– İzin verirsen rüyamı anlatayım, sen de onu yor.
– Anlat:
– Ben bu rüyayı sık sık görüyorum. Aynı rüyayı. Biraz önce sen telefon ettiğinde de görüyordum. Deniz sahilinde olduğumu görüyorum. Açık, aydınlık bir gün. Sahil bomboş. Tek başımayım. Yapayalnız. Deniz masmavi. Uzakta, ta uzakta ufuk çizgisi civarında ak bir liman görünüyor ve bu ak limanda kıpkırmızı gemiler durmuş.
– Garip bir rüya. Çok sağol, sevgilim. İyi geceler değil, iyi sabahlar. Affet beni.
– Sen de sağ ol. Dördüncü düğme unutma”
Burada sembol olan “dördüncü düğme” aslında yazarın birçok eserindeki çıkış yoludur. Ya da en azından hafifleştirme yöntemi de sembolik olarak verilir. Nemet Tehmine ile konuştu dördüncü düğmeye basıp tekdüze, ışıksız hayatının küçük bir modeli olan teyp bandını bozdu ve sessizleşti, gidip yattı. O zaman uykusunda ak limanı, kırmızı gemileri de gördü.
Yalnızlığın Resul Rıza ve Anar’ın sanatındaki muhtelf yansımalarını gördükçe, derinine indikçe Nigar Hanım’ın şiirindeki aynı duygular daha zarif ve biraz da hafif gelir insana. Resul Rıza da yalnızlık kendisinin talihi, muhitin sınırları, dost kaybı, aynı zamanda yenilikçiliğinin hiç de daima tek anlamlı bulunmamasıyla, çeşirli saldırılarla, gammazlarla ilgiliyse de Anar’ın belirttiği yalnızlık insanın kendisi ve iç âlemiyse, kendi düşüncelerinden ve başkalarından geliyorsa, Nigar Hanım’ın yalnızlığı ailesiyle, sevdikleriyle ilgiliydi. Genellikle Nigar Refibeyli’nın hayatına ve yazarlığına bakıldığında bu kadının içindeki iyimser ruhu, hayata bağlılığı görürsünüz. Bunun sebebi hayat bütün karmâşıklıkları ve zorluklarıyla da güzel olmasıydı.
“Uykuda dünyayla vedalaşıyordum.
Dünya güzeldi, ayrılmak zor.”
Şairenin bu güzel dünyasının düzeni, güzelliği, ailesi, sevdikleri, kardeşleridir. Bu manada Nigar Refibeyli Anar’ın kahramanlarından bir hayli farklıdır. O, ailesinin arasında yalnız kalamaz, kendini kardeşleri arasında yalnız hissetmez. Yalnız sevdiğinin uzaklığı veya mahrem bir adamın kaybından doğabilir bu his:
“Gittin gecelerimin tatlı uykusunu götürdün
Gönlümün sevinç, ferah duygusunu götürdün
Hasretim, hicranım benim.”
Veya başka bir şiirinde Nigar Hanım şöyle yazar:
“Bulut gibi seslenirim,
Yurdumda garip olurum.
Hem sararıp hem solarım
Bir gün seni görmediğimde.
Nigar Refibeyli’nin şiirlerinden aldığım bu mısralardan da açıkça anlaşılıyor ki, onun şiirlerinde yalnızlık, kimsesizlik daha çok geçici bir zamandır, geçici durumdur, birçok zaman hasretle, özlemle ilgilidir. O, yalnızlığı yenmenin, kimsesizliği savurturmanın tek yolu ailesine, sevdiklerine sığınmaktı.
1941 yılında Resul Rıza savaşa gittiğinde Nigar Refibeyli “ Güle Güle”yi yazdı, “Git, sevgilim, uğurlar olsun” dedi ve birçok hasret, ayrılık şiirinde de sadece bu konu üzerinde durdu. Ama şairenin günlüklerinde bu günlere ait notlara bakıldığında onun yalnızca sanatçı olarak değil, bir kadın ve anne olarak da bilgeliğini görürsünüz.
“1 Ocak 1942
Sabah uyandığımda Anar mutlu bir gülümsemeyle bana bakıyordu. Anar!.. Anar!.. Her derdi bir gülümsemeyle unutturan Anar.”
“23 Ocak 1942
…Akşam o (Resul Rıza-P) giderken evimiz insanlarla doluydu. O, kapıdan çıkarken ben boğazıma bir şey takılmış gibi boğulup kalmıştım. Ağlamak istiyordum. Gözyaşlarımı zorla saklıyordum. O gittikten sonra Anar’ı kucağıma alıp yattım…”
Aslında, çağdaş dünyada yazarlığın, şairliğin göstergelerinden biri de gerçek hayattan uzaklıktır. Orta derecede yeteneği, az çok yazıp çizme kabiliyeti olan biri dünyayı terk etme belirtisi ya da yalnızlık hayalleri ile kendini farklı göstermeye, sanatçı niteliğini ortaya çıkarmaya çalışır. Yazar, şair sanki gerçek hayat sevinçleriyle yaşayamaz, ana baba kaygısı çekmek veya evlat varlığından mutlu olmak onun için önemsiz işlerdir, çünkü o “yazardır, şairdir” ve daha evrensel meseleler hakkında kafa yorar. Bu konuda her üç sanatçının yaratıcılığında yalnızlık, kimsesizlik uydurulmuş, imaj için yaratılmış bir şey değildir. Nigar Hanım’ın yalnızlığı ise sadece kadın yalnızlığıdır. Kiminin kurtuluşu anne sevicinde, sevgili, hanım olarak yârine kavuşmaktır. Sevdiğine “Ömrüm sensiz olmasın, şiirlerim sensiz olmasın…” diyen kadının başka bir isteği de yoktur. Çünkü Nigar Hanım sadece şaire değil, evladının gülüşünden sıkıntısını unutan annedir, eşinin varlığıyla bütün “sıkıntılardan” sınırlardan kurtulan bir kadındır. Ve hatta yaşının, yılların getirdiği ardı arda kayıpların sebep olduğu yalnızlık duygusu da Nigar Refibeyli’nin yaratıcılığında dert olarak değil, şikâyet olarak değil, esefle, sancı olarak ifade edilmiştir. Onun “Refikam Benim”, “Müşkünaz Hanım’ın Aziz Hatırasına”, “Benim Şair Kardeşlerim” vb. şiirleri bu konuda dikkati çeker. Ancak yine de şiirlerinden birinde Nigar Hanım yaşı sebebiyle, hastalıkla ortaya çıkan yalnızlığını kızıyla paylaşır ve teselliyi onda bulduğunu söyler:
“Ömrümün hazan çağındayım,
Terane.
Sonbahar bağındayım…
Hatıralı günler
Kızıl kızıl yapraklar gibi dökülür.
Ömrümün çıplak dallarından
Işıklı bir ümit gülüyor.
O sensin Teranem, o sensin…”
Şiirin daha ilk mısrasında ömrün hazan vaktinin taşıdığı keder, hasret hissedilir. Ama şaire yine de o sonbahar bağında etkileyici bir ışık görür; Terane’yi, kızını… Bu Nigar Hanım için kadınlığı, anneliği daha çok kaygı ve zorluk değil aksine bütün çıkmazlardan kurtuluştu.
СКАЧАТЬ