(Daja koşarak gelir. Nathan.)
Daja: “Ah Nathan, Nathan!”
Nathan: “Eee? Ne var?”
Daja: “Yine göründü! Yine göründü!”
Nathan: “Kim, Daja? Kim?”
Daja: “O! O!”
Nathan: “O? O? O, eğer herhangi biriyse, onun görünmediği zaman var mı? Haa! Öyle ya, sizce yalnız sizin ‘o’nun adı o. Ama böyle olmamalı! Hatta o bir melek bile olsa, yine de böyle olmamalı!”
Daja: “Yine hurma ağaçlarının altında aşağı yukarı dolaşıyor; ara sıra da hurma koparıyor.”
Nathan: “Yiyor mu? Bir templier nasıl yapar bunu?”
Daja: “Neden eziyet ediyorsunuz bana? Recha’nın tutkulu gözleri onu, sımsıkı birbirine geçmiş hurma ağaçlarının arasından seçti; gözünü ayırmadan onu izliyor. Sizden rica ediyor, hemen onun yanına koşmanız için size yalvarıp yakarıyor. Ah acele edin! Size pencereden, onun yukarıya doğru mu gittiğini ya da çoktan uzaklaştığını işaret edecek. Ah, koşun!”
Nathan: “Deveden indiğim kılıkla mı? Yakışık alır mı bu? Sen koş ona; benim dönmüş olduğumu söyle. Göreceksin, o namuslu adam sadece ben olmadığım zaman eve girmek istememiştir; eğer baba kendisini davet ederse seve seve gelir. Git, kendisinden rica ettiğimi, içten duygularla rica ettiğimi söyle…”
Daja: “Boşuna! Sizin ayağınıza gelmez o. Çünkü sözün kısası. Hiçbir Yahudi’nin ayağına gitmez.”
Nathan: “Öyleyse, hiç olmazsa onu durdurmak için git. Ya da en azından ne tarafa gittiğine bakmak için git. Git hadi, ben de arkandan geliyorum.” (Nathan hızlıca içeriye girer, Daja dışarıya çıkar.)
Beşinci Sahne
(Sahne: Bir hurmalık, ağaçların altında Templier dolaşmaktadır. Bir Keşiş sanki onunla konuşmak istiyormuş gibi yanı sıra onu takip etmektedir.)
Templier: “Epeydir peşimde! Bak nasıl da yan gözle ellerime bakıyor! Aziz kardeş… Ama size rahip de diyebilirim herhâlde…”
Keşiş: “Sadece Keşiş demeniz yeterli. Kulunuz manastırın hizmetindeki keşişlerden.”
Templier: “Evet, aziz Keşiş, kimin nesi var ki! Allah için. Allah için, benim de hiçbir şeyim yok.”
Keşiş: “Ama yine de candan teşekkürler! Elinizde olsa bana vermek istediğiniz şeyin bin katını Tanrı size verir. Çünkü önemli olan verilen sadaka değil, vermek istemektir. Ama ben sadaka istemek için efendimize gönderilmedim.”
Templier: “Ama sonuçta gönderildiniz, değil mi?”
Keşiş: “Evet manastırdan.”
Templier: “Benim de birazcık hacı yemeği bulmayı umduğum manastırdan mı?”
Keşiş: “Sofralarda yer yok. Ama efendimiz benimle birlikte gelirlerse…”
Templier: “Gereği yok? Gerçi çoktan beri et yemedim, ama ne çıkar bundan? Hurmalar olmuş ya.”
Keşiş: “Efendimiz bu meyveye pek güvenmemeli. Çok yemeye gelmez, dalağı tıkar, insanı melankoliye sürükler.”
Templier: “Ya ben melankoliden hoşlanıyorsam? Ama herhâlde sizi bana bu uyarı için göndermediler?”
Keşiş: “Yok yok! Ben sadece sizin hakkınızda bilgi toplayacağım; nasıl biri olduğunuzu anlamak için sizi sınavdan geçireceğim.”
Templier: “Bunu bana açık açık söylüyorsunuz ha?”
Keşiş: “Neden söylemeyeyim?”
Templier: (Çok açıkgöz bir Keşiş) “Manastırda sizin gibiler çok mudur?”
Keşiş: “Bilmem. Benim işim itaat etmek sevgili efendim.”
Templier: “Onun için fazla düşünüp taşınmadan, söyleneni yapıyorsunuz değil mi?”
Keşiş: “Öyle olmasa buna itaat etmek denir mi, sevgili efendim?”
Templier: “Saflık her zaman haklılık içerir. Herhâlde, benim nasıl biri olduğumu kimin öğrenmek istediğini bana söylersiniz, değil mi? Bunun siz olmadığınıza yemin edebilirim.”
Keşiş: “Bana yakışır mı bu? Bir işime yarar mı bu benim?”
Templier: “Ya kimin işine yarayacak bu? Bu kadar meraklı olmak kime yakışır? Kim bu?”
Keşiş: “Patrik olduğunu zannediyorum. Çünkü beni sizin peşinize düşüren o.”
Templier: “Patrik mi? Beyaz pelerin üzerindeki kırmızı haçı, herkesten çok, o tanımaz mı?”
Keşiş: “Ben bile tanıyorum!”
Templier: “Öyleyse Keşiş? Öyleyse? Ben bir templierim ve bir esirim. Şunu da ekleyeyim: Tebnin’de ele geçirip oradan Sidon’a saldırmayı planladığımız bu kalede esir düştüm ben. Bir şey daha söyleyeyim: Esir düşenlerin yirmincisiydim ve Salaheddin tarafından bağışlanan tek esir ben oldum. İşte Patrik’in öğrenmesi gerekenlerin hepsi bu; hatta öğrenmesi gerekenden de daha çoğu…”
Keşiş: “Ama bunlar bildiklerinden fazlası olmasa gerek. Salaheddin’in neden sizi bağışladığını da bilmek isterdi; neden yalnızca sizi?”
Templier: “Bunu ben biliyor muyum sanki? Boynumu açmış, pelerinimin üstünde diz çökmüş, boynumun vurulmasını bekliyordum; derken Salaheddin bana daha dikkatlice baktı, yanıma koştu ve eliyle işaret verdi. Beni ayağa kaldırdılar; iplerimi çözdüler; teşekkür etmek istedim ona; gözlerini yaşlı gördüm. Susuyorduk, o da, ben de; gitti o, ben kaldım. Bunun nedenini Patrik kendi bulsun.”
Keşiş:“O bundan Tanrı’nın sizi büyük, çok büyük işler için esirgediği sonucunu çıkarıyor.”
Templier: “Evet. Büyük işler için! Bir Yahudi kızını yangından kurtarmak; meraklı hacıları Sina’ya götürmek ve böyle şeyler için.”
Keşiş:“Dahası da vardır elbet! Bu arada yaptıklarınız da fena sayılmaz. Belki СКАЧАТЬ