Templier: “Öyle ya!”
Keşiş: “Sizin elinizle bir pusula göndermeyi çok istiyor.”
Templier: “Benimle mi? Ulak değilim ben. Yahudi kızını yangından kurtarmaktan çok daha şanlı olan iş bu mu?”
Keşiş: “Herhâlde öyle! ‘Çünkü…’ diyor Patrik. ‘Bu mektubun bütün Hristiyanlık âlemi için büyük önemi var. Pusulayı yerli yerine ulaştırmanın karşılığını, bir gün Tanrı gökte, apayrı bir taçla verecek.’ Ona göre bu taca efendimizden daha layığı yokmuş.”
Templier: “Benden mi?”
Keşiş: “Çünkü bu tacı kazanmak için, böyle diyor Patrik, efendimizden daha beceriklisini bulmak zormuş.”
Templier: “Benden mi?”
Keşiş: “ ‘O burada serbesttir. Her yeri gözden geçirebilir; bir kentin nasıl zapt edileceğini ve nasıl korunacağını bilir.’ diyor Patrik. ‘Salaheddin’in yeni yaptırdığı ikinci iç surun sağlam taraflarını da, zayıf taraflarını da en iyi o bilebilir, bunları Tanrı’nın savunucularına da en iyi o açıklayabilir.’ diyor Patrik!”
Templier: “Aziz Keşiş, keşke bu pusulanın içindekileri daha net olarak öğrenebilsem.”
Keşiş: “Doğru, ama ben de tam olarak bilmiyorum. Yalnız pusula Kral Philipp’e yazılmış. Patrik… Ben her zaman şaşarım, sadece gökte yaşaması gereken bir ermiş aynı zamanda tenezzül edip de bu dünyanın işlerini böyle inceden inceye nasıl öğreniyor diye. Bu onun da hoşuna gitmiyordur herhâlde…”
Templier: “Eee, peki ne olmuş Patrik’e?”
Keşiş: “Eğer savaş yeniden başlarsa, Salaheddin’in nerede, nasıl, ne kadar kuvvetle muharebeye gireceğini tam tamına biliyor.”
Templier: “Biliyor mu bunu?”
Keşiş: “Evet, bunu da Kral Philipp’e haber vermeyi çok istiyor. Ta ki, o da sizin tarikatın o kadar yiğitçe bozmuş olduğu barış anlaşmasını, ne pahasına olursa olsun Salaheddin ile yeniden yapmayı gerektirecek kadar korkunç bir tehlikenin olup olmadığını tahmin edebilsin diye.”
Templier: “Amma da Patrik ha! Demek öyle! Bu sevgili cesur adam, beni sıradan bir haberci olarak kullanmak istemiyor; beni casus yapmak istiyor demek. Aziz Keşiş, beni iyice yokladığınızı, ama bunun benim işim olmadığını anladığınızı söyleyin Patrik’inize. Ben hâlâ kendime esir gözüyle bakmak durumundayım: Bir templierin tek işi kılıç sallamak olmalıdır, casusluk yapmak değil.”
Keşiş: “Bunu ben de düşündüm! Efendimizi bunun için pek de ayıplayacak değilim. Ama dahası da var. Patrik, Salaheddin’in ihtiyatlı babasının, ordunun ücretlerini vermek ve savaş masraflarını sağlamak için kullandığı büyük paraları sakladığı kalenin adını ve bunun Lübnan Dağları’nın neresinde bulunduğunu da el altından öğrenmiş. Salaheddin ara sıra, yanında kimse olmadan sapa yollardan buraya gidiyormuş. Anladınız mı?”
Templier: “Asla!”
Keşiş: “Salaheddin’i ele geçirmek için bundan kolayı var mı? Onu tepeleyivermek için? Bu size tuhaf mı geldi? Birkaç dinine bağlı Maruni de bunu yapmaya şimdiden gönüllü, yeter ki, yiğit bir adam kendilerine önderlik yapmak istesin.”
Templier: “Patrik de bu yiğit adam olarak beni mi gözüne kestirdi?”
Keşiş: “Kral Philipp’in Ptolemais Kalesi’nde barış teklifinde bulunabileceğini düşünüyor.”
Templier: “Demek beni? Beni ha, Keşiş? Duymadınız mı? Salaheddin’e karşı ne kadar minnet borcum olduğunu daha yeni mi öğrendiniz?”
Keşiş: “Elbette duydum bunu.”
Templier: “Ama yine de?”
Keşiş: “Evet, diyor Patrik bu olabilir. Ama Tanrı ve tarikat…”
Templier: “Sonucu değiştirmez bu! Hiçbiri bana alçaklığı emretmez!”
Keşiş: “Elbette öyle! Yalnız, Patrik diyor ki: ‘İnsanların gözünde alçaklıktır, ama Tanrı gözünde değil.’ ”
Templier: “Ben, Salaheddin’e canımı borçluyken, onunkini alacağım öyle mi?”
Keşiş: “Ne ayıp! Ama Patrik diyor ki, ‘Salaheddin yine de Hristiyanlığın bir düşmanıdır.’ Sizin dostunuz olması ona bir hak kazandırmaz.”
Templier: “Dost mu? Ben ona karşı sadece bir alçak, iyilikbilmez bir alçak gibi mi davranayım?”
Keşiş: “Doğru bu! ‘Ama…’ diyor Patrik. ‘İyilik bizim kendimiz için yapılmadıysa, o, Tanrı gözünde de insanlar gözünde de özgürdür, istediğini yapabilir.’ Diyorlarmış ki, böyle diyor Patrik, Salaheddin sizi sadece, hâliniz ve tavrınızda kardeşine benzer bir şeyler bulduğu için bağışlamış…”
Templier: “Patrik, bunu da biliyor demek; ama buna rağmen… Ah, gerçek olsaydı bu! Ah, Salaheddin! Ne demek? Doğa sadece kardeşinin görünümüne benzer özelliği bana verir de ruhumun hiçbir tarafı ona benzemez mi? Ona benzeyen yanımı, bir patriğin hoşuna gitmek için yok edebilir miyim? Doğa, sen böyle yalan söyleyemezsin! Tanrı, eserlerinde böyle kendi kendisiyle çelişemez! Git başımdan Keşiş, öfkelendirme beni! Git başımdan, git!”
Keşiş: “Gidiyorum; hem de geldiğimden daha sevinçli olarak. Affedin efendim. Biz, manastır halkı üstlerimize itaat ettiğimiz için suçluyuz.”
Altıncı Sahne
(Templier ve onu bir süre gözetledikten sonra yaklaşmakta olan Daja)
Daja: “Keşişin onun canını sıktığını zannediyorum. Ama ben, üzerime aldığım işi bir daha denemeliyim.”
Templier: “Hah! Harika! Keşişle kadın, kadınla keşiş, şeytanın iki pençesidir diyen atasözü yalan mı? Bugün birinin elinden kurtulup ötekininkine düşüyorum.”
Daja: “Kimi görüyorum? Asil şövalye, siz misiniz? Tanrı’ya şükür! Tanrı’ya bin kere şükür! Bunca zamandır nerelerdeydiniz? Hasta değildiniz ya?”
Templier: “Hayır.”
Daja: “Sıhhattesiniz yani?”
Templier: “Evet.”
Daja: СКАЧАТЬ