Felsefesi ve Aforizmalarıyla Nietzsche. A.R. Orage
Чтение книги онлайн.

Читать онлайн книгу Felsefesi ve Aforizmalarıyla Nietzsche - A.R. Orage страница 3

Название: Felsefesi ve Aforizmalarıyla Nietzsche

Автор: A.R. Orage

Издательство: Maya Kitap

Жанр:

Серия:

isbn: 9786258361445

isbn:

СКАЧАТЬ yadsıdığımızda geriye ne kalıyor diye sorabiliriz. Oluş süreci, diye yanıtlar Nietzsche. Bu süreç tek başına gerçektir. Eylem her şeydir. Dünya, sonsuz bir enerjiden, sonsuz bir faaliyetten, sürekli bir oluştan başka bir şey değildir. O enerjinin doğası, varlığı ve kaynağı nedir diye sorarsak Nietzsche irade diye cevap verir. Kendi doğal görevi olan sürekli eylemle sürekli meşgul olan irade; her şeyin kaynağı ve kapsayıcısı olarak irade… Nietzsche’nin gerçeklik anlayışı bu şekildedir.

      Nietzsche, felsefi serüveninde gelecekteki insanlar için büyük bir görev öngörür. Rasyonalistler, şeylere akıllarıyla orantılı bir değer vererek aklın yardımıyla kendi değerler hiyerarşisini kurmuşlardır. Materyalistler, şeylerin maddesellikleriyle orantılı olarak gerçeklik merdivenini tırmandıkları hiyerarşilerini kurmuşlardır. Dindarlar, estetikçiler, ahlakçılar ve diğerleri, şeylere dini, estetik veya etik kıymetlerine göre değer vermişlerdir. Bir gün, der Nietzsche, dünyayı iradenin ölçeğine göre yeniden değerlendirelim. Zira bizi gerçek yapan tek şey içimizdeki irade olduğuna göre, o zaman tek başına irade her şeyi gerçek kılar ve her şey, iradeyi ortaya koyduğu oranda değerlendirilmelidir. Nietzsche’nin gözünde tüm imge dünyası, evrensel bir iradenin sayısız biçimde rol aldığı sahnedir. Biçimler, görünüşler, renkler, oyuncuların mizacı, hepsi aynı şekilde gerçek dışıdır. Gerçek olan tek şey, ister taş ister insan olsun, tüm çeşitli oyuncuların içinde ve arasında çeşitli güç derecelerinde hareket eden iradedir.

      Bununla birlikte varlık olarak dünya ve imge olarak dünya olmak üzere iki dünya görüşünden felsefi olarak en azından birincisinin daha baştan çıkarıcı olduğu kesindir. Hiçbir yerde, din ahlakçılarının gururla ilan ettikleri gibi, tanrı kavramına sahip olmayacak kadar “aşağılanmış” bir kabile bulunamaz. Yani, mutlak idealizme inanmanın tehlikesinin mutlak materyalizme inanmanın tehlikesinden daha fazla olmadığı insanlara hiçbir yerde rastlanamaz. Kısacası insan, her şeyden önce idealize eden hayvandır. İnsanda, zihin olarak dünya istenci, biçimsiz derinliğin temellerini ölçmek için kendi kendine atanan görevine başlar ve devam eder. Sonuç olarak, onun için en büyük tehlike her zaman en soylu yetisine, yani akıl yetisine sahip olmak olacaktır. Eski bir Hindu hikâyesinde aklın, gerçeğin katili olduğu ifade edilmektedir.

      Genel olarak dünya istenci amacının bilincine ilk varanlar filozoflar olduğu için, yanılgıya en çok düşenler yine filozoflar olacaktır. Zira onlar hâlâ fazlasıyla insan olduklarından, (dünyanın kendisinin ayrım yaptığını varsayabileceğimiz gibi) araçlar ve amaç arasında açıkça ayrım yapamazlar. Hemen hemen tüm filozoflar, aslında entelektüel hayal güçlerinin gerekli bir ürünü olan varlık dünyasının mutlak gerçekliğine inanan, doğrulanmış idealistlerdi. Filozoflar neredeyse her zaman şu ya da bu biçimde “başka bir dünya”nın yazarları haline gelmişlerdir.

      Dolayısıyla Nietzsche’nin görüşüne göre, felsefi düzen içindeki zihinlerin bu köklü eğilimine karşı koymak kesinlikle gerekliydi. Bunlar, doğası gereği en derin ve zengin iradeye sahip olarak aklın en güçlü sınıfını oluşturuyordu. Bu güç sayesinde, gerekli oldukları kadar tehlikeli hale geldiler. Platon’un, filozofları kullanmak zorunda olduğu ve onlar tarafından yok edilme tehlikesiyle karşı karşıya olduğu için onları istihdam eden devleti gibi, dünya istenci de bu son derece bilinçli canlı türünü kendisi için yaratmış ancak kendi amaçlarını tehlikeye attığı anlaşılmıştır.

      Zira yalnızca oluş süreci gerçekse ve eylemde bulunan yalnızca gerçeklikse o zaman ideal, sabit, değişmez bir varlık dünyasının ikamesi, dünya istenci açısından ölümcül bir aykırılıktır. Filozof aynı zamanda insanların lideri olduğu için, “idealleri”nin peşinden gittiğinde yalnızca kendisi değil, diğer insanlar da onunla yoldan sapar.

      Filozofların, aslında gerçekliğin olmadığı bir yerde gerçekliği keşfetmeye yönelik bu yanıltıcı girişimi, Nietzsche tarafından nihilizm olarak adlandırılır. Nietzsche, nihilizmin belirtilerinin Avrupa’nın her yerinde belirgin olduğunu söyler. Zihin nereye yaslanırsa yaslansın (dine, sanata, bilime, ahlaka veya siyasete) o felsefi sapmanın izi hepsinin üzerindedir. Dünyanın her yerinde insanlar, mutlak bir idealler dünyasının gerçekliğine inanırlar. Bu, dinde cennet, sanatta güzellik, bilimde gerçek, ahlakta ideal, siyasette çoğunluk için en iyi olan şey, hayatta barıştır. Ama ne cennet ne güzellik ne gerçek; ne “ideal” ne mutluluk ne de barış vardır. Bunlar, rehber olarak zihin tarafından yaratılan düşüncelerdir; hayali dünyaya aittir ve insan için yapılmıştır. Onları amaç olarak takip etmek, araç olarak ihmal etmek ve insanı kul konumuna indirgemek anlamına gelir. Dünya istenci mücadelesinin daha yüce noktalara ilerlemesine hizmet eden semboller olarak doğru anlamında idealler yerine, insanların yaşamın sona ermesi arzusuyla önünde secde ettikleri “putlar” haline gelirler. Bu soyut şeylere yönelik her arzu, aslında yaşama aykırı bir arzudur; çünkü idealleri gerçekleştirmek hayatın doğasında yoktur ve onları gerçekleştirme arzusu, daha doğrusu onların bir gün gerçekleşeceğine dair inanç, yolunu kaybetmiştir ve artık yaşamı arzulamayan bir iradenin varlığını varsayar. Ancak insan iradesinin böylesine yanlış yönlendirilmesi ve yoldan sapması, çok daha ciddi bir yaşamsal içgüdü kaybını beraberinde getirir. İçgüdülerle mücadele edilmesi gerektiği, başlı başına çöküşün kanıtıdır. Nietzsche, bu Avrupa idealizminde (“öteki dünya”ya yönelik özlemleriyle birlikte) Avrupa iradesinde büyük bir çöküş hareketi görmüştür. Ancak çöküş, rönesansla el ele gittiği için Nietzsche, ebedi oluş olarak yaşam kavramını yeniden ilan etmenin yeni bir filozof ırkının işi olduğunu düşündü.

      Bu oluşum süreci, büyük mitolojik biçiminde, Dionysos’un gizemlerinde açığa çıkarılmış ve yenilenmiştir. Nietzsche, bu nedenle, başlatıcı olan Dionysos’un müridi ve üyesi olduğunu ilan etti. Dionysos uyuyan Yunanistan’ı nasıl uyandırdıysa o da uyuklayan Avrupa’yı uyandıracaktı. Çöküş, seyrinde devam etmelidir ama en azından kontrol edilebilir. Yenileme hareketi başlayabilir.

      Ama önce filozofların, sonra sanatçıların Dionysos’un hizmetine girmesi gerekiyordu. En entelektüel çevrelerde hayatın ebedi dramının soylu öğretilerini yeniden doğrulama görevi birincilere düşecektir. Onlar, dünya istenci oyununu kendi içlerinde gören, hisseden ve gerçekleştiren, dolayısıyla, son derece güçlü irade ve beyin sahibi insanlar; zihinlerinde dünya dramının oynadığı insanlar, sonuç olarak, zengin ve trajik deneyimlere sahip insanlar olmalılar. Materyalistler, kendi akıllarının yaratıklarının kölesi olarak, çok büyük bir yanılsama içindeydiler. Akıllarının kölesi oldukları için rasyonalistlerin de onlardan bir farkı yoktu. İdealistlere gelince, onlar düşmandı; zira Dionysos “başka bir dünya” uğruna terk edilmemiş miydi?

      Hayır, ihtiyaç duyulan şey, mücadeleyi hisseden ama yine de gelişebilmeyi kasıtlı olarak isteyen bir akıldı. Sabit doğrular ve idealler dünyası için zayıf bir şekilde iç çekmekten uzak, idare edilmesi çok kolay olan bu yeni filozoflar, mutlakiyetçiliğin her biçimine sırt çevirecekler ve sadece görünür, algılanabilir ve duygusal dünya sahnesinin daha trajik, daha korkunç kahramanlarını içerecek şekilde genişletilmesini isteyeceklerdir.

      İnsani şeylerin çeşitli alanlarında insanların en çok korktuğu unsurları arzu etmeye cüret etmesi gereken filozoflar, cazibenin büyüsünü yeni “idealler”in üzerine çekmesi gereken büyük sanatçılar da olmalı. Böylelikle Avrupa, yavaş yavaş gençliğini yenilemeye, idealizmin tiranlığından kurtulmaya ve bir kez daha “kendi doğasında yazılı olan şey olma” görevini üstlenmeye yönlendirilebilirdi.

      Felsefeciler СКАЧАТЬ