Nathan: “Daha doğrusu, sen öğrenmeyi seviyorsun. Bak! Bir alın şöyle ya da böyle çıkıntılı olmuş; bir burnun kemeri şöyle olacağına böyle olmuş; çıkıntılı ya da düz kemikler üzerindeki kaşlar bu biçim kıvrılmış ya da şu biçim kıvrılmış; vahşi bir Avrupalının yüzündeki bir çizgi, bir kıvrım, bir köşe, bir kırışık, bir ben, bir hiç… Sen de Asya’da yangından kurtulabiliyorsun işte! Bu mucize değil midir, ey mucize tutkulusu insanlar? Bunun için bir de meleği neden uğraştırıyorsunuz?”
Daja: “Eğer bir şey söylememe izin verirseniz Nathan, kendisini bir insanın değil de bir meleğin kurtardığını düşünmesinin ne zararı var? Böylece insan, kurtuluşunun akıl almaz nedenine, kendini daha yakın hissetmez mi?”
Nathan: “Gurur! Sadece gurur! Demir tencere, kendisini gümüşten saymak için, gümüş bir maşa ile ateşten indirilmek ister. Hıh! Bir de ne zararı var diye mi soruyorsun? Ne zararı mı var? Ben de ne yararı var diye sorabilirim buna karşılık. Çünkü senin, ‘böylece kendini Tanrı’ya daha yakın hissetmek’ deyişin saçmadır ya da Tanrı’ya karşı küfürdür, sadece zarar verir bu; evet hiç şüphesiz zararlıdır. Gelin! Dinleyin beni: Seni kurtarana insan da olsa, melek de olsa, en başta sen karşılık olarak hizmet etmek istersin değil mi? Ama bir meleğe hangi büyük hizmetiniz dokunabilir ki? Ona teşekkür edebilirsiniz; ağlar, inler, yakarabilirsiniz ona; hayran olabilirsiniz! Onun isim gününde oruç tutabilirsiniz, sadaka verebilirsiniz. Hepsi boş. Çünkü bence bunda yine kazanan siz ve yakınlarınızdır. Sizin oruç tutmanızla şişmanlamaz o; sadakalarınızla zengin olmaz; sizin hayranlığınızla şanı artmaz onun; güveninizle de daha güçlü olmaz. Ama ya bir insan!”
Daja: “Elbette bir insan onun için bir şeyler yapmamıza daha çok fırsat verirdi ve Tanrı biliyor ya, biz de buna öyle hazırdık ki! Ama o bunu hiç istemiyor, kendisi ile öyle barışık ki, böylesi ancak melektir, sadece melek olabilir.”
Recha: “Sonunda ortadan kaybolduğunda…”
Nathan: “Kayıp mı oldu? Nasıl kayboldu? Hurma ağaçlarının altında uzaktan olsun görünmüyor mu? Nasıl? Yoksa siz onu gerçekten aramadınız mı?”
Daja: “İşte bunu yapmadık.”
Nathan: “Yapmadınız mı, Daja, yapmadınız mı? İşte bakın ne olduğu ortada! Acımasız hayalperestler! Ya hastaysa bu melek şimdi, ya hastalandıysa!”
Recha: “Hasta!”
Daja: “Hasta! Hasta olmamıştır.”
Recha: “Nasıl soğuk soğuk ürperiyorum, Daja! Her zaman o kadar sıcak olan alnım şimdi buz kesildi birdenbire.”
Nathan: “Bir Frenk o, bunun havasına alışık değil; genç; şövalyeliğin ağır hizmetlerine, açlığa, uykusuzluğa henüz alışmamış.”
Recha: “Hasta! Hasta!”
Daja: “Nathan sadece, olabilir, diyor.”
Nathan: “Şimdi bir yerde yatıyordur! Ne dostu vardır ne de kendine dostlar sağlamak için parası.”
Recha: “Ah! Baba!”
Nathan: “Bakanı, öğüt ve teselli vereni olmadan, acıların ve ölümün pençesinde yatıyordur şimdi!”
Recha: “Nerede?”
Nathan: “Aldığı, görmediği biri uğruna yeterince insanlıktan nasibini aldığı için kendini ateşe atan o…”
Daja: “Nathan, üzmeyin onu!”
Nathan: “Kendisine teşekkür etmek zorunda kalmasın diye; kurtardığı insanı yakından tanımaktan, yakından görmekten bile kaçınan o…”
Daja: “Üzmeyin onu! Nathan!”
Nathan: “Onu bir daha görmesi gerekmedikçe görmeyi asla istemeyen! Bu, onun insan olduğunu yeterince kanıtlıyor…”
Daja: “Susun! Bakın!”
Nathan: “Ölürken bunu yaptığının bilincinde olmaktan başka içini serinletecek bir şeyi yoktur onun!”
Daja: “Susun! Öldürüyorsunuz onu!”
Nathan: “Onu sen öldürdün! Böyle öldürebilirdin onu. Recha! Sana verdiğim zehir değil, ilaçtır. Yaşıyor o! Sana gelecek! Hasta olmadığı kesin! Hasta olmamıştır.”
Recha: “Sahi mi? Ölmedi mi? Hasta değil mi?”
Nathan: “Kesin ölmemiştir! Çünkü Tanrı, bu dünyada yapılan iyiliğin karşılığını yine bu dünyada verir. Bak! Birine hayran olmanın ona iyi bir davranışta bulunmaktan daha kolay olduğunu biliyor musun? Zayıf bir insan, amacını o sırada kendi açıkça bilmese de, sırf iyi bir iş yapmayayım diye, hayranlık beslemeyi yeğlemez mi?”
Recha: “Ah, babacığım! Recha’nızı bir daha yalnız bırakmayın! Belki de yolculuğa çıkmıştır o, değil mi?”
Nathan: “Olabilir! Bakın, şurada bir Müslüman’ın bize merakla baktığını görüyorum. Hani yanında yüklü develer var ya, tanıyor musunuz onu?”
Daja: “Ha! Şu sizin derviş…”
Nathan: “Kim?”
Daja: “Sizin derviş, satranç arkadaşınız!”
Nathan: “Al Hafi? Al Hafi mi bu?”
Daja: “O şimdi sultanın hazinedarı.”
Nathan: “Efendim? Al Hafi mi? Yine rüya görüyorsun? Ama bu o! Gerçekten o! Bize doğru geliyor. Haydi, siz içeriye girin, çabuk! Neler duyacağız bakalım!”
Üçüncü Sahne
(Nathan ve Derviş.)
Derviş: “Gözlerinizi açabildiğiniz kadar açın bakalım!”
Nathan: “Sen misin? Değil misin? Böyle bir ihtişam içinde bir derviş!”
Derviş: “Eee? Niçin olmasın? Bir dervişten hiçbir şey olmaz mı?”
Nathan: “Eh, olur da! Ama ben hep sahici derviş bir şey olmak istemez sanırdım.”
Derviş: “Peygamber hakkı için belki de ben tam bir derviş değilim. Hele zorda kalınca…”
Nathan: СКАЧАТЬ