Onurun Bedeli . Морган Райс
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Onurun Bedeli - Морган Райс страница 9

СКАЧАТЬ bağırma duyulduğunda Duncan göz ucuyla Anvin’in ileri atıldığını ve gürzünü savurarak askerin bileğine vurup, asker mızrağı Duncan’ın sırtına saplayamadan mızrağı elinden düşürttüğünü gördü. Daha sonra Anvin atından atladı ve askeri yere devirdi. Aynı anda Arthfael ve diğerleri de yetişip Duncan’a saldıran askere hücum ettiler.

      Serbest kalan Duncan şöyle bir etrafa bakıp kapıyı savunan askerlerin ölmüş olduğunu, kapının, kılıcı ile zar zor açık durmakta olduğunu gördü. Aynı zamanda gözünün ucuyla, koğuşlardan çıkan Pandesia askerlerinin Kavos, Bramthos, Seavig ve adamlarıyla savaşmak üzere aceleyle hareket ettiğini gördü. Kavos ve adamları onlara saldırsa bile yeteri kadar asker aradan sıyrılıp kapılara doğru yönelebilirdi ve eğer Duncan kısa süre içinde kapıların kontrolünü eline almazsa işleri biterdi.

      Bir başka asker siperlerden mızrak fırlattığında Duncan kenara çekildi. Koşarak gidip, yerde yatan askerlerden birinin yayını aldı, bir ok yerleştirdi, arkasına doğru yaslanıp nişan aldı ve oku, elinde mızrakla, eğilmiş aşağı bakan bir Pandesialı’ya doğru fırlattı. Okla vurulan asker çığlık attı ve yere düştü, böyle bir şeyi beklemediği belli oluyordu. Doğrudan yere çakıldı ve Duncan’ın yanında yere yapıştı. Duncan kenara çekildi ve üzerine düşen cesedin altında kalmaktan kendini korudu. Duncan ölen askerin boruyu çalan asker olduğunu görmekten özel bir keyif almıştı.

      “KAPILARA!” diye bağırdı Duncan, geri kalan askerleri de yere indiren adamlarına.

      Adamları atlarından inerek toplandı, koşarak yanına geldi ve devasa kapıları iterek açması için ona yardım etmeye başladı. Kapıları tüm güçleriyle itiyorlardı fakat kapılar neredeyse milim bile oynamıyordu. Daha fazla adam yardıma geldi ve hepsi aynı anda kapıları itmeye başladılar. Nihayet kapılardan biri yavaşça kıpırdamaya başladı. Her seferinde birkaç santim oynayarak açılan kapı nihayet Duncan’ın ayağını araya sokabileceği kadar aralık hale gelmişti.

      Duncan omuzlarını kapının arasına sıkıştırıp tüm gücüyle, homurdanarak ve kolları titreyerek kapıları itti. Sabah soğuğuna rağmen yüzüne ter basmıştı. O sırada garnizondan akın eden askerleri gördü. Birçoğu Kavos, Bramthos ve adamlarıyla karşılaşıyordu fakat yeteri kadar bir kısmı da onların etrafından dolanmış, kapılara doğru geliyordu. Aniden bir çığlık şafağı yırttı ve Duncan, hemen yanında bir adamının, iyi bir komutan, sadık bir askerin yere düştüğünü gördü. Sırtına saplanmış bir mızrak olduğunu gördü ve Pandesialıların fırlatma menzilinde olduklarını fark etti.

      Daha fazla Pandesia askeri mızraklarını kaldırıp onlara doğru fırlatmaya hazırlanırken Duncan, kapılardan zamanında geçemeyeceklerini anlayarak kendini hazırladı; fakat aniden şaşırtıcı bir şey oldu ve düşman askerleri tökezleyip, yüzüstü yere yapıştı. Duncan, adamların sırtlarında saplı kılıçlar ve oklar olduğunu gördü ve Bramthos ve Seavig’in yüzlerce adamla birlikte garnizona doğru ilerleyen Kavos’un ekibinden ayrılıp ona yardıma gelmekte olduğunu görünce içi minnettarlıkla doldu.

      Duncan sarf ettiği eforu iki katına çıkardı. Anvin ve Arthfael de artık kapının aralığına sığışmıştı, tüm güçleriyle itiyorlardı. Duncan tüm adamlarının geçebileceği kadar büyük bir açıklık oluşturması gerektiğini biliyordu. Nihayet daha fazla adam araya girdi, ayaklarını karlı zemine sapladı ve yürümeye başladı. Duncan adım adım, kapılar bir gıcırtıyla, yarısına kadar açılana kadar ilerledi.

      Hemen arkasından bir zafer çığlığı yükseldi ve Duncan dönüp baktığında, Bramthos ve Seavig’in at sırtında yüzlerce adamla birlikte artık açık olan kapılara doğru hızla ilerlediğini gördü. Duncan kılıcını aldı, havaya kaldırdı ve tüm tedbiri elden bırakarak, adamlarının önünde, başkente doğru saldırıya geçti.

      Üzerlerine hala mızraklar ve oklar yağıyordu. Duncan bir an önce, adamlarına çok büyük hasar verebilecek mancınıkların da bulunduğu siperlerin kontrolünü ele geçirmek zorunda olduklarını biliyordu. Yukarı çıkmanın en iyi yolunu düşünerek mazgallı siperliklere baktığı sırada, bir bağırma sesi daha duyuldu. İleri baktığında şehrin içinde büyük bir Pandesia birliğinin toplanmakta olduğunu ve onlara doğru harekete geçtiğini gördü.

      Duncan cesur bir şekilde onlara döndü.

      “ESCALONLULAR, DEĞERLİ BAŞKENTİMİZİ KİM İŞGAL ETTİ!?” diye bağırdı.

      Duncan yeniden atına binip askerlerini düşmana karşı yönlendirirken tüm askerleri hep bir ağızdan bağırdılar.

      Askerler ve atlar karşılıklı çarpışırken, büyük bir çatışma başladı ve Duncan ve yüzlerce adamı yüzlerce Pandesia askerine saldırdı. Duncan Pandesialıların şafak vakti hazırlıksız yakalandıklarını hissetti. Düşman, Duncan ve birkaç adamını gördüğünde saldırıya hazır olduklarını düşünmüşlerdi fakat Duncan’ın arkasında bu kadar büyük bir destek gücü olduğunu bilmiyorlardı. Askerlerin gözlerinin, Bramthos, Seavig ve adamlarının şehir kapılarından akın edişini görmeleri karşısında fal taşı gibi açıldığını gördü.

      Duncan kılıcını kaldırdı ve kendisine doğru savrulan bir kılıcı engelleyip kılıcını düşmanın midesine sapladı, bir diğerinin başına kalkanıyla vurduktan sonra eyerinden mızrağını çekip başka bir askere fırlattı. Korkusuzca kalabalığın ortasına daldı ve etrafındaki Anvin Arthfael, Bramthos ve Seavig gibi, sağdaki, soldaki düşman askerlerini yere indirmeye başladı. Yeniden başkentte, avcunun içi gibi bildiği sokaklarda olmak iyi hissettirmişti. Hele Pandesialıları sokaklardan atıyor olmak çok daha iyi hissettirmişti.

      Kısa süre sonra düzinelerce Pandesia askeri ayaklarının altındaydı. Şafakta başkente bir dalga gibi çarpan Duncan ve adamlarının akınını durdurmayı başaramamışlardı. Duncan ve adamları fazlasıyla hazırlıklıydı, çok fazla yol kat etmişlerdi; fakat sokakları savunan askerler evlerinden oldukça uzak, moralleri bozulmuş bir haldelerdi; amaçları zayıf, liderleri çok uzakta ve hazırlıksızdı. Ne de olsa Escalon’un savaşçılarıyla gerçek bir savaşta hiç karşılaşmamışlardı. Akın sürerken geride kalan Pandesia askerleri savaşmaktan vazgeçip, dönüp kaçmaya başlamıştı. Duncan ve adamları hızlanıp, geriye tek bir asker bile kalmayıncaya kadar onları avlayıp, oklar ve mızraklarla hepsini yere seriyordu.

      Başkente giren yol açıldıktan sonra, hala ok ve mızraklar yağmaya devam ederken, Duncan dönüp yeniden siperlere odaklandı. O sırada bir adamı daha, omzuna saplanan bir ok nedeniyle atından düşmüştü. Yalnızca okçuları durdurmak için değil, aynı zamanda Kavos’a yardım etmek için de siperlere ihtiyaçları vardı. Sonuçta Kavos dışarıda, duvarların ardında, hala sayıca gerideydi ve eğer hayatta kalmak için bir şansı olacaksa, Duncan’ın siperlerden, mancınıklarla edeceği yardıma muhtaçtı.

      “YUKARILARA ÇIKIN!” diye bağırdı Duncan.

      Duncan’ın adamları keyiflendi ve işaretiyle birlikte, ikiye ayrılıp yarısı onun peşinden giderken, yarısı da avlunun uzak ucunda, diğer taraftan tırmanmak için Bramthos ve Seavig’i takip etti. Duncan yan duvarlara paralel, üst siperlere çıkan taş merdivenlere yöneldi. Orayı savunan bir düzine kadar asker, gözleri fal taşı gibi açılmış, yaklaşan saldırıya bakıyordu. Duncan onların üzerine СКАЧАТЬ