Çiçikov omuzlarını kaldırıp:
“Değilim işte.” dedi.
“Ne pis adamsın!”
“Ne yapalım yani? Beni de Tanrı böyle yaratmış.”
“Düpedüz sümsüksün sen! Önceden düzgün bir adam sanırdım seni ama daha nasıl davranılacağını bile bilmiyormuşsun. Seninle yakınınmış gibi konuşulmazmış… Hiçbir samimiyet, içtenlik yokmuş sende! Aynı Sobakeviç gibi alçağın tekisin!”
“Ne diye azarlıyorsun beni? İskambil oynamıyorum diye suçlu muyum yani? Böyle saçma sapan bir şey için eli titreyen bir adamsan sat o zaman bana ölü canlarını.”
“Zırnık koklatmam! Bedavaya verecektim ama artık hiçbir şey alamazsın benden! Dünyaları versen de satmam artık. Seni düzenbaz, hilekâr pislik! Bundan böyle seninle işim olmaz! Porfiri; ahıra git, onun atlarına yulaf vermesinler, yalnız saman yesinler.”
Çiçikov bu son sözleri beklemiyordu.
“Bir daha gözüme görünmesen iyi edersin!” dedi Nozdrev.
Böylesine bir kavgaya rağmen misafir ve ev sahibi birlikte yemek yediler ancak bu kez masada ağdalı isimleri olan hiçbir şarap yoktu. Yalnızca ekşi mi ekşi bir şişe Kıbrıs şarabı vardı. Yemekten sonra Nozdrev, Çiçikov’u yatağının serildiği yan odaya götürerek:
“İşte yatağın! İyi geceler dilemek istemiyorum sana!”
Nozdrev’in gidişiyle tek başına kalan Çiçikov, kendini berbat hissetti. İçten içe hayıflandı, Nozdrev’i ziyarete gelip zamanını boş yere harcadığı için kendini azarladı. En çok da Nozdrev’e ölü canlar konusunu bir çocuk, bir aptal gibi dikkatsizce açtığı için azarlıyordu kendini. “Hiç de Nozdrev’le konuşulacak iş değildi bu… Pis herif! Yalan söyleyebilir, söylediklerime bire bin katar, kim bilir neler uyduracak. Bir de dedikodu yayılacak… Çok kötü oldu bu, çok kötü! Tam bir aptalım!” dedi Çiçikov kendi kendine. Gece rahat bir uyku çekemedi. Küçücük, kıpır kıpır haşereler inanılmaz acı verici bir şekilde ısırıp durmuştu Çiçikov’u, o da bütün avucuyla ısırılan yerlerini “Size de lanet olsun, Nozdrev’e de!” diyerek kaşıyordu. Sabah erkenden uyandı. İlk iş sabahlığını giydi, çizmelerini ayağına geçirdi, avludan geçerek ahıra yöneldi ve Selifan’a hemen arabayı hazırlamasını buyurdu. Avludan geri dönerken sırtında tıpkı onunki gibi sabahlığı, dişlerinin arasında piposuyla Nozdrev’le karşılaştı.
Nozdrev, onu dostça selamladı ve gecesinin nasıl geçtiğini sordu.
“Pek iyi değil.” diye cevap verdi Çiçikov, oldukça soğuk bir şekilde.
“Ben de kardeşim.” dedi Nozdrev. “Bütün gece öyle iğrenç bir kâbusla cebelleştim ki anlatması bile çok zor. Dünkü yiyip içtiklerimizden sonra ağzımın tadı tuzu da kalmamış. Düşünsene, rüyamda dayak yiyordum! Hem de kimden? Hayatta tahmin edemezsin. Üsteğmen Potseluyev ve Kuvşinnikov’dan.”
“Seni gerçekte dövseler ne güzel olurdu!” diye içinden geçirdi Çiçikov.
“Vallahi de! Öyle acıyordu ki! Bir uyandım ki aslında lanet olası pireler ısırıyormuş her yerimi. Neyse, haydi git şimdi giyin, ben de birazdan yanına geleceğim. Şu alçak kâhyayı paylamam lazım önce.”
Çiçikov, giyinip elini yüzünü yıkamak için odadan çıktı. Yemek odasına girdiğinde masada çay takımı ve rom şişesi hâlâ duruyordu. Odada dünkü öğle ve akşam yemeğinin artıkları vardı; döşemeler, hiç süpürülmemişti herhâlde. Yerde ekmek kırıntıları, hatta masa örtüsünde sigara külleri bile vardı. Kısa süre sonra üzerinde, kıllarının göründüğü göğsünü açıkta bırakan sabahlıktan başka hiçbir şey olmayan ev sahibi geldi. Bir elinde piposunu diğer elinde yudumladığı çay fincanını tutarken berber tabelalarındaki saçları yapıştırılmış ve kıvırtılmış ya da taranmış beyefendilerden hoşlanmayan ressamlar için çok iyi bir model olurdu.
“Ee, ne düşünüyorsun?” dedi Nozdrev bir süre sustuktan sonra. “Ölü canlar için iskambil oynamak istemiyor musun?”
“Daha önce de söyledim ya kardeşim, oynamayacağım. Satacaksan alırım.”
“Satmak istemiyorum, arkadaşlığa sığmaz. Böyle şeylerden kâr sağlamam. İskambildeyse işler değişir. Taliya33 oynayalım bari!”
“Oynamayacağım dedim ya!”
“Takas etmek istemez misin?”
“İstemem.”
“Dinle bir; gel, dama oynayalım. Kazanırsan bütün canlar senindir. Nüfus sayımından silinmesi gereken bir sürü ölü canım var ne de olsa! Hey, Porfiri; damayı getir buraya!”
“Boş yere uğraşıyorsun, oynamayacağım.”
“İskambil oyunu değil ki bu. Damada şans da hile de yok! Her şey maharetine bağlıdır. Hatta seni önceden uyarayım, hiç oynamasını da beceremem, bana avans vermen gerekebilir.”
“Onunla dama oynasam mı ki?” diye düşündü Çiçikov. “Pek kötü de oynamam hani! Hem damada hile yapmak zordur.”
“Tamam, öyle olsun, oynayalım.”
“Canları yüzer rubleden verelim!”
“Nedenmiş o? Elli ruble yeter.”
“Olmaz, elli ruble ne işe yarar ki? Üstüne orta kalitede bir yavru köpekle, altın saat kordonu ekliyorum.”
“Tamam, kabul!” dedi Çiçikov.
“Kaç avans vereceksin bana?” dedi Nozdrev.
“Nasıl yani? Hiç vermeyeceğim tabii ki.”
“En azından fazladan iki hamle hakkım olsun.”
“Olmaz, ben de kötü oynuyorum zaten.”
Nozdrev dama taşıyla hamlesini yaparken:
“Biliriz biz o kötü oynuyorumlarınızı!” dedi.
Çiçikov da hamlesini yaparken:
“Uzun süredir damaya elimi bile sürmemiştim!” dedi.
Nozdrev hamlesini yaparken bir kez daha:
“Biliriz biz o kötü oynuyorumlarınızı!” dedi.
Çiçikov hamlesini yaparken:
“Çoktandır dama oynamıyordum!” dedi.
Nozdrev hamlesini yaparken aynı anda bir diğer dama taşını da koluyla iterek:
“Biliriz biz o kötü oynuyorumlarınızı!” dedi.
“Çoktandır СКАЧАТЬ
33
Bir tür iskambil oyunu. (y.n.)