Название: Fahrenheit 451
Автор: Рэй Брэдбери
Издательство: İthaki Yayınları
isbn: 9786053757818
isbn:
Montag’ın ayağıyla tekmelediği nesne şimdi onun yatağının kenarının altında parlıyordu. Günün daha erken saatlerinde otuz kapsülle dolu olan o küçük, kristal uyku hapı şişesi şimdi minik alevin ışığında kapaksız ve boş halde yatmaktaydı.
Montag öylece dururken, evin yukarısındaki gökyüzü çığlık attı. Müthiş bir yırtılma sesi koptu; sanki iki dev el, on beş bin kilometrelik siyah keteni dikiş yerinden yırtmıştı. Montag ortadan ikiye bölünmüştü. Göğsünün kesilerek ayrıldığını hissetti. Jet bombardıman uçakları geçiyor, geçiyor, geçiyordu; bir iki, bir iki, bir iki, altı tanesi, dokuz tanesi, on iki tanesi, bir tane, bir tane, bir tane ve sonra bir tane daha, bir tane daha, bir tane daha… hepsi Montag’ın yerine çığlık atıyordu. Montag kendi ağzını açtı ve onların haykırışının aşağı inip kendi sergilenen dişlerinin arasından çıkmasına izin verdi. Ev sarsıldı. Montag’ın elindeki ateş söndü. Aytaşları gözden kayboldu. Montag elinin telefona uzandığını hissetti.
Jetler gitmişti. Montag dudaklarının kımıldadığını, telefonun ahizesine sürtündüğünü hissetti. “İlkyardım hastanesi.” Korkunç bir fısıltı.
Montag siyah jetlerin sesinin yıldızları un ufak ettiğini ve sabahleyin yeryüzünün yıldızların tuhaf bir karı andıran tozuyla kaplı olacağını hissetti. Karanlıkta titreyerek dururken ve dudaklarının sürekli kımıldamasına izin verirken aklından geçen aptalca düşünce buydu.
Bir makineleri vardı. Aslında iki makineleri vardı. Biri denize inerdi, birikmiş bütün eski sular ile eski zamanı aramak için yankılı bir kuyuya inen siyah kobra misali. Ağır ağır kaynayarak tepeye akan yeşil maddeyi içerdi. Karanlığı içer miydi? Yıllarca birikmiş bütün zehirleri emer miydi? Sessizce beslenirken, arada sırada içsel boğulma ve körlemesine arama sesi çıkarıyordu. Bir Göz’ü vardı. Makinenin kişisellikten uzak operatörü özel bir optik kask taktığından, içini dışarı pompaladığı kişinin ruhuna bakabilirdi. Göz ne görüyordu? Adam söylemiyordu. Göz’ün gördüklerini görüyor, ama aslında görmüyordu. Bu operasyonun tamamı, insanın kendi bahçesinde hendek kazmasına benziyordu. Yataktaki kadın, ulaştıkları sert bir mermer katmanından fazlası değildi. Yine de devam edin, sondayı içeri sokun, boşluğu çekin, öyle bir şey zonklayan emiş yılanıyla dışarı çıkarılabilirse tabii. Operatör ayakta durarak sigara içiyordu. Diğer makine de çalışmaktaydı.
Diğer makineyi leke tutmaz kırmızımsı kahverengi iş tulumu giymiş, kişisellikten aynı ölçüde uzak biri kullanıyordu. Bu makine vücuttaki bütün kanı dışarı pompalayıp, yerine taze kan ve serum geçiriyordu.
Sessiz kadının başında duran operatör, “İki taraftan da temizlemek gerek,” dedi. “Kanı temizlemeyince, mideyi temizlemenin anlamı yok. O madde kanda kalırsa kan beyne tokmak gibi, bam bam diye birkaç bin kez vurur ve sonunda beyin bir anda pes eder, duruverir.”
“Kes şunu!” dedi Montag.
“Ben sadece söylüyordum,” dedi operatör.
Montag, “İşiniz bitti mi?” diye sordu.
Makineleri sımsıkı kapadılar. “İşimiz bitti.” Montag’ın öfkesinden hiç etkilenmemişlerdi. Öylece dururlarken, burunlarının etrafından kıvrılarak gözlerine giren sigara dumanına karşın gözlerini kırpıştırmıyor veya kısmıyorlardı. “Ücreti elli dolar.”
“Neden önce onun iyi olup olmayacağını söylemiyorsunuz?”
“Tabii, iyi olacak. Zararlı maddenin hepsini buraya, bavulumuzun içine koyduk; artık ona zarar veremez. Dediğim gibi, eskiyi çıkarıp yeniyi koyunca iş tamamdır.”
“İkiniz de doktor değilsiniz. Neden İlkyardım’dan doktor göndermediler?”
“Aman!” Operatörün sigarası dudağının üstünde kımıldadı. “Gecede böyle dokuz on vaka alıyoruz. Sayıları öyle çok ki, birkaç yıl önce özel makineleri yaptırdık. Optik lensli olan yeniydi tabii; gerisi çok eski. Böyle vakalarda doktora gerek yok; sorunu yarım saatte temizlemek için iki teknik eleman yeterli. Bak…” —Adam kapıya doğru yürüdü— “…gitmeliyiz. Benim emektar kulak yüksüğünden bir çağrı daha aldım şimdi. On sokak ötede. Biri daha hap şişesini boşaltmış. Bize tekrar ihtiyacın olursa ararsın. Sakin kalmasına dikkat et. Kontrasedatif verdik. Uyanınca acıkmış olacak. Hoşçakal.”
Dümdüz ağızları sigaralı adamlar, şişen engerek gözlü adamlar makinelerini ve tüplerini; sıvı melankolinin ve ağır ağır akan koyu, vıcık vıcık, isimsiz maddelerinin bulunduğu bavulu alıp uzun adımlarla kapıdan çıktı.
Montag bir sandalyeye çöküp bu kadına baktı. Kadının gözleri şimdi zarif bir şekilde kapalıydı; Montag avucunda onun nefesinin sıcaklığını hissetmek için elini koydu.
“Mildred,” dedi sonunda.
Sayımız çok fazla, diye düşündü. Milyarlarcayız ve bu çok fazla. Kimse kimseyi tanımıyor. Yabancılar gelip mahremiyetimizi ihlal ediyor. Yabancılar gelip kalbimizi söküyor. Yabancılar gelip kanımızı alıyor. Ulu Tanrım, o adamlar kimdi? Onları daha önce hiç görmemiştim!
Yarım saat geçti.
Bu kadının kan dolaşımı yeniydi ve ona yeni bir şey yapmış gibiydi. Kadının yanakları pespembeydi; dudakları çok tazeydi ve canlı renkliydi… yumuşak ve rahat görünüyorlardı. Orada başka birinin kanı vardı. Başka birinin bedeni, beyni ve hafızası da olsaydı keşke. Keşke Mildred’ın zihnini alıp kuru temizlemeciye götürebilseler ve ceplerini boşaltıp, buharlayıp, temizleyip, tekrar toparlayıp sabahleyin geri getirebilselerdi. Keşke…
Montag kalkıp önce perdeleri, sonra da içeri gece havası girsin diye pencereleri açtı. Saat sabahın ikisiydi. Montag’ın sokakta Clarisse McClellan ile karşılaşmasından, eve gelmesinden, karanlık odaya girmesinden ve ayağının küçük kristal şişeye çarpmasından beri yalnızca bir saat mi geçmişti? Yalnızca bir saat; ama o sözcük erimiş ve yeni, renksiz bir formla peydah olmuştu.
Ayın renklendirdiği çimenliğin ötesinden, Clarisse ile babasının, annesinin ve amcasının evinden kahkahalar geliyordu; öyle usulca ve içtenlikle gülümsüyorlardı ki. Her şeyden öte, gecenin köründe, diğer bütün evler karanlıkta kendi başlarına takılırken ışıl ışıl aydınlanan o evden gelen kahkahaları rahat ve samimiydi, kesinlikle zorlama değildi. Montag seslerin konuşup durduğunu, verdiğini, konuştuğunu, hipnotik ağlarını tekrar tekrar ördüğünü duyuyordu.
Montag hiç düşünmeden Fransız pencerelerden çıkıp çimenliği geçti. Konuşan evin önünde, gölgelerin içinde durdu; kapılarını çalıp, “Girmeme izin verin. Bir şey söylemem. Sadece dinlemek istiyorum. Ne diyordunuz?” diye fısıldamayı bile düşündü.
Ama bunun yerine öylece durdu; çok üşüyordu, yüzü buzdan bir maskeydi, bir erkeğin (Amca mıydı?) rahat rahat konuşmasını dinledi:
“Eh, sonuçta tek kullanımlık mendillerin çağı СКАЧАТЬ