Название: Arzulanmış
Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Жанр: Героическая фантастика
Серия: Vampır Mektupları
isbn: 9781632912145
isbn:
Ama silkelenip kendine geldi. Geri dönüşün olmadığını, hatta ilerlemek dışında başka bir seçeneğinin olmadığını biliyordu. Sadece bu zaman ve bu yerde kendi yolunu bulacak kadar cesur olması gerekiyordu. Yapabilecek başka bir şeyi yoktu.
Caitlin kalabalığın içinden kurtulmak zorundaydı. Yalnız kalıp dinlenmeli, karnını doyurmalı ve düşünmeliydi. Nereye gitmesi gerektiğini, Caleb’i nerede araması gerektiğini, hatta onun gerçekten burada olup olmadığını bile düşünmesi gerekiyordu. Daha da önemlisi neden bu şehirde ve bu zaman diliminde olduğunu bulmalıydı. Henüz hangi yılda olduğunu bile bilmiyordu.
Yanından geçen birinin kolunu yakaladı, merakından çatlamak üzereydi.
Adam, birden durdurulmasına şaşırarak yüzünü Caitlin’e döndü.
“Kusura bakmayın ama hangi yıldayız acaba?” deyiverdi Caitlin. Kendi sesini duyduğunda boğazının ne kadar kuruduğunu ve nasıl acınası bir hâlde göründüğünü fark etti.
Bunu sormaktan bile utanmıştı. Deli gibi göründüğünü biliyordu.
“Yıl?” diye tekrarladı kafası karışan adam.
“Ah… Özür dilerim ama bir türlü hatırlayamıyorum.” Adam, Caitlin’e hızlıca bir göz attı. Onunla ilgili bir şeylerin yolunda olmadığını anlamış gibi kafasını sallıyordu.
“1789 yılındayız tabii ki! Yeni bir yıla girmeye de yakın değiliz üstelik, karıştıracak ne var?” dedi alaycı bir şekilde ve yoluna geri döndü.
1789. Bu yılın gerçekleri Caitlin’in aklında sıralanmaya başladı. En son 1791 yılında olduğunu hatırladı. O kadar da uzağa gelmemişti, sadece 2 yıl.
Ama şimdi Paris’teydi. Venedik’ten tamamen farklı bir şehir. Neden burası? Neden bu yıl?
Beynini zorluyor, tarih derslerini hatırlamaya çalışıyordu. 1789’da Paris’te neler olmuştu? Hatırlayamayacağını anladığında utanmıştı. Bir kez daha, derslere yeterince ilgi göstermediği için kendine kızdı. Eğer günün birinde zamanda yolculuk edeceğini bilseydi, lise yıllarında tarih dersine sabahlara kadar çalışır, her şeyi ezberlemeye uğraşırdı.
Şu an bunları düşünmenin bir şey değiştirmeyeceğini fark etti. Şimdi, kendisi tarihin bir parçasıydı. Şimdi, tarihi ve kendini değiştirmek için bir şansa sahipti.
Geçmişin değiştirilebileceğini anlıyordu. Tarih kitaplarında bazı şeyler yazıyor diye, zamanda geriye gidilip düzeltilmeyecek değildi. Aslında çoktan değiştirmişti bile. Bu zamandaki bu görüntüsü bir şeyleri etkileyecekti mutlaka. Şu durumu da kendi çapında tarihte yerini alacaktı.
Böylece yapacağı her hareketin önemini daha iyi anladı.
Geçmiş, yeniden yaratılmak üzere onun ellerindeydi.
Caitlin çevresinin mükemmelliğine bakınca az da olsa rahatladı, hatta biraz da cesaretlendi. En azından güzel bir zamanda ve güzel bir yerdeydi. Taş devrine dönmemişti. Ayrıca bir boşluğun içinde de değildi. Etrafındaki her şey kusursuz görünüyordu. İnsanlar öyle güzel giyinmişlerdi ki kaldırım taşlarıyla donatılan sokakta meşalelerin ışıklarıyla parıldıyorlardı. Ve Catilin’in 18. yüzyıl Fransa’sıyla ilgili hatırladığı bir şey daha vardı. Bu dönem Fransa’nın hâlâ kral ve kraliçe tarafından yönetildiği en zengin zamanlarıydı.
Caitlin, Notre Dome’ın bir ada üzerinde olduğunu fark etti ve buradan uzaklaşması gerektiğini hissetti. Burası çok kalabalıktı ve onun biraz sakinliğe, tenha bir yere ihtiyacı vardı. Buradan uzaklaşabileceği küçük köprüler gördü ve birine doğru ilerlemeye başladı. Kendini, ‘Belki Caleb’in varlığı beni buraya yöneltiyordur,’ diye umutlandırıyordu.
Nehrin üzerinden geçerken, Paris’in meşalelerin ve ay ışığının altında ne kadar güzel göründüğünü fark ediyordu. Caleb’i düşündü. Tam o sırada yanında olmasını ve bu manzaraya onunla beraber bakıyor olmayı istiyordu.
Suyu izleyerek köprüyü geçerken anılar bir anda Caitlen’e hücum etti. Pollopel’i ve Hudson Nehri’ndeki o geceyi düşündü, ayın nehri aydınlatışını… O an, içinde birden suya atlama hissi uyandı. Kanatlarını test etmek istiyordu. Tekrar uçup uçamayacağını bilmek istiyordu.
Ama oldukça zayıf ve aç olduğunu anladı, ayrıca geriye doğru yaslandığında kanatlarını hissedemiyordu bile. Zamanda yaptığı yolculuğun yeteneklerini, güçlerini etkilediğinden endişe etti. Daha önce hissettiği kadar güçlü hissedemiyordu. Aslında, tam da bir insan gibi hissediyordu. Zayıf. Hassas. Kırılgan. Bu hisleri hiç sevememişti.
Nehri geçtikten sonra şehrin sokaklarında umutsuzca birkaç saat dolandı. Kuzeye yönelerek, nehirden uzağa iç içe girmiş sokakların arasında döne dolaşa ilerledi. Şehir Caitlin’i büyülemişti. Bazı açılardan 1791’in Venedik ve Floransa’sına benziyordu. Paris de o şehirler gibi aynı kalmıştı ve 21. yüzyılda bile aynı kalacaktı. Buraya hiç gelmemişti ama fotoğraflarını görmüştü. Gördüğü bazı binaları tanıdığında şaşırıyordu.
Buradaki sokaklar kaldırım taşlarıyla döşeli, atlar ve at arabalarıyla doluydu. İnsanlar gösterişli elbiseler içinde dünyadaki bütün zaman kendilerine aitmiş gibi sakin sakin dolanıyordu. Buna benzeyen diğer bütün şehirlerde olduğu gibi burada da bir tesisat sistemi yoktu ve Caitlin yollardaki atıkları görmekten ve yazın sıcağında hissedilen kötü kokuyla irkilmekten kendini alıkoyamıyordu. Polly’nin ona Venedik’te verdiği küçük potpuri paketlerinden biri keşke yanında olsaydı, diye içinden geçiriyordu.
Ama diğer bütün şehirlerin aksine Paris başlı başına bir dünyaydı. Burada sokaklar daha geniş, binalar daha alçak ve her şey daha güzel dizayn edilmişti. Şehir kendini daha eski, değerli ve güzel hissettiriyordu. Ayrıca daha az kalabalıktı, Notre Dame’dan uzaklaştıkça daha az insana rastlar olmuştu. Bu sakinlik belki de gecenin geç saatleri olduğu içindi ama sokaklar neredeyse bomboştu.
Yorgunluktan bitap düşene kadar, etrafta onu Caleb’e yönlendirebilecek herhangi bir iz bulmak amacıyla yürüyüp durdu. Ama hiçbir şey yoktu.
Her yirmi blokta çevresi değişiyor, çevrenin hissettirdikleri de değişiyordu. Kuzeye doğru ilerledikçe kendini bir yokuşun başında buldu. Yeni bir bölge gibiydi. Daracık sokaklarda birçok bar sıralanmıştı. Köşe başındaki barın yanından geçerken yerde, kendinden geçmiş, bilinçsiz şekilde yatan, sarhoş bir adam gördü. Sokak bomboştu. Tam o sırada yaşanabilecek en kötü açlık sancısı Caitlin’i yakaladı. Midesini ikiye bölüyorlarmış gibi hissediyordu.
Gözleri, yerde yatan adama kilitlendi. Boynundaki damarda akan kanı hissediyordu. O sırada adama saldırıp, açlık hissini doyurmaktan daha fazla isteyebileceği hiçbir şey yoktu. Hissettiği duygu, ani bir istekten daha çok vücudunun ona verdiği bir emir gibiydi. Vücudu bunu yapması için ona bağırıyordu.
Caitlin başka bir yere bakmak için bütün gücüyle СКАЧАТЬ