Название: CELIL OKER-ÖZEL BASKI-YENIK VE YALNIZ
Автор: Celil Oker
Издательство: Автор
isbn: 9789752126435
isbn:
On altı numarada ya apartmanın güvenliğiyle zerre kadar ilgilenmeyen birileri oturuyordu ya da pizzacıyı bekliyorlardı, demir kapının otomatiği ona kadar saymadan açıldı.
İçeri süzülüp kapıyı ardımdan kapadım. Tıpkı benimkine benziyordu C Blok’un girişi. Üzerinde sekiz yazan posta kutusuna bir göz attım. Boştu. Merdiven otomatiğine dokunup yukarı çıkmaya başladım. Acele etmeden. Teker teker.
Sekiz numaralı dairenin kapısının önünde durdum. Sonradan yaptırılmış, epeyce de para harcandığı belli olan ahşap görünümlü çelik bir kapıydı karşımdaki. Üzerindeki metal isimlik de boştu. “Ya Settar!” deyip zile dokundum.
Merdiven otomatiği merdiven boşluğunu aydınlatan lambayı söndürdü. Koridorun ortasına bir hamle yapıp yeniden yaktım ışığı. İçeriden terlik sesi falan gelmiyordu.
Kapının tam ortasındaki gözetleme deliğinin karşısında suratıma zararsız bir ifade yerleştirip dikildim.
İkinci kez basmama gerek kalmadan açıldı kapı. Yarım açıldı ama.
Kapıyı açan kadını tanıyor muydum? Tanımıyordum. Yok, tanıyordum galiba. Evet, evet tanıyordum. Müşterimdi.
Hülya Çakır, yarısını kapının arkasına gizlediği yüzüyle bakıyordu bana. Türbanı kafasında değildi. Alnının üstüne doğru düşüveren iki tutam sarı saç vardı şimdi, her şeyi gizleyen o siyah bez yerine… Eşofmanını değiştirmişti aralıktan gördüğüme göre. Koyu renk, dokusunu olduğum yerden sezemediğim bir giysi vardı üstünde.
Başınız sağ olsun demek doğru gelmedi o anda bana.
“Biraz konuşabilir miyiz Hülya Hanım?” dedim alçak bir sesle.
Kafasını evin içine doğru çevirdi bir an. Sonra yine bana döndü.
“Gidin,” dedi. “Zamanı değil.”
“Konuşursak iyi olurdu,” dedim.
“Gidin Remzi Bey,” dedi. “Uygun değil. Hem zaten konuşacak bir şeyimiz yok. Siz işinizi yaptınız. Başınızı daha fazla belaya sokmayın.”
“Ben de o yüzden konuşsaydık diyorum,” dedim. “Kötü şeylere yol açtı galiba işimi yapmam.”
Bir kez daha yarım dönüp içeriye baktı Hülya Çakır.
“Orası beni ilgilendirir,” dedi sesine bir miktar kesinlik kazandırmaya gayret edip. Gözlerine de. “Gidin dedim.”
Artık dayanamadım. Kaba ya da nazik, sürekli reddedilmeye bir son vermem gerekiyordu.
“Ama zarfın içine baktım ben Hülya Hanım,” dedim.
Bölüm 7.4
Söylediğim şeyin bir etkisi olacağını tahmin ediyordum ama bu kadarını değil.
Dudaklarımdan çıkanı algılar algılamaz Hülya Çakır’ın gözleri büyüdü, kocaman oldu, inanmaz gibi bakarak. Sonra bulanıklaştı gözbebekleri, elini alnına götürmeye çalıştı, götüremedi.
Sanki ağır çekimde gibi yana, kapının içine doğru yığıldı.
Hay Allah, dedim içimden. Başını vurmasa bari.
Başını vurmadı. Son anda kendiliğindenmiş gibi bir hareketle elini düşme yönüne doğru altına getirmeyi başardı, yumuşattı düşüşünü. Başı hareketin hızıyla yana doğru savruldu, omzunun üstünden temas etti yerle. Ses çıkmadı.
Yerimden kıpırdayamamıştım kadın düşerken. Kendi kendime hayıflanmayı kısa kestim. Hemen başına çöktüm gövdemin yarısıyla kapıdan içeri girip. Elimi kafasının altına getirip hafifçe kaldırdım. Görmeme izin vermediği saçlarına dokununca suç işlemiş gibi irkildim bir an. Sonra üstesinden geldim bu duygunun.
Gözleri açıktı ama görmüyor gibiydi. Üstümde kafasının altına koyabilecek ceket gibi bir şey olmadığı için etrafıma baktım. Antredeydik, askılıklarda işime yarayacak bir şey olabilirdi.
“Anne!” diye bir çığlık geldi içeriden. Bir kız çığlığı. “Anne! Ne oldu?”
Antrenin bağlandığı koridordan yalnızca atkuyruğunu algılayabildiğim bir siluet hareketlendi. Çığlığı sürdürerek tepemize geldi.
“Anne! Anne! Anneciğim. Aman Allah’ım! Aman Alah’ım!”
“Sakin olun,” dedim nasıl biriyle konuştuğumu tam olarak anlamadan. “Şu ceketi verin oradan.”
Atkuyruklu siluet sustu. Bir bana baktı galiba, bir annesine. Sonra sesini çıkarmadan biraz ötemizdeki askılıktan sentetik bir kumaştan yapılmış bir yağmurluk verdi elime.
“Bu olmaz,” dedim. “Daha kalın bir şey lütfen… Hadi…”
Atkuyruklu kız biraz daha toparlanmış gibiydi. Bu kez askılığı eliyle taradı. Kafam yukarıda, ne yaptığına bakıyordum. Sonra derinlerden kareli, ele gelen dokusu olan anorak gibi bir şey bulup çıkardı.
“Teşekkür ederim,” dedim. Verdiği giysiyi katlayıp Hülya Çakır’ın başının altına yerleştirdim.
Sonra yüzüne baktım kadının. Biraz daha çalışsam kendine gelecek gibiydi. Hafif hafif tokatladım yanaklarını.
“Hülya Hanım…” diye seslendim. “Hülya Hanım…”
Kıza döndüm.
“Bir bardak su getirir misiniz?”
Atkuyruklu kız ikiletmedi. En azından niyeti oydu. Fazla ileri gidemedi ama koridorda.
Bulunduğum yerden yüzünü göremediğim bir kadının sesi engelledi onu.
“Ne oluyor Nazan?” dedi ses. “Kim bu? Annene ne oldu?”
Bir daha ararsan farklı konuşacak olan kadınla tanış Remzi Ünal, dedim kendi kendime.
“Bayıldı,” dedim soru bana yöneltilmiş gibi, ama kadının yüzüne bakmadan. “Bir bardak su getirse iyi olur.”
Sesimi az önceki telefonda konuşana benzetti mi bilmem. Yüzünü görmedim.
“Sen kimsin yaa?” dedi tepemden. Sonra tanımış gibi gevşedi yüzünün çizgileri.
“Bir saniye lütfen, durumuna bakalım önce,” dedim. “Tanışırız…” Ne yaptığımı biliyormuş gibi Hülya Çakır’ın kolunu birazcık sıyırıp nabzını tuttum. Doğru dürüst alamadım kalp atışlarını ama elimi bileğinde tutmaya devam ettim.
İşe yaradı.
Yana СКАЧАТЬ