Cengiz Han. M. Turhan Tan
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Cengiz Han - M. Turhan Tan страница 4

Название: Cengiz Han

Автор: M. Turhan Tan

Издательство: Elips Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 978-605-121-595-2

isbn:

СКАЧАТЬ koca koca ulusları yerinden oynatacak, korku nedir bilmeyen aslan yürekli babayiğitlere böyle boyun kırdıracak bir mevki sahibi değildi, sadece bir beydi. Moğol kabilesinin başında bulunuyordu.

      Hâlbuki Moğollar o güne kadar büyük bir rol oynamamışlardı. Türk milletini teşkil eden Kanklılar, Kalaçlar, Kıpçaklar, Başkırlar, Macarlar, Bulgarlar, Hazarlar, Alanlar, İskitler, Tacıklar, Toğmaklar, Hünler, Tatarlar, Mançular, Taycutlar, Merkitler, Naymanlar, Arolatlar, hatta Kırgızlar, şimdiye kadar çok işler görmüşlerdi. Bunların içinde Çin ve Maçin ülkesini, hatta bütün dünyayı altüst eden uluslar vardı. Moğol ismi, kimsenin anmadığı bir şeydi.

      Öyle iken işte Söbütay gibi anlı şanlı beyler, genç olmasına rağmen kendi oymağında sözü dinlenen Cebe gibi değerli erler, Konkmarlar ve Konkratlar gibi kalabalık aşiretler Temuçin’in emrini dinliyorlar, ölüm pazarında kellelerini tehlikeye koyuyorlardı.

      Neden!..

      Bunun iki sebebi vardı. Biri Temuçin’in şahsındaki başkalıktı. O, temas ettiği her insana korku ve saygı aşılayan bir yaradılışta idi. Teni, bütün Türk elinde eşi görülmeyen bir derecede beyazdı. Yurttaşları arasında tunçlar içine karışmış gümüş parçasını andırıyordu. Burnu pek uzundu. Bu uzunluk onun yüzüne biçimsizlik değil, âdeta bir hususiyet veriyordu.

      Fakat en mühim yerleri alnı ile gözleri idi. Alnı genişti. Gözleri, gene eşsiz büyüklükte ve çakır renkte idi. Bakışları, kimin üzerine dikilirse dikilsin, yüreğe kadar işlerdi. Onu gören ve yanına gelen herkes, bu gözlerin yalnız bakar değil, insanların içini de okur bir şey olduğuna iman ederdi. Türkiyat ile uğraşan Garp âlimlerinden Leon Kahun’un dediği gibi bu adamda göklerde fermanfermalık7 eden kartallar, kırlarda hüküm süren aslanlar gibi ağır, emin ve ürkütücü tavırlar vardı.

      Yilon Buldok köyüne yakın yerlerde oturan oymakların onu sevip sözünü dinlemelerinde yapılışının tesiri olmakla beraber başka bir sebep de komşularını kendisine bağlıyordu. Bu sebep, Temuçin’in “Türk birliği” için yapmaya savaştığı propagandadır.

      Evet! Bu genç adam, eski Koyonluların, Gök Türklerin, Orhonluların, Tupaların, Yueçilerin, Hünlerin birer efsane hâlini alan şerefli menkıbelerini -her temas ettiği duygulu gençlere- hikâye ederek Türk diyarında gene o şereflerin filizlenmesine, büyüyüp dal budak salmasına çalışılmasını tavsiye ediyordu.

      O, her hikâyeyi mutlaka şu sözlerle bitirirdi:

      “Eski Türkler, atalarımızın yaşadığı uluslar ‘Hiyong – No’ diye adlandıkları yahut Hünler bizim adını bile bilmediğimiz engin sular kıyısında avlandıkları günlerde bütün dünya silahlarımıza karşı tir tir titrerdi, seksen bir bin millet kara sancağımızın karşısında diz çökerdi. Şimdi ünsüz ve yarı çıplak birer göçebeden başka bir şey değiliz!”

      Gene bu propaganda ve bazı oymakların Temuçin’e bel bağlaması yüzündendir ki Merkitler, Oyratlar, Naymanlar gibi mühimce kabileler ona düşman kesilmişlerdi, bir gün büyük bir ağaç olmak istidadını gösteren Temuçin’i henüz yeşermeden kurutmak istiyorlardı. Bugün yapılan savaş da işte bu sebeple patlak vermişti.

      Temuçin, şahsının yaptığı tesiri biliyordu, “yahşi” der demez de münakaşanın kapanmış olacağına vâkıftı, bu sebeple sözü çevirdi:

      “Gün batımına vakit var. Boşuna oturacağımıza eğlenelim.”

      Ve birdenbire elini ileriye uzatarak ışıl ışıl parlayan bir çift göz gösterdi:

      “Şurada bir saksağan ayısı var. Cebe, yaya el atsın!”

      Cebe, hemen sadaktan yassı temrenli bir ok çıkardı, yayı yakaladı, bileziğini takındı, ayaklarını gönyevari açtı, sol kolunu gerdi, bileğini kıvırmaksızın sağ elinin iki parmağını kertik yerine koydu, kirişi çekti, müteakiben kiriş vızladı, yay titredi. Ok havayı yararak gitti ve ışıl ışıl parlayan bir çift göz, sanki bu ameliyeyi alkışlar gibi ağır bir ses çıkardı, sonra söndü. Saksağan ayısı tam alnından vurulmuştu!..

      Temuçin gene “Yahşi!” derken öbür silahşörler “Yaşa Cebe!” sözleriyle genç nişancıyı alkışlıyorlardı. Söbütay, o sahnenin şerefini bir delikanlıya bağışlamayı istememiş olmalı ki alkışlar bittikten sonra Temuçin’e yaklaştı:

      “İzin verirsen…” dedi. “dolaşalım, avlanalım, belki iyi bir şey vururuz da sana bir orman çevirmesi yediririz.”

      “Olur amma gecikmeyin. Beni bekletmeyin. Gözüm geridedir. Çokluk duramam, tek başıma giderim!”

      Bütün silahşörler, ağaçlar arasına dağıldıktan sonra Temuçin, otlar üzerine uzandı, derin bir hayale daldı. Gözünün önünde anası Ulun Hatun, karısı Börta, dört küçük kardeşi dolaşıyordu. O, anasını çıldırasıya severdi. Bu sevgide babasının ona gösterdiği büyük, çok büyük alakanın da tesiri vardı. Yesügey (Temuçin’in babası) bu kadına, bir kar borasında avlanırken rast gelmiş, âşık olmuştu. Kadın evli idi, Yesügey ne yapıp yapmıştı, sevgilisini kocasının elinden almıştı. Heyecansız bir hayattan aşkın yaptığı bir yuvaya geçen Ulun Hatun, değme erkeğin yapamayacağı işleri yapardı, herkese parmak ısırtırdı. Onun çadır önüne çömelip okla gökten kartal düşürdüğünü yahut uzun kamçısını şaklatarak birkaç yüz hayvanı kırdan önüne katıp getirdiğini gören Yesügey, ihtiyarsız haykırırdı:

      “Bu kadından doğacak çocuk, eşsiz kahraman olur!..”

      İşte bu aşk ve bu alaka, tamamıyla Temuçin’e intikal etmişti. Anası için sonsuz bir sevgi taşıyordu. Fakat karısı Börta için beslediği sevgi de engindi, derindi. Yaşça kendisinden büyük olan bu kız, bütün benliğinde yaşayan bir ateşti. Temuçin ancak bu ateşle ısınıyordu.

      Bunlar, bu aziz sevgililer, acaba şimdi nerede idiler?.. Anasını Yilon Buldok’ta, Ulu Gökçe’nin babası Minigilik İçige’nin manevi himayesi atında bırakmıştı. Savaşı kazanan Naymanlarla müttefikleri ta oraya kadar akın etmemişlerse onun için bir tehlike yoktu. Fakat Börta’yı beraber getirmişti, ağırlıkların yanına yerleştirmişti. Bozgundan sonra kadın, acaba atlanıp Yilon Buldok’a savuşmuş muydu?.. Temuçin, kuvvetle bunu umuyordu ve kendi atını alıp savuşan Ulu Gökçe’nin, Börta’yı mutlaka yurda götürdüğüne hükmediyordu. Bununla beraber içinde anası, karısı ve kardeşleri için bir yanış vardı; onları düşündükçe burnu sızlıyordu.

      O, kendi yüreğini dolduran sevgilerin kaynaklarına göz bebeklerinde hasretli birer köşe verirken gün de batmıştı. Söbütay’la arkadaşları geri dönmüşlerdi. Harp yorgunu silahşörler, çok kısa bir zaman içinde, kementle iki kurt yakalamışlardı, okla üç ceylan vurmuşlardı. Temuçin onları takdir ettikten sonra emir verdi:

      “Atlanalım!”

      Hepsi on iki kişi idiler. Fakat on bir atları vardı. Temuçin, atını kendine veren Cebe’ye işaretle terkisini gösterdi:

      “Bin de ödeşelim. Beni getiren sendin, seni götüren de ben olayım!”

      Cebe, СКАЧАТЬ



<p>7</p>

Fermanferma: Hüküm süren, emir veren, emir buyuran, hüküm ferma. (e.n.)