Название: Fahrenheit 451
Автор: Рэй Брэдбери
Издательство: İthaki Yayınları
isbn: 9786053757818
isbn:
“Hiç denemedim.”
Kız dudaklarını yaladı. “Yağmurun tadı bile güzel.”
Montag, “Ne yapıyorsun… her şeyi bir kez denemeye mi çalışıyorsun?” diye sordu.
“Bazen iki kez.” Kız elindeki bir şeye baktı.
Montag, “Elinde ne var?” diye sordu.
“Yılın son karahindibalarından tahminimce. Yılın bu geç vaktinde çimenlikte bunlardan bir tane bulabileceğimi sanmıyordum. Çenenin altına sürtmeni söylediler mi hiç? Bak.” Kız gülerek çiçeği çenesine dokundurdu.
“Niye ki?”
“İz bırakırsa, âşığım demektir. Bıraktı mı?”
Montag bakmaktan başka bir şey yapamazdı.
“Eee?” dedi kız.
“Çenenin altı sapsarı oldu.”
“Güzel! Şimdi sende deneyelim.”
“Bende işe yaramaz.”
“İşte.” Montag’ın kımıldamasına fırsat kalmadan, kız karahindibayı onun çenesinin altına dayamıştı. Montag geri çekilince kız güldü. “Kımıldama!”
Montag’ın çenesinin altına bakıp kaşlarını çattı.
“Eee?” dedi Montag.
“Ne yazık,” dedi kız. “Kimseye âşık değilsin.”
“Hayır, âşığım!”
“Öyle görünmüyor.”
“Âşığım, hem de sırılsıklam!” Montag bu sözüne uygun bir yüz ifadesi takınmaya çalıştı, ama başaramadı. “Âşığım!”
“Ah, öyle bakma lütfen.”
“Sebebi karahindiba,” dedi Montag. “Hepsini kendinde kullandın. O yüzden bende iz bırakmadı.”
“Elbette, sebep bu olmalı. Ah, canını sıktım şimdi, bunu görebiliyorum; üzgünüm, gerçekten üzgünüm.” Kız, Montag’ın dirseğine dokundu.
Montag çabucak, “Hayır, hayır,” dedi. “Ben iyiyim.”
“Gitmem gerek, o yüzden beni affettiğini söyle; bana kızgın olmanı istemiyorum.”
“Kızgın değilim. Canım sıkıldı, evet.”
“Şimdi psikiyatristimle görüşmeye gitmeliyim. Beni gitmeye zorluyorlar. Uyduruk laflar ediyorum. Psikiyatristim hakkımda ne düşünüyor bilmiyorum. Soğan gibi katmanlı olduğumu söylüyor! Katmanları soymasına izin vererek, meşgul olmasını sağlıyorum.”
“Psikiyatriste ihtiyacın olduğuna inanmaya meyilliyim,” dedi Montag.
“Aslında öyle düşünmüyorsun.”
Montag derin bir nefes aldı ve bir süre içinde tuttuktan sonra bıraktı. “Evet, aslında öyle düşünmüyorum.”
“Psikiyatristim çıkıp ormanlarda gezinmemin, kuşları seyretmemin ve kelebek toplamamın sebebini merak ediyor. Koleksiyonumu bir gün gösteririm sana.”
“Güzel.”
“Boş vakitlerimde ne yaptığımı bilmek istiyorlar. Bazen sırf oturup düşündüğümü söylüyorum. Ama ne düşündüğümü söylemiyorum onlara. Koşturmalarını sağlıyorum. Bazen de başımı böyle geriye atıp yağmur damlalarının ağzımın içine düşmesini sağladığımı söylüyorum. Tatları aynen şarap gibi. Bunu hiç denedin mi?”
“Hayır, ben…”
“Beni affettin, değil mi?”
“Evet.” Montag bunu düşündü. “Evet, affettim. Sebebini Tanrı bilir. Tuhafsın, sinir bozucusun ama seni affetmek kolay. On yedi yaşında olduğunu mu söylemiştin?”
“Şey… gelecek ay.”
“Ne acayip. Ne garip. Karım otuz yaşında ama sen bazen ondan çok daha yaşlı gibi görünüyorsun. Bunu göz ardı edemiyorum bir türlü.”
“Siz de tuhafsınız, Bay Montag. İtfaiyeci olduğunuzu bile unutuyorum bazen. Şimdi, sizi tekrar kızdırabilir miyim?”
“Devam et.”
“Nasıl başladı? O işe nasıl girdin? Mesleğini nasıl seçtin ve bu işi yapmayı neden düşündün? Sen diğerleri gibi değilsin. Onlardan epey gördüm; biliyorum. Konuştuğumda bana bakıyorsun. Dün gece, aydan bahsettiğimde aya baktın. Diğerleri bunu asla yapmazdı. Diğerleri ben konuşurken çekip giderdi. Veya beni tehdit ederdi. Kimsenin kimseye ayıracak vakti yok artık. Sen bana katlanan çok az kişiden birisin. İtfaiyeci olmanı bu yüzden çok tuhaf buluyorum; sana uymuyor sanki.”
Montag bedeninin ikiye bölündüğünü hissetti; bir yanı sıcak, diğeri soğuktu… bir yanı yumuşak, diğeri sertti… bir yanı titriyor, diğeri titremiyordu; iki yarısı birbirine sürtünüyordu.
“Randevuna koşsan iyi olacak,” dedi.
Bunun üzerine kız koşarak uzaklaşıp, yağmurda duran Montag’ı tek başına bıraktı. Montag ancak uzun zaman sonra hareket etti.
Sonra, yürürken başını yağmurda çok yavaşça geriye attı ve sadece birkaç saniyeliğine ağzını açtı…
Mekanik Tazı, itfaiye binasının arka tarafındaki karanlık bir köşede hafifçe vızıldayan, hafifçe titreşen, yumuşak ışıkla aydınlanan kulübesinde uyuyor ama aslında uyumuyor, yaşıyor ama aslında yaşamıyordu. Gecenin birinin loş ışığı, büyük pencereyle çerçevelenmiş bulutsuz gökyüzünden gelen ay ışığı hafifçe titreyen canavarın pirinç, bakır ve çelikten oluşan vücudunu aydınlatıyordu. Sekiz bacağını altı lastikli patilerinin üstünde örümcek gibi toplamış halde çok hafifçe titreyen yaratığın ufak ve yakut rengi cam kısımlarında, naylon fırçalı burun deliklerinin incecik ve hassas kıllarında ışık titreşiyordu.
Montag pirinç direkten kayarak indi. Şehre bakmak için dışarı çıktı… bulutlar artık tamamen dağılmıştı; Montag bir sigara yaktıktan sonra geri dönüp eğildi ve Tazı’ya baktı. Tazı, balın zehir çılgınlığıyla, delilik ve kâbusla yüklü olduğu bir tarladan evine dönmüş, vücudu o fazla zengin nektarla tıka basa doldurulmuş ve şimdi uyuyarak kötülüğü içinden atan dev bir arı gibiydi.
Bu ölü canavar, bu canlı canavar karşısında her zamanki gibi büyülenen Montag, “Selam,” diye fısıldadı.
Sıkıcı gecelerde, yani her gece adamlar pirinç direklerden kayarak inip Tazı’nın koku sistemini tıkır tıkır ayarlayarak uygun СКАЧАТЬ