İKİ NEFES ARASINDA. Prof. Dr. Hasan Fevzi Batirel
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу İKİ NEFES ARASINDA - Prof. Dr. Hasan Fevzi Batirel страница 7

Название: İKİ NEFES ARASINDA

Автор: Prof. Dr. Hasan Fevzi Batirel

Издательство: Hayy Kitap / Хайи Китап

Жанр:

Серия:

isbn: 978-625-8222-53-1

isbn:

СКАЧАТЬ Dr. Chang bombayı patlattı. Al-Roustamani çok minnettar kalmış ve yoğun bakım inşaatına üç milyon dolar bağışlamıştı. Ağzım açık dinliyordum.

      Bu hastaları Türkiye’ye çekmemiz lazım diye düşünebilirsiniz. Bu, iyi niyetli fakat gerçekçi olmayan bir hayal. Kanımca Doğu dünyasının, Japonlar da dahil olmak üzere, Batı dünyasına karşı aşağılık kompleksi vardır. Bu kompleksi paralarıyla kapatmaya çalışırlar. Bu nedenle bu paraları kendi ülkelerine veya benzerlerine yedirmezler. İtiraf etmek lazım, para bulmak, bağış toplamak konusunda Amerikalıların üzerine yoktur.

      Mount Sinai Hastanesi’nde göğüs cerrahisi anabilim dalını geliştirmek için ABD’deki hocamı transfer etmek istediler. Hocam da bana iş teklif etti ve New York’a gittik. Teklifi değerlendirmek için çeşitli toplantılara katıldık. Bu toplantıların birine kırk yaşlarında, “fund raising-bağış toplama” bölümünden bir kadın geldi. Akciğer kanseri bölümü için bağış yapmak isteyen, seksenlerinde, her an ölebilecek zengin bir Yahudi’den bahsetti. En azından bir milyon dolar verecekmiş. Ama ardından, “Bu adamda daha çok para var, üç-dört milyon dolar koparırız, peşini bırakmamamız lazım,” diye ekledi. Ne denir? Bizim elli bin öğrencili koca üniversitemizin yıllık bütçesi yetmiş milyon dolar.

      Zengin olmak birçok konuyu çözüyor. Fakir ama gururlu olmak kolay değil. Böyle bir akademisyen ne literatürü takip edebilir, ne kongrelere gidebilir ne de yabancı bir misafiri ağırlayabilir. Üretip zengin olmak ve parayı ülkemize çekmek için çok çalışmak dışında bir alternatifimiz yok gibi duruyor.

      Başka Bir Yaşam Mümkün Olur muydu?

      Yaşamları birer hayal kırıklığından ibaret olan bireyler her ülkede mevcut, bizde de azımsanmayacak sayıda var. Kişiler hayatlarının belirli bir aşamasına geldiğinde, öldükten sonra beni hatırlayacak olan çıkar mı, diye kendi kendini sorgulamaya başlar. Osmanlı mezar taşlarının başlangıcında yazan, “Hüvelbaki – Kalıcı olan O’dur” ifadesi bu konudaki nihai hükmü gösterir. Dönemlerinin en önemli insanları olan sadrazamlardan kaçını hatırlıyoruz? Hangimiz erken cumhuriyet döneminin bakanlarının isimlerini sayabilir? Onlar bir tarafa, yirmi-otuz yıl öncesi milletvekili, sanatçı, iş adamı veya ordinaryüs profesörlerinden ismini anabildiğimiz kaç kişi var? Belki önemli bir eser bırakanlar, siyasette bir izi olanlar ya da bütün dünyayı etkileyen bazı kişiler hatırlanır. Onun haricinde unutulacağımız kesin. Bu şekilde düşündüğümüzde, hayata bir imza atamamış olmak çok da üzülecek bir şey değil. Vehbi Koç’a bir çalışanının dediği gibi: “Aramızdaki fark, kefen bezinin patiska veya Amerikan bezi olmasından ibarettir.”

      Hayatları birer hayal kırıklığından ibaret olup üstüne de önemli hastalıklarla mücadele eden insanlar çok etkileyicidir. Çok nevi şahsına münhasır bir hastam vardı. Elli yaşlarındaki bu adamcağız Altunizade’deki hastanemizde polikliniğe muayene olmaya geldi.

      Bir insana baktığınızda ilk imaj çok akılda kalıcıdır; mavi-çakır gözleri, ince yüzü neşeli bakışlarıyla hayata bağlığı yüzünden okunan bir kişiyle karşı karşıyaydım. Yanında çarşaflı, güler yüzlü eşi ile birlikte. Normal biri ile karşılaşacağımı zannederken, karşımda cızırtılı radyo açılmış gibi mekanik ses çıkaran biri vardı. Kendine güveni daha ilk andan fark edilen bu adam sürekli konuşuyordu. Dört yıl önce gırtlak kanseri ameliyatı olduğunu sonrasında radyoterapi gördüğünü, son bir yıldır ise yutma güçlüğü çektiğini söylüyordu. Radyoterapi özellikle boyun bölgesine uygulandığında yemek borusunu yakarak kalıcı darlıklara neden olabilir. Nitekim röntgen filmiyle görülebilen ilacı içirdiğimizde dil kökünden beş santim aşağıda darlığın yeri bariz bir şekilde seçiliyordu. Bu durumlarda genişletme yapılabilirdi ama radyoterapi darlıkları inatçıdır ve tekrarlar. Ameliyat ile tedavisinde ise yemek borusunun o kısmı çıkarılır, yerine yeni yemek borusu yapmak gerekir. Bu bölgelere yapılacak yeni yemek borusu için, incebağırsağın bir bölümünü kullanmak en avantajlı yöntemdi. Kendisine ameliyat önerdiğimde, “Hocam ben hastayım, uzman sensin, sana teslimiz,” diye kendi üslubuyla cevap verdi.

      Çok iyi bir mikrocerrahi uzmanı olan Prof. Dr. Mehmet Bayramiçli ve genel cerrahi ekibiyle birlikte hastanın karnından aldığımız incebağırsağı, boyunda çıkardığımız hastalıklı bölgenin yerine koyduk. Bağırsağın damarlarını plastik cerrahi ekibi dikerken, biz de incebağırsağı dil köküne ve altta kalan sağlam yemek borusuna diktik. Ameliyat on saat sürdü. Ameliyattan sonra radyoterapiye bağlı iyileşme problemleri nedeniyle kaçağı oldu ama sonunda iyileşti, iki ay sonra kendisini taburcu ettik. Normale yakın yemek yemeye başlamıştı. Fakat zaman içerisinde diktiğimiz yerlerde bazı darlıklar oldu, bu darlıkları, buji dediğimiz borular ile genişlettik. Hastamız servisimizin daimi hastası haline gelmişti.

      İlk ameliyatın üzerinden iki yıl geçmişti. Bir yıllığına Kartal Lütfi Kırdar Hastanesi’nde çalışmaya başlamıştım. Hastamız gülen yüzüyle tekrar servisimize geldi. Bu sefer sağ akciğerinin üst bölümünde bir nodül (üç santimetreden küçük kitlenin tıbbi adı) tespit edilmişti ve büyük ihtimalle kanserdi. Ameliyat kararı verdik. Fakat boyun bölgesine radyoterapi aldığı için akciğerin üst tarafı da etkilenmiş dokular tanınmayacak hale gelmişti. Sekiz saatlik bir ameliyattan sonra sağ akciğerin üst parçasını ve lenf bezlerini çıkardık. Ameliyattan çıktıktan sonra hasta yakınlarına bilgi vermeye gittim. Zor fakat başarılı bir ameliyat olduğunu, her şeyin yolunda gideceğini umduğumu söyledim. Eşi, “Hasan Bey’in ameliyat çıkışındaki o çok yorgun halini görünce, bizim bey herhalde öldü diye düşündüm,” dedi.

      Hastamız ameliyat sonrası çabucak toparladı, taburcu oldu. Gırtlak kanseri, yemek borusu darlığı sonrasında akciğer kanseri ameliyatı. Üç büyük ameliyatı başarıyla atlatmıştı.

      Ara sıra küçük bazı şikâyetleri oluyor, endoskopi yapmak gerekiyordu, ama iyice rahatlamıştı. Bu arada ailevi sebeplerden karısıyla arası bozulmuştu. Sabah vizitine geldiğimde asistanlardan biri, “Abi dün hastanızı televizyonda gördünüz mü? Eşi ve çocukları adamı evden atmışlar, o da şu meşhur gündüz programlarından birine çıkıp karısından özür dilemiş,” dedi. Bir sonraki karşılaşmamızda kendisine, ne yaparsa yapsın karısının hakkını ödeyemeyeceğini söyledim.

      Hastamızın son dönemleri çok zor oldu. Önce yemek borusu ile incebağırsağın birleştiği yerde küçük bir delik oluştu. Kapatmak için küçük ameliyatlar yaptık. Bir türlü başarılı olamadık. Yine de o mutlu, enerjik halinden taviz vermiyor, servisteki öteki hastalara, “Hasan Bey beni yirmi kez ameliyat etti, bakın sapasağlamım,” diye hava atıyordu. Sabah vizitinde, “… Bey, sizin hafızanız ve zekânız gayet iyi, hiç okumadınız mı?” dediğimde, “Aslında okulu çok seviyordum, derslerim de iyiydi, babama okumak istediğimi söylediğimde arkama tekmeyi vurup, okuyacak değil çalışacak adama ihtiyaçları olduğunu söyledi,” diye cevap verdi. Bir marangozun yanına çırak girip iyi bir marangoz olmuştu. Gözleri, keşke o günlere geri dönüp okuyabilsem, diye bakıyordu.

      Genel durumu bir türlü toparlamıyordu, gittikçe zayıflıyordu, nitekim incelemelerimizde her СКАЧАТЬ