve bu “ölümden sonraki” kesifliği yazar, hem babasının hem de annesinin defin merasimlerinin tasvirinde belirtir. Ama bütün bu durumlar insanı acıtan, derin bir keder duygusundan ayıramaz, uzaklaştıramaz. Nigar Hanım’ın ölümüyle boşluk tamamlanır.

      “Yüz günün içinde ikinci defadır tabutun ağırlığını omuzlarımda hissediyordum. Cenazeyi Hakani Sokağı’ndan götürüyorduk. Bu sokak ömrümün bin bir hatırası ile ilgilidir.”

      Daha sonra bu sahneler Anar’ın “Bakümün Sokakları” şiirine yansır:

      Babamın tabutunu, annemin tabutunu

      Omuzumda taşıdığım

      Sokakların matemi…

      …Nigar Hanım’ı ömür boyu tehdit eden tehlike, soyu, ailesi sebebiyle karşılaşabileceği mahrumiyet, sürgün, ceza ölümünden sonra “icra edilir”…

      Yazar, Nigar Hanım’ın ömrünü, ölümünü, son menzile varmasını kısa ama çok etkili bir şekilde ifade eder:

      “İnsanlık, kadınlık, annelik borcunu sonuna kadar yerine getirdi…

      …Ve şimdi ölümünden sonra, kocasının ölümünden sonra ve kendi ölümünden sonra, hayat yolunun sonuna kadar gelip, borcunu sonuna kadar ödeyip yine ailesinin yanına döndü. O insanlar ki kırk yıl önce onlardan ayrılıp başka bir hayata gitmişti. Yine dönmüştü aziz, kardeş Refibeylilerin içine, ince bir muhabbetle sevdiği insanların arasına, yanında annesi, ninesi, dayısı, dayıoğulları.”

      …Onu hayat arkadaşının yanında gömmeye izin vermiyorlar. Yalnızca bu olayı düşününce Sovyet devrinin bazı acımasız amansız kanunları anlaşılır. Ama yazarın da belirttiği gibi o yeniden Refibeylilerin içine döner.

      Nigar Hanım’ın Resul Rıza’nın yanında gömülmesi için çok çalışan, izin verilmediği için kendini zayıf hisseden evlat, okuyucusuyla bu garip tesellisini paylaşır . Daha doğrusu bu yazar tesellisidir.

      “Fidan yavaşça bana:

      -Ne güzel yer burası,-dedi, bilmiyorum bunu kasten mi söyledi, hassasiyetle benim acılarımı hissederek annemin babamın yanında çok fazla bastıramadığım ıstırabımı hissettiğinden mi söyledi, doğrusu bu sade, sessiz köşe annemin tabiatına uygundu. Ona yakışan şairane bir menzil miydi? Bilmem fakat böyle bir anımda Fidan’ın bana söylediği bu sözler için ona çok minnettarım.”

      Burada konu dışına çıkıp Fidan Hanım ile Anar arasındaki ruh kardeşliğinden de söz etmek isterim. Elbette, abla kardeş duyguları, sevgisi açıktır ama o yukarıda belirtilen bölümde ya da Anar’ın Fidan Hanım’ın anısına hasrettiği “Yine O Zaman Olaydı” denemesinde, onlar arasındaki açıklanamaz, belki de gözle görüımeyen bir ruh ortaklığı hissedilir. Ve buradaki sebep yalnızca kan akrabalığı ya da ortak aile terbiyesi değildir. Bence asıl sebep Fidan Hanım’ın kardeşini dışardan gözlemleyebilmesi ve bazen de sade bir okuyucu olarak hissetmesidir. Bugünlerde tesadüf sonucunda okuduğum birkaç cümlelik denemede bu his, duygular açıkça görünüyor. Fidan Hanım’ın yazdığı ve “Yorgun Gemi” isimli küçük deneme:

      Bacısı Fidan hanımla

      Bacısı Terane hanımla

      “Yorgun Gemi” Türkiye’de çıkarılan bir müzik albümünün adıdır. Bu ad bana çok anlamlı ve çok etkileyici göründü. Limanlarda sessizce dinlenmiş, birilerini getirmiş, götürmüş, bütün dünyayı gezip dolaşmış, çeşit çeşit sahillere yanaşmış, açık denizlerde rüzgârlarla, tufanlarla boğuşmuş fırtınalara göğüs germiş, yenilmemiş, nice nice darbelere hedef olmuş, kayalara çarpmış, savrulmuş yine de galip çıkmış, selametle dönmüş ama yaşlanmış, ezilmiş, eskimiş, yorulmuş muhteşem gemi…”

      “Yorgun gemi… Bana birini hatırlatır… O da muhteşem, güçlü, yenilmez, başarılara sahip olmuş, en zor işlerin üstesinden gelmiş, omuzlarında birilerinin yükünü, kaygısını taşımış, bazılarına yardım etmiş, bazılarını kurtarmış, dikkatli, bilgili ama o kadar da acılar, ağrılar çeken, kaybettiklerinin acısını avutamayan, haksız zorbalıklara, eleştirilere maruz kalan sevgili kardeşim, biriciğim, bu adaletsiz dünyada sığınağım, ışığım, ocağım, babam, keşke sana yardım edebilseydim. Düşmanlarını yok edebilseydim…

      Her şeye katlanan, kendisinden başka herkesi düşünen, güzel yüreklim, yorgun gemim.”

* * *

      Âdet olduğu üzre şairlerin, yazarların ölümü resmi haberlerde duyurulur. Azerbaycan edebiyatında dabir kayıp yaşanmıştır. Bütün bu resmiliği bir kenara bırakarak söylersek Resul Rıza’nın ve Nigar Refibeyli’nin ölümü, kısa zaman aralıklarıyla vefat etmeleri, hakikaten edebiyatımızın ağır kayıplarıdır. Ama şunu da itiraf edelim ki, onların yaşamları, ölümleri hakkında yazılmış “Sizsiz” edebiyatımızın kazancıdır. Anar’ın kaleminden çıkan kazancı…

      Sonbahar, daha kış değil…

СКАЧАТЬ