Edebiyat tarihimizde kendilerine has yerleri olan bu iki sanatçının aynı zamanda hastalanmaları, çocuklarının telaşı, dostlarının ve düşmanlarının münasebetleri, muhit ve zorlukları, mahrumiyetler, geçmiş ve gelecek, onların arasında yitip giden ‘şimdi’, bütün bunlar, Anar için “araştırma” konusudur. Yazar bir ailenin örneğinde 1960 ve 1980’li yıllarda Azerbaycan’ı, toplumunu, onun yazılı ve sözlü kanunlarını kaleme alır ve bütün eser boyunca çeşitli Anarlar kalemi posta gibi birbirlerine iletirler: Oğul Anar, kardeş Anar, baba Anar, yazar Anar, görevli Anar, filozof Anar… Bu Anarların her birinin yazdıklarından konuşmadan önce bir konuyu özellikle vurgulamak isterim.
Cemiyette sık sık konu edilen “yazar ailesi” mevzusunda birçok sorunun cevabı “Sizsiz”de bulunabilir. Bu eser “yazar kimsesiz olmalıdır”, “yazar aç kalmalıdır”, “yazar sefil olmalıdır” vs. Bu türden olan birçok anlamsız, yersiz fikirleri alt üst eder. Anar, ideal bir Azerbaycan ailesi modelini yazmakla yani ailesindeki ilişkileri, sevgiyi, hürmeti, terbiyeyi kaleme almakla da kendisinin birçok başarısının, meşhurluğunun, halk tarafından böyle sevilmesinin sebeplerini (elbette başlıca sebepleri değil, sadece temeli, başlangıcı) gösterir. Büyüğe saygı, küçüğe merhamet, insanın ailesinin başında olması, kadının kocasını her yönden desteklemesi, sözde değil, uygulamada da -aile kurumu- işte budur ve “Sizsiz” de gösterir ki bütün insanların yetişmesi için bunların hepsi son derece gereklidir. Ve şimdi Anar’ın karakter olarak birçok yönlerinin kaynağını yalnızca ailesinde, “Sizsiz” de anlattığı mektuplarda, daha doğrusu onlarda ifade edilen ilişkilerde görmek mümkündür.
Eseri okutan asıl hususlardan biri de işte bu mektuplardır. Yazar, yalnızca ana babasının hastalıklarından, yüz gün içinde ölümlerinden bahsetmez. Onların hayatlarından, gençliklerinden, iyimser, hoş, sevgi dolu günlerinden, mücadelelerinden konuşur ve böylece eserin son derece hüzünlü atmosferini hafifleştirir. Yazar Resul Rıza ve Nigar Hanım’ı, şiirlerini seve seve okuduğumuz, ezberlediğimiz, şarkılarını dinlediğimiz şairleri okuyucu ile (onların okuyucusu ile!) biraz daha yakınlaştırır. Onların büyük sanatları, hikâyeleri, arkasındaki karekterlerini gösterir. Nigar Hanım’ın yeteneği, kırılganlığı, çocuklarına çok derin sevgisi, kaygısı, sevgi dolu, yumuşak tabiatı, en önemlisi ince mizahı, temkinliliği, bütün bunların bir insanda toplanmasına şaşıramazsınız. Resul Rıza’nın biraz sert, zorlu karakteri, bilgeliği, sanat, edebiyat hakkındaki farklı fikirleri, yenilikçiliği küçük oğluna mektuplarında şöyle hissedilir:
“Ben şimdi sana çocuk gibi değil, olgun bir genç gibi bakıyorum. İsteğim şudur: Ben olmadığımda evin erkeği sen ol, annene ve kız kardeşlerine göz kulak ol.”
“…Sanatçılığı çok garip anlıyorlar. Başka derslere göz ucuyla bakıyor, ancak muhabbet destanı yazmakla meşgul oluyorlar. Onların yazdıkları çoğunlukla soyut, hayat ve halkla hiçbir alakası olmayan eserler oluyor.”
“Öpüyorum, selam vefasız Fidan’ı, vefalı Terane’yi ve canım, gözüm Nigar’ı”
“Ben konuşmadım, ancak sonunda aramak istemiş… Geçen yıl Azerbaycan’ın sekiz numarasından parçalar okudum. Burada o, şimdi söylediğinin tam tersini, yani benim ne kadar çağdaş ve iyi yazdığımı söylüyor. Makaleyi hatırlarsın.”
“Oğlum! İnsanın anlamaya gücü yeterse hiçbir mahrumiyet, zorluk, darbe onu sarsamaz.”
Şairin oğluna mektuplarından aldığım bu ayrı ayrı parçalarda onun mert, inatçı, kararlı, sert mizacı, aynı zamanda derinliği, bilgeliği, eşsizliği hissedilir.
En ilginci de şudur ki Anar, anne ve babasının şiirleri, mektupları, dostlarında iz bırakmış hatıraları, sözleri, sohbetleri aracılığıyla onların portresini çizer ama hiçbir şekilde anne ve babasını idealleştirmez, bu şekilde tanıtmaya çalışmaz. Yazarın hem nesir hem de deneme kahramanlarıyla olan bu ilişkisini, daima her mevzuda objektifliğini korumasını, anne ve babası için de uygulaması sebebiyle onun samimiyetinden hiç şüphe edilmez. Mesela, işte Resul Rıza hakkında “Hastalık, mizacının en eksik yönlerini ortaya çıkarırdı, asabi ve tahammülsüz, sert, kaba, huysuz oluyordu” demesi bunun açıkça kanıtıdır. Yazarın Nigar Hanım hakkındaki fikirlerinde, yargılarında ise garip bir günahkârlık hissedilir. Sanki Anar daha kendisi dünyaya gelmeden önce annesinin başına gelenlerden (babasının kurşunlanması, yazmadığı şiirler için eleştirilere maruz kalması vs. ) dolayı kendisini suçlu sayar. Bu da çok tabiidir ama aynı zamanda eşsiz bir evlatlık duygusudur.
“Yaz mevsiminin başlamasıyla ilgili olarak evde birçok iş görülür. Neyse, Anar’ım, han torunları istirahattedirler. Sakin deniz havası, çiçek açan ağaçların kokusu, bir de sessizlik.”
“Hayatımın bir parçası, çalışma masasının arkasında kalın kalın tercüme kitaplar ya da değerlendirmesiyle geçti, insafsız kalp vefasız çıktıktan sonra ise mutfağa, ocak başına geçtim. Ben hiç bedava ekmek yemedim.”
“Neyse, görüyorsun ki benim hayatımda ilgi çekici, medeni, manevi bir olay yok. Arada zaman bulduğumda kitap okuyorum ve bu benim tek manevi gıdamdır.”
Nigar Hanım’ın Anar’a mektuplarının bu bölümlerinde şairenin derin bir sanat ateşi, yazma ihtiyacı hissedilir. Fakat aynı zamanda da bizim kadınlara özgü olan karakteri, ailesini, aile kaygılarını, evlatlarına olan düşkünlüğünü herşeyden üstün tutması önemlidir. Ancak yaratıcılık aşkının ne olduğunu, bu arzunun bastırılmasının kötülüğünü iyi bilen yazar, kendi üzüntüsünü gizlemez:
“Çoğu zaman kendi kendisiyle yalnız kalma imkânından mahrum olan annem, elbette yazmaya isteği kadar zaman ayıramıyordu. Sonuç ise yazdıklarının yazabileceklerine oranla kat kat az olmasıdır. Yazarlıkla biz ilgileniyorduk, bizim kaygılarımızı ise o çekiyordu. Benim yazdığım her yazı, babamın yazdığı her şiir, annemin yazılmamış şiiri ve yazısıdır.”
Elbette bütün bu meseleler son derecede önemli ve düşündürücüdür. Ama “Sizsiz” in ve onun yazarının daha büyük derdi ölümdür, kayıptır. Maksud İbrahimbeyov bu durumu çok yerinde ifade eder: “Sizsiz” kitabı, büyük şahsın manevi sarsıntıdan yakasını kurtarma, bu derdi ilahi seviyeye getirme gayretidir… Hayır, oradaki karamsarlık değil, bilgeliktir. Sanırım СКАЧАТЬ