Название: Kardeşlerin Yemini
Автор: Морган Райс
Издательство: Lukeman Literary Management Ltd
Жанр: Героическая фантастика
Серия: Felsefe Yüzüğü
isbn: 9781632916693
isbn:
"Belki hazır buradayken kadınları yatağımıza alabiliriz," dedi Akorth geğirirken.
"Sanırım boğazını keserken onlar da en az senin kadar zevk alacaklardır," dedi Fulton.
Akorth omuz silkti.
"Belki ikisini de yaparlar," dedi. "En azından mutlu bir adam olarak ölürüm."
Kalabalıklar artarken şehrin sokaklarında kendilerine yol açmak için birbirlerini ittiriyorlardı. Godfrey terliyor, endişeyle titriyor, kendini güçlü ve cesur olmaya, köyünde geride bıraktıklarını, yardımına ihtiyacı olan kız kardeşini hatırlamaya zorluyordu. Karşı koymak zorunda oldukları adamların sayısını düşündü. Eğer bu görevi başarırsa, belki bir fark yaratıp onlara gerçekten yardım edebilirdi. Bu, cesur ve şanlı savaş kardeşlerinin izlediği bir yol değildi ama Godfrey'in yoluydu, hatta bildiği tek yoldu.
Bir köşeyi daha dönünce Godfrey ileriye baktı ve tam olarak aradığı şeyi gördü: orada, uzakta, taştan bir binadan dışarı dökülen bir grup adam birbirleriyle güreşiyor, etraflarına toplanan kalabalık onlar için tezahürat yapıyorlardı. Birbirlerini yumrukluyor ve Godfrey'in hemen tanıdığı bir şekilde sendeliyorlardı: sarhoş şekli. Sarhoşların dünyanın her yerinde aynı görünmesi onu hayrete düşürüyordu. Aptallık kardeşliğiydi bu. Binanın üstünde siyah bir bayrağın dalgalandığını görünce ne olduğunu hemen anladı.
"İşte," dedi Godfrey, sanki Mekke'ye bakıyormuş gibi. "İşte aradığımız bu."
"Bu şimdiye dek gördüğüm en temiz taverna," dedi Akorth.
Godfrey zarif ön cephesini fark etti ve onunla hem fikir olduğunu düşündü.
Merek omuz silkti.
"İçeriye girince tüm tavernalar aynıdır. Buradakiler de diğer her yerdekiler kadar sarhoş ve aptallardır."
"Benim tarzımdaki insanlar," dedi Fulton, sanki biranın tadını alıyormuş gibi dudaklarını yalayarak.
"Buraya nasıl girebiliriz?" diye sordu Ario.
Godfrey ileri baktı ve neyi kastettiğini gördü: sokak bir kanalda son buluyordu. Buradan sonra yürüyecek bir yer yoktu.
Godrey küçük altın bir kayığın hemen yanı başlarından geçerken içindeki iki İmparatorluk askerini gördü. Dışarıya çıktılar ve hiç arkalarına bakmadan şehre doğru ilerlerken iple direğe bağladıkları kayığı orada bıraktılar.
Godfrey ve Merek aynı anda bildik bir bakış attılar. Harika akıllar, ya da en azından aynı zindanları ve arka sokakları birlikte yaşayan harika zihinler, diye düşündü Godfrey, benzer şekilde düşünür.
Merek öne gelip hançerini çıkardı ve kalın ipi kesti. Sırayla küçük altından kayığa doluştuklarında kayık şiddetle sallandı. Godfrey, botları güverteden sarkar halde durarak arkasına yaslandı.
Su yollarında salınıp, sallanarak ilerlediler, Merek uzun küreği alıp çekmeye başladı.
"Bu delilik," dedi Ario, subaylara doğru bakarak. "Geri gelebilirler."
Godfrey doğruca ileriye bakıp kafasını salladı.
"O zaman daha hızlı kürek çekmeliyiz," dedi.
DOKUZUNCU BÖLÜM
Volusia, bitmek tükenmek bilmeyen çölün kırılmış ve yarılmış yeşil zemininin ortasında durdu. Ayağının altındaki taş kadar sertti içi. Doğruca önüne bakıyor Dansk'ın maiyetiyle yüzleşiyordu. Orada gururla dururken arkasında en iyi danışmanlarından bir düzinesiyle beraber uzun, geniş omuzlu, parlak sarı tenli, parıldayan kırmızı gözleri ve iki küçük boynuzla tipik İmparatorluk askerlerinden iki düzine kadarıyla karşı karşıya duruyorlardı. Dansk'ın bu insanlarının tek fark edilebilir yanı, zamanla boynuzlarının doğruca yukarı değil yanlara doğru uzamış olmasıydı.
Volusia omuzlarının üstünden bakınca, ufukta uzun, oldukça heybetli, göğe kadar neredeyse yüz metre uzanan, çölün duvarlarıyla aynı yeşile sahip neden yapıldığını tam kestiremese de taştan veya kiremitten olduğunu düşündüğü duvarın arkasındaki çöl şehri Dansk'ı gördü.
Dansk, Maltolis'in hemen güneyinde, deli Prens'in şehri ve güney başkenti arasında yer alıyordu ve önemli geçiş yolları üzerinde bulunan bir kale konumundaydı. Volusia, burayı annesinden defalarca duymuş ama hiç bizzat ziyaret etmemişti. Annesi hep, Dansk'ı almadan İmparatorluk'un alınamayacağını söylerdi.
Volusia elçisiyle beraber, önlerindeki kendini beğenmiş haliyle ona tepeden bakan liderlerine kilitledi bakışlarını. Diğerlerinden daha farklı görünüyordu, kendine güvenen havası, yüzünde bulunan daha fazla sayıda yara ve beline kadar uzanan iki örgüyle liderleri olduğunu belli ediyordu.
Bu şekilde sessizce ve biri diğerinin konuşmasını beklerken duruyorlardı, çıkan tek ses çölde duyulan rüzgara aitti.
Sonunda beklemekten sıkılmış olacak ki konuştu:
"Demek şehrimize girmek istiyorsunuz?" diye sordu ona. "Siz ve adamlarınız mı?"
Volusia gururla, kendine güvenle ve ifadesiz bir biçimde ona bakıyordu.
"Girmek istemiyorum," dedi. "Almak istiyorum. Teslim olmanız için gerekli şartları size sunmaya geldim."
Volusia'ya bir kaç saniye boyunca sanki söylediklerini anlamaya çalışır gibi baktı sonra nihayet gözleri şaşkınlıkla açıldı. Kendini geri atıp korkunç bir sesle kahkaha atınca Volusia kıpkırmızı kesildi.
"Biz mi?!" dedi. "Teslim olmak mı!?"
Kahkahasını çığlık çığlığa atıyordu, sanki dünyanın en komik şakasını duymuştu. Volusia sakince ona bakarken, ona katılan askerlerin gülmediğini fark etti hatta gülümsemiyorlardı bile. Ona son derece ciddi bir ifadeyle bakıyorlardı.
"Sen daha bir kızsın," dedi nihayet durumundan memnun. "Dansk tarihi, çölümüz ve insanlarımız hakkında hiç bir şey bilmiyorsun. Bilseydin asla teslim olmadığımızı bilirdin. Bir kez bile. On bin yıldır asla. Hiç kimseye. Yüce Atlow'un ordularına bile. Dansk bir kez bile fethedilmemiştir."
Gülümsemesini silip kaşlarını çattı.
"Şimdiyse kalkmış," dedi, "aptal, genç bir kız olarak bir anda onlarca askerinle ortaya çıkıp bize teslim olmamız gerektiğini mi söylüyorsun? Neden sizi hemen öldürmeyelim? Ya da zindanlara götürebiliriz. Bence teslim olma şartları üzerinde uzlaşacak biri varsa o da sizsiniz. Eğer sizi içeri almazsam çöl sizi öldürür. Fakat alırsam ben öldürebilirim."
СКАЧАТЬ